15 Haziran 2010 Salı

Eşek Sıpası Kampa Giderse

Yazar: Ahmet Coşkun
Yazı Tarihi: 15 Haziran 2010

15-19 Mayıs 2010 Kastamonu - Küre Dağları - Topmeydanı

ASPEG - HÜMAK ortak araştırma faaliyeti

Okulda macera arayışı içindeyken tanıştım HÜMAK (Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü) ile. Doğada bir şeyler yapmanın benim için güzel olacağını düşünüyordum. Fakat bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim. İşte böyle, okul döneminin başında, başladı benim “mağaracılığım”. Yatay mağaralara girdik en başlarda. Sonra, 2. dönem SRT eğitimleri almaya başladık ve ilk dikey mağaracılığımı Eskişehir’ de yaptım. Pek iniş yoktu. Fakat ilk olması yeterince heyecanlandırmıştı beni. Her ne kadar içimde kalsa da sevmiştim bunu. Daha bir meraklandırdı beni “mağaracılığa” karşı.
Dikey mağaracılığı Eskişehir’ den sonra küçümsemiştim. Fakat Küre dağlarında yaptığımız araştırma vs. den sonra hiç de öyle olmadığını anladım. Zırvalamayı kesip Kastamonu’yu anlatmaya başlayayım en iyisi…
Okulumuzun bahar şenliğinin ortasına denk gelmişti bu kampımız. O gün MFÖ konserinden gelip yola çıktık. Gece 12.00 – 1.00 civarlarıydı okuldan ayrıldığımızda. Yolculuğumuz içinde şoförümüz Lokman ağabey sağ olsun çok değişik duygular yaşattı bizlere… Sabahleyin Pınarbaşı’na vardık. Tabi ki, ilk yaptığımız şey işkembe çorbalarımızı yudumlamak idi. Çorbalarımızı içtikten sonra birkaç arkadaşımız bize katıldı. Onlar İstanbul’dan geliyorlardı. Alışveriş yaptıktan sonra kamp alanına doğru yola çıktık ve Küre dağlarında Topmeydanı’na kamp kuracağımız yere geldik. Hava gayet güzeldi. Bundan yararlanarak hemen çadırlarımızı kurduk ve dinlenmek için biraz yattık. Öğlen 2 civarlarında ben, Sinan ve İrem Döngelyanı Kuylucu’ ya girmek için kamptan çıktık. Kampa yakın bir yerdeydi bu mağara. Biraz yürüdükten sonra girişine vardık. Hemen mağaraya inmeye başladık. Mağara içinde biraz ilerledikten sonra ilk uzun inişimle karşı karşıya kaldım. “Acaba insem çıkabilir miyim?” düşüncesi kafamdayken atıverdim kendimi ipe. İnerken baya bir ıslandım bunu çok net hatırlıyorum. Mağaraya girme amacımız içerdeki bio-çeşitlilik için birkaç böcek bulmaktı. Ama içerde Sinan indiği yerde kurt ölüsü bulduğunu iddia etti. Biz oraya inmediğimiz için ne kadar doğru bilemeyeceğim. Ayrıca bir de semender bulduk içeride. Her ne kadar kampa getirildikten 2–3 gün sonra vefat etse de kendisini çok sevmiştik biz. İçerde biraz durduktan sonra sıra çıkışa gelmişti. Nerden gaza gelmiştim bilmiyorum; ama Sinan’ la yarışarak çıkmaya karar verdik. Sinan beni geçse de hiç fena çıkmadığımı düşünüyorum. Ayrıca mağaraya girerken girişte gördüğümüz çok güzel renkli (Lacivert gibi bir şeydi sanırım) böcek, biz çıkarken salakça debeleniyordu kaygan zeminde. O gün diğer mağaralara da başka gruplar girmişti. Kamp alanında kalan arkadaşlar da sağ olsunlar; mağaradan çıkanların sıcak yemeğini eksik etmiyorlardı. İlk gün bu şekilde geçti benim için.
