19 Kasım 2013 Salı



Bitiş-Başlangıç                  

Yazan: Orhan Zihni Saka


Kendilerini aile olarak tanıtan bir topluluğa katıldım ve bu ilk faaliyetim. Balatini Mağarasına gidiyoruz, Konya, Beyşehir'e....

Hepimizin heyecanlı bekleyişinin ardından başlayan yolculuğumuzda hayatımın en kısa on saatinden söz etmek sayfalar doldurabilir herhalde. Yolculuk bile başlıbaşına bir eğlence oluyor. Sınırlandırılmış bu alanda daha büyük olanından daha özgürsünüzdür. Sabaha karşı karanlığa çıkıyoruz! Otobüsten inince sarsan bir soğuk kucakladı bizi ve hızlıca çadırlarımızı kurmaya başlamıştık bile. Çadır kurmanın eğlencesine kendinizi kaptırınca birlikte iş yapmaktan duyduğunuz heyecan sizi bir kaç dakikalığına soğuktan kurtarır. Çadırları kurarken Hasan yanımıza gelip "Yıldızlara baktınız mı arkadaşlar?" dedi. Ben baktığımı söyledim ama vazgeçmedi,  HÜMAK'a çağırdığı o gün gibi..." Bir daha bak " dedi sözlerinin arkasında bunu sadece kendim için yapmam gerektiği fikri var sanki. Kafamı aşağı bastıran soğukla savaştım ve kaldırdım kafamı gökyüzüne. Soğuk ve karanlık yoktu onların yerine bir sürü ışık . Onlara sadece bakın sizden fazla birşey istemiyorlarmış, sadece farkında olun, size birsürü mutluluk versinler. Kafanız hafif sağa döner bu havada uçuşanlar tanrı olmak isteyen közler. Hepimizi kaynağının etrafına topladı. "sobanın arkasnda uyumak bu kadar rahatlatıcı mıydı ki orhan?". Apollon bekleniyor, etraf aydın gibi, omuz omuza ateş karşısındayız. Odun toplamak eğlenceliymiş diyebiliyorum rahatca. Ferdi'nin söylediği gibiymiş, ısıtan ateş değil odunmuş ve bu işi de en iyi yapanın Töre olduğunu düşünüyorum. Hep birlikte odun toplarken kayalıklara çıkıp gördük "güneş hergün yenidir" sözünün düşülmesi gerektiğini. Çıkabildiğimiz kadar çıktık tepelere. Özgürlük nedir? Bunlar neden bir insana mutluluk veriyor?

Gün aydın artık, sabah mağaraya giden ekibi beklemek istiyorum ama saat üçten sonra gidecek ekipte olduğum için uyumam gerekiyor. Oyun oynarken açlığını unutan çocuk gibi uyumak istemiyorum. "Mağaraya girmek!" Mutluluk veriyor ya da mutsuzluğu alıyor. Karanlığa, bilinmeze kendine yol almak gibi... Dokuz kişilik bir arayış ekibi ile.. dokuz artık benim için kutsal oldu. Sonra ben yanıma geldi ve bunun ne demek olduğunu, sonsuz görünen karanlığa girerken dostlara duyulan güvenin ve sevginin nasıl açıklanması gerektiğini sordu. Neden bırakmadım? Bulmak adına güven duydum ama ben karanlıktan çok korkarım, kendimden ve yalnızla dost olmaktan...

Mağarada bize yön veren, sadece baktığımız yönü gösterebilen, kasklarımızdı. herşey heryerden daha farklı görünüyor. Daha geniş bakmak için mağarada karpite ihtiyaç varmış. Acaba dışarıda neye ihtiyaç var? Geçtiğimiz yerlere dönüp baktığımızda hiç de az önce geçtiğimiz yerlere benzemezler. değişmişler ve sürekli değişecekler gibi... Bir çok kolla karşılaştık uzun, ince, yüksek yollardı. Küçük güven veren delikler, oralarda kalmak isterdim sanırım mutlu bir şekilde uyuyarak ölürdüm ama kendimi bulabilir miydim? Tufan'ın sözleri hayatımızın düzenlenişiyle alakalıydı sanki; yol ayrımına bir baba koymak ve arkanıza bakmak yeterliymiş. Belirli kavramları doğru kabul etmem, oldurmaya çalışmam gittiğim kollardan geri dönmek için bir çalışmamın olmamasıydı belki de. Süründük, bunu hep yapardım, tırmandık ama bu sefer sadece eller acıdı, birbirimize tutunduk , herkes herkese ihtiyaç duydu ve dinlendik. İleriye dönük hareket etmemiz gerek, molalarda sadece bir karpit yanmalı ve o karpit benimki oldu. Sonra Tufan alnımdan öpecekmiş gibi yaklaştı ve lambayı söndürdü. Önce onun bu tavrı ve sonrasında sunduğu hiçlik başta endişe vericiydi. İşte... Şimdi o bakmaya gerek duymadığın yıldızlara ne kadar da çok ihtiyacın var Orhan. Hiç bilmediğim bir karanlık bu. kendi büyüklüğünüzden söz edemezsiniz çünkü hiçbir şey yok. Farkında olduğunuz tek şey kendiniz onu da temas halinde olduğunuz yerle fark edebiliyorsunuz. "Mutlak Karanlık" bize sonsuzun içinde sıkıştığımızı ve hiç de özgür olmadığımızı düşündürdü. Uyayana uyududuğunu düşündüren mutlak karanlık. Sanki!

Işıklarımızı tekrar yaktık. Mağara ne kadarda darmış. "Kendimize" birbirimizin yardımlarıyla ilerlemeye devam ediyoruz. Önümüzde cadı kazanları, sarsan cadı kazanları... Bu kutsal suya dokunan, kendini kısıtlayan bedeninin farkına varıyor. Bütün düşüncem suda olan bölümümü fark etmeye, anlamaya çabaladı. Sonsuz yaşamı kim ister kendini bulamadıktan sonra, "işte sen düşün bu sen misin" dedi su...Ölümsüzlük vermedi bize ama yaşadığımızı fark ettirdi. Ferdi'nin örneğini söylesem daha somut olurdu. Abdullah ve Vefa bu suda yüzdükleri için çok şanslı olmalılar. Cadı kazanında yüzmek yüzmeyenlerin bilemeyeceği bir şey olmalı... Çizmelerimizde su ısıttık ayaklarımızla ve çizmelerden çıkan komik sesler bile bizi sıkan şeyleri unutturmak için ama onu dinlemeliyiz yoksa fark edemeyiz.

Duvarlara tutunduk, birbirimize tutunduk, birbirimizi farkındalığa çektik, sarsıldık ve karanlığın ışığını gördük. Çıktığımızda gün bitimindeki başlangıçla karşılaştık. Sıcakmış aslında hava ,aslında hiç anlamaya çalışmamışım onu. Şimdi kucakladı beni soğuk ve öylesine sıcaktıki. Aştığımız tepeden bağrıldı, biz kazandık, bizi kazandık. Bu zafer değil mi? Zafer kazanmış gibi karşılandık, iç ısıtan bir karşılamaydı bu. Gerçekten iç ısıtan, bu bir mecaz değil. Artık kafamı kaldırmama gerek yok yıldızlar her yanımda. Hepsi de yardım etti birbirine, çizmelerini çıkarmalarına. Benim sadece bir benden olmdığımı anladığımda, beni istemeyen ayaklarıma kramplar girdi ama Utku ayaklarımı dizginlemeyi de öğretti.

"Tabağını alan gelsin" soğuk bir çağrı olabilir bu belki ama sizi sıcakca kucaklayan soğuktan biliyoruz; artık soğuk yok ... Ebru sadece yemek değil sizin gönlünüzüde yapar, "Kardeş".... Sadece kafanızı kaldırıp yıldızlara bakın, bakmazsanız ışıdığını göremezsiniz ki. çevirdiğimiz halkayla bizim onu ısıttığımız ateşin etrafında Hasan yine çağırır bizi çantamızdaki fazlalıklarımızı atmaya, önce çekinirsiniz belki ama birdaha deneyin "Bir daha bakın" o zaman olur, emin olun ateşe kusmak eğlencelidir. Siz de olanları atın, sizi atacak bir siz daha yok, en son siz kalırsızınız.