İlk gece rahat bir uyku dileğiyle yatmıştım; oysaki sabahı unutmuşum. Erken saatlerde güneş çadırımıza vurmaya başladı. Çadırımız her ne kadar iyi olsa da doğanın o eşsiz gücüne dayanamadı. Kısacası Güneş yüzünden erkenden kalkmak zorunda kaldık. Kahvaltıyı yaptıktan sonra 6 kişilik bir ekip başka bir mağara araştırması için kamptan ayrıldı. Arkalarından baktım çok üzüldüm gittikleri için. Ama elden bir şey gelmiyordu. Arkadan gelen “Sorkun’a gidiyoruz.” lafını duyduktan sonra kendime geldim. Hemen hazırlandık ve Sorkun’a doğru 6 kişi yola çıktık. Teknolojinin (arabaların) bizi götürebildiği yere kadar gittik. Sonra tabanvay (yürüme) devam ettik. Yürümeye başladıktan sonra Ali arkadaşımız bize buraların hiç tekin olmadığını, gece çıkınca kaybolunabilme ihtimalinin çok yüksek olduğunu anlattı. Zira bir gün önce kendi başlarına benzer bir olay gelmişti. Ali’nin “şu ağaca, bu böceğe dikkatli bakın akşam çıkınca yön bulmada lazım olacak” şeklindeki telkinleriyle mağaramızın girişine geldik. Sorkun’ un iki girişi vardı. Birisinde ıslanmamak çok zor bir ihtimaldi ve üzerimde bu ıslanmaya dayanıklı şeyler olmadığından diğer girişten girmeye zorlandım. Diğer giriş direk inişle başlıyordu. İsmine baca demişlerdi galiba. Evet, evet baca ile başlıyordu bu giriş. Bir gün öncesinde döşenen yere kadar hızlıca indik. Ama döşenen yerler bitince kâbus dolu beklemeler başladı (Ekibimiz gayet hızlıydı ama benim ilk döşemeyi beklememden dolayı kâbus dolu demiş bulundum). Buradan dibe inmek eğlenceli, zorluydu.
Duvarı yalayarak geçme hareketleri, cadı kazanlarındaki sulara girme ihtimalleri ile doluydu burası. Özellikle bunu Cem arkadaşımız iyi hissetti. Mağaranın sonuna varınca önceden hiç inilmemiş bir yerin olduğunu gördük. Bir noktada birimizin geride durup bizim ipimizin atıldığı yeri koruması gerekiyordu. İşte bu fedakârlığı Cem yaptı. Kendisine bu noktada minnettarız. Ben, Ender ağabey, Ali ilerledik ve bir yerde iniş için döşeme yaptık. Ayrıca mağaranın diğer girişiyle bağlandığını düşündüğümüzden döşeme yapılırken yukarıda bir delik gördük. Buraya gidecek şanslı kişi ben seçildim. Biraz debelendikten sonra saygıdeğer deliğin kara delikten başka bir şey olmadığını keşfedebildim. Döşeme yapıldıktan sonra Ender abi aşağıya indi ve mağaranın sonuna geldiğini söyledi. Mağaranın dibinin öncesinden bilinene göre yaklaşık 10 metre daha aşağısına inmiş olduk. Geri döndüğümde Cem’in bıraktığımız yerinde olduğunu fakat biraz üşüdüğünü gördüm. Kendisini biraz ısıttıktan sonra (Nasıl ısıttığım hakkında yanlış düşüncelere kapılmayın) ikimiz hemen çıkışa başladık. Çıktığımızda gece olmuştu ve yön bulma konusunda Ali’nin de anlattıklarını kullanarak araçların yanına gittik. Hemen kampa giderek yemeğimizi yedik ve çadırlarımıza çekildik.
Güneşli bir uyanışla diğer bir gün başladı. Bu gün diğer kamptan gelen arkadaşlarımızdan aldığımız istihbarat ile Çovurmatepe’ ye girilmemiş bir kola girmeye karar verdik. Ben, Ender ağabey, Ebru ve Ahmet’ den oluşan 4 kişilik ekip kendimizi bu kutsal göreve adayacağımıza yemin ettikten sonra ormana daldık. Mağaraya gelirken Ebru hep mağaranın bir kaya içindeki oyuktan ibaret olduğunu tekrarlıyordu. Mağaradan çıkarken fikrinin değiştiğine eminim. Mağaraya geldiğimizde çok fazla girişinin olduğunu gördük. Birinden içeri geçtikten sonra girilmemiş kolda ilerledik. Fakat ilerledikçe genişledi ilerledikçe karmaşıklaştı. Bir delikten girdiğimde 4 tane yeni delikle karşılaştığımı hatırlayabiliyorum. Hep farklı yeni yerlerde gezdiğimi düşünüyordum. Fakat mağaranın girişinde dolandığımı mağaradan çıkarken fark ettik. Bu kolda sağa sola bakınarak ilerledik ve ilerledik. Boyumuzu geçen suların içinde balık gibi hissetmiştim kendimi. Bir ara boyu geçen bir yerden yüzerek geçerken Ebru çizmelerini suya düşürdü. Bu halde ilerlemeyeceğini söyleyince ve Ahmet arkadaşımızın kendini iyi hissetmemesinden dolayı mağaramızın sonunu göremeden geri dönmek zorunda kaldık. Dönerken ilk mağara dalışımı gerçekleştirdim ve Ebru’nun çizmelerini sudan çıkardım. Mağara hep yatay ilerliyordu. Çıkarken birkaç resim çekindik ve kampımıza dönmek üzere araca döndük. Ender ağabey sayesinde akşam yemeğimizi çok güzel bir manzara eşliğinde, Gurbettepe mağarasının girişinde, yaptık. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim Gurbettepe mağarasının girişindeki şelalede kafamı yıkamam kendimi filmlerde hissettirdi. Bu gün kamp boyunca en güzel günümdü belki de… Akşam yemeğimizi yedikten sonra kampa geldik...
Kampta son günümüze geldiğimizde bu günün en zorlu günüm olacağını düşünmemiştim hiç. Sorkun’ un diğer koluna girip ölçüm yapılacağını öğrendim ve bunun iş için Ender ağabey, ben ve Ahmet Sücüllü seçildi. Bu mağarada son istasyona kadar indik. Fakat son istasyon mağaranın sonu değildi. Ender ağabey biraz daha inip inemeyeceğimizi kontrol etti. Ancak bunun yerine çıkışa geçmemiz gerektiğini düşündük. Görev dağılımına göre ben en önde metre ile çıkacak, Ender ağabey açıyı, doğrultuyu ölçecek, Ahmet en arkadan ipi toplayarak gelecekti. Aynen bunu yaptık. Fakat son istasyonlara(yani girişteki ilk istasyonlar) geldiğimizde ıslanmamak için bota binip bottan ipe geçiş yapmayı planladık. Bu noktada kendimi bir Sat komandosu gibi hissettim. Bottan ipe girip çıkış yapıyorduk. Her ne kadar yorulsam da bu duygu beni yeterince enerjiyle doldurdu. Fakat Ahmet’ in bu duyguyu o kadar hissetmemesi, bir istasyonun yeterince düzgün olmaması kendisinin istasyonda bana çaresizce bakarak kalmasıyla sonuçlandı. Bu yüzden o kadar yükle en yukarı çıkmanın verdiği rahatlık o kadar uzun sürmedi. Dönüp Ahmet’ in yüklerini de alıp yukarı çıkarttım ve evet bu sefer rahatladığımı hissetmiştim. Ama mağaranın girişine baktığımda ışık görüyordum. İçerde çok kaldığımın farkındaydım. “Acaba hipotermiye mi giriyorum?”,”Acaba kamptakiler çok kaldığımızdan bize bakmaya mı geldi?” ikileminden beni Ender ağabey sabah olduğunu açıklayarak kurtardı. Buradan sonra kampa döndük. Hemen tuluma girip yattığımı hatırlıyorum.
Öğlen civarlarında uyandım ve bir kampımızın daha sonuna geldiğini öğrendim. Her ne kadar şoförümüzün bir yere yetişmesi gerektiğini öğrenip tereddüt etsek de mecburiyetten arabaya bindik. Buradan, doğadan ayrılmanın verdiği hüzün ile beraber yola çıktık. Safranbolu’ da mola verdiğimizi ve hamamına girdiğimi hatırlıyorum. Ondan sonra galiba yarı uyanık halde geldim. Pek bir şey hatırlamıyorum. Geceye doğru Hacettepe Üniversitesi Beytepe yerleşkesine geldik. Malzemeleri okuldaki kulüp odasına bıraktıktan sonra Üniversite içindeki yurduma döndüm. Bu noktada da garip bir sevinçle yatağımda gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum.
Bu kamp benim için aşırı bir tecrübe kazancıyla sonuçlandı. Bu kampta geçirdiğim günleri kolay kolay unutmayacağımı düşünüyorum. Son olarak eğer ki bu sporu yapmak isteyen birileri varsa ve bu yazıyı okuyorsa “Denemelisin!” demek istiyorum.
İyi bir hayat geçirmeniz dileğiyle, hoşça kalın.

Ahmet ÇOŞKUN

Küre milli parkı- Topmeydanı kampı(15-19 mayıs 2010)


2 yorum:

nezorıs dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
nezorıs dedi ki...

ellerine sağlık Ahmet, yazın güzel olmuş.

 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..