 Popomun üstünde kaydım, düşmememiz için Tufan tuttu bizi, Hasan yolu gösterdi , anlattı, Kerem  yanımızdaydı ve dostlarım ellerini uzattılar ,bastığımız yerleri gösterdik birbirimize. Ferdi çok güzel tostlar yaptı, Utku çadır kurmayı öğretti, Ebru çok güzel yemek yaptı.  "Neden?" dedirten, herkesin birbirini ve kendini anlamaya çalıştığı, aileyi sorgulatan bir toplulukla tanışmış oldum. Artık Isınmak istediğimde toprağa otururum, beni saran dumanı düşünürüm ve karanlıkta bir ölçüt olabilen yıldızların, üzerine  yazdıkları duman kokulu tişörtümü giyerim.

 Onun gibi "Kendimi keşfettim" demek istiyorum

:D


Orhan Zihni Saka

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Dönem Sonu Faaliyeti 2013

                                                      


DÖNEMİ SONA ERDİRDİK

Yazan: Dide Banoğlu

21 Haziran 2013 Cuma günü Beytepe semalarında bir telaş hakimdi. Dönemin son faaliyeti için HÜMAK’lıyı heyecan sarmıştı. Jeoloji Mühendisliği’nin önünde biri doblo biri Peugeot iki araç yanaşmış kulüp odasından gelen malzemelerle doluyordu. Saat 20.00 gibi tüm hazırlıklar bitmiş ve  yola çıkmıştık Anıl, Cem, Cansu, Yağmur, Kerem, Tufan, Burçin (Davşan), Utku, Emrah ve ben. 2, 2 buçuk saat sonra ‘Kebabistan’ adında bir yerde mola verdik. Çıtırdayan devasa böceklerin içinde, sonradan un katılarak çoğaltılmış mercimek çorbasıyla birlikte Cem’in annesinden gelen güzelim börekleri afiyetle mideye indirdik. Akseki’ye gelmeden Cevizli istikametine döndük. Yol üzerinde sağdaki toprak yolu takip ederek Düdencik’ e vardık. Epey yakınına, yola yakın bir yere çadırlarımızı kurduk. Hava yaklaşık 13° idi. Gece 3 gibi çadırları kurup uyuduk. 

Sabahın 8’inde hemen hemen herkes sıcaktan zorunlu bir şekilde uyanmak zorunda kaldı. Uyanır  uyanmaz Cem ‘in aldığı tenteyi kurmaya koyulduk. Kurulan bu yeşil tente ve damacanadan içilen suyla piknikçi görünümüne büründük iyice. Leziz bir kamp kahvaltısının ardından ilk ekip hattı kurmak için hazırlanmaya başladı. Hazırlıklar bitti ve Anıl, Tufan ve Utku mağaraya girmeye başladılar. Anıl hattı kurmak için indi. Var olan boltları bulmak biraz vakit aldığı için uzun sürdü. Bu sırada Utku ve Tufan da antrenman için hatta ısınma turları yaptılar. Hepsi mağaraya girince biz de kampa geçip hazırlanmaya gittik. 

Plana göre 2 saat sonra da biz girecektik. Ancak hat kurmak uzun sürdüğü için planı değiştirmeye karar verdik. Emrah hazırlanıp mağaraya indi. Hemen ardından da Tufan çıktı ve bize yeni planı anlattı. Plana göre Emrah da hat kuran ekibe katılmıştı. Yağmur’la ben ise ilk inişte çalışacaktık. Bunun ardından biz hazırlanıp mağaraya indik. İlk iniş 50m olduğu söyleniyordu ancak bize göre 70 metreye yakındı. Hatta kısa bir takıl-geç vardı ve ip yana doğru kaymanızı gerektirecek şekilde yönleniyordu. Epey bir tecrübe edindiğimiz bir hat kurulmuştu. İnişte bir salon vardı. Salondan biraz daha aşağı inilince ikinci iniş başlıyordu. İkinci kısma gitmek istemediğimize karar vererek dönüşe geçtik. Yağmur önden ben arkasından çıkıyordum. İpin sürtmesi beni epey endişelendirmişti ki hemen ardımdan ilk ekibin sesini duydum. Anıl aşağıdan ip boş mu diye bağırıyordu. ‘Evet’ dediğim halde beni duymadığını fark ettim. Meğersem hemen ardımdan Utku geliyormuş ancak aşağıdaki göle düşüp çok ıslandığı için bana seslenememiş. Elimden geldiği kadar çabuk çıkmaya çalıştım. Ardımdan Utku, Anıl ve onun da ardından Emrah geliyordu. Mağaradan çıkıp kampa doğru yola çıktık. 

Açlığa çok güzel karşılık verecek leziz kamp yemekleri bizi bekliyordu. Hemen yemek yedik ve sabah çok uyuyamayacağımızı düşünerek erkenden yattık. Nitekim yanılmamıştık yine sıcak bizi uyandırmıştı. Dünden kalan patates yemeği üzerine yumurta kırılarak değerlendirilmiş ve böylece fazlaca bulaşıktan kaçılmıştı J Yemeğin ardından İlk ekip Emrah, Yağmur ve Cem yeniden hattı kurmaya indiler. Plan yine bir iki saat sonrasında bizim inmemizdi. Hazırlık esnasından benim burnum kanamaya başlayınca ben kampta Tufan ve Burçin’e eşlik ettim. Ekibin geri kalanı da mağarayı dipleme amacıyla inişe geçti.

Dün tam 10 saat mağarada kaldıkları için o gün de geç çıkacaklarını düşünerek alışverişe ve pazartesi dönüşe geçeceklerin biletlerini ayarlamaya gittik cevizliye. Alışverişimizi yaptıktan sonra kampa gelip yemek için hazırlıklara başladık. Erken çıkma ihtimallerine inanan ben biraz erken başlamaya ikna ettim onları da.’bak şimdi bu yemeğin pişmesi zaten bir saat diye diye 3 saat evvelinden başladık hazırlıklara. Kısık ateşte saatlerce pişen yemek güzel olmuştu sonunda. Bu arada ilk ekip de kampa döndü.250 metre hat kurulmuştu ve herkes oraya kadar inip çıktı. En son Cem’in de gelmesiyle akşam yemeği sefası başladı. Cem in ayağına giren kramp bizi epey bir eğlendirdi.

Yemek sonrası ateş başında kavun ardından çekirdek ziyafetiyle de yorgunluk uykuyu çağırana dek eğlendik. Sabah yine erkenden kalkıldı. Plana göre Ben, Utku hatta toplayacaktık ancak öncesinde de Anıl ilk inişteki 100 metrelik ip hurcunu dışarıya çıkaracaktı. Anıl indi ve çıktı o çıkarken biz mağaraya yürüyorduk. Ben inişe geçtim son istasyona geldiğimde durup aşağıdaki ipi hurca basmaya başladım. Ardından epey yavaş bir şekilde hatta toplamaya başladım. Bu sırada da Utku’nun bir şarkı söylemesi konusundaki ısrarlarımı da sürdürüyordum. O beni takıl-geç te bekliyordu ben oraya kadar topladım o da sonrasını topladı. Kampa geçip çadırları topladık ve hijyen için yol aldık.

En yakın çeşmede durup diş fırçalama, saç, yüz yıkama gibi hijyen ihtiyaçlarımızı da karşılayıp mis kokularla cevizliye geldik. Orada bulunan ünlü bir dükkanda harika bir mercimek çorbası içtik ve ardından Emrah, Kerem ve Utku’yu  Akseki yolu üzerinde indirip otobüsle Ankara’ya uğurladık. Oradan Akseki’ye geldik. Her zaman gittiğimiz pideciye gittik. Pideleri afiyetle yedikten sonra ardından künefelere geçtik. Yemek yemeyip de iki künefe götüren Yağmur’u sevgiyle anıyoruz bu kısımda J  

Yemekten sonra  alışverişe gittik Akseki’nin en büyük hipermarketi  ‘Tellioğulları’ na. Toplaşıp arabaya bindik ve Akseki girişinden Cansu İlkılınç’ı aldık. Hep birlikte İbradı köyüne o güzelim düğmeli evlere doğru yol aldık. Köyden içecek ihtiyacımızı da karşılayıp  Altınbeşik’ in keskin virajlı toprak yolunda bulduk kendimizi. Ardından işte o taşlı merdiven derken umulmadık bir şeyle karşılaştık. Bir tabelada Altınbeşik mağarasının  turizme kazandırılma potansiyelinin arttırılmasıyla ilgili bir proje olduğu yazılıyordu ve bu  projenin  İbradı belediyesi ve Odtü tarafından desteklendiği yazıyordu. İlerledikçe fark ettik ki merdivenlerin yanına ışıklandırmalar yapılmış. Mağara ağzındaki veranda da derin dondurucu, dolaplar kurulmuştu. moralimiz bozuluverdi hemen. 

Mağaranın ağzına inip içeceklerimizi yudumladık ve plan yapmaya çalıştık. Bu arada etrafımızda devasa bi kurbağa, bir adet ‘bizim yılan’, çok sayıda el büyüklüğünde çekirge ve yalnızlardan baykuş vardı, kamp boyu bizi ağırladılar sağ olsunlar. Vıraklar, vuk vuuuklar eşliğinde çadırlarımızı kurduk yerleştik ve uykuya daldık. Gece 4 gibi Tufan, Burçin, Yağmur  Cansu Tosun’u almaya gittiler. 

Sabah  11 gibi uyandık. Uyandığımızda Ürünlü  Köyü muhtarı Zeki  amca da gelmişti. ‘gençler bu çadırlar burda olmaz’ dedi başta sonradan iyi niyetli olduğumuzu anlayınca çay makinesinden, derin dondurucu hizmetine kadar her konuda yardım etti sağ olsun. Hatta öyle ki tuvalet kabininin bile anahtarı elimizdeydi. Bu sıkı pazarlık esnasında bir aile mağarayı ziyarete gelmişti. Bu sırada kahvaltı yaptığımızdan onları da soframıza buyur ettik. Şirin insanlardı. Afacan çocukları Özgür bir ara çikolatasını bir sinirle yere atıp da üzerine basınca babadan beklenen tepki gecikmedi. ‘oğlum bak buradaaaan şuraya kadar yanarsın ‘ dedi, işaret parmağı kafadan itibaren ayak parmağına doğru gezinerek. Bu alıntı faaliyet boyu yer yer alay konusu oldu tabi. 

Kahvaltı bitince her zaman ki gibi hat kurma hazırlıkları başladı. Anıl ve Cem hazırlandı 5 kişi kayığa binip (bilmeyenler için Altınbeşik’in ağzı gölet olduğu için mağaraya giriş kayıkla oluyor)
onları ilk istasyona götürdük. Kimse hat kurmanın nasıl olacağını kestiremedi tabi ama onlar hat kurunca durup bir daha düşündük bu işi neden yapmak zorundayız diye. Lakin bunun cevabını bir gün sonra öğrenecektik tabi. Anıl tırmanış ayakkabılarını giyip su akan bir yüzeyde tırmanmaya başladı , Cem de aşağıdan onun emniyetini alıyordu. Ortamın çok sessiz, gergin olduğunu ve  orada oturup onları izlemekten daha fazla bir şeyler yapamayacağımızı görünce aklıma şarkı söylemek geldi. Başladık bağıra bağıra moral destek için şarkı söylemeye. Tam şarkının orta yerinde Anıl’dan  bir haykırış geldi ‘Kısayı çıkar Ceeeem  ! yukarı ilerleyemiyorum ! ‘ Bu anda etrafı derin bir sessizlik aldı. Cem  Anıl’a yaklaştı ve kısayı ipten çıkardı. Anıl derhal balkona attı kendini, biz de bir oh çektik ve mağaradan dönüşe geçtik. 

Mağaranın ağzına geldik ve onların bize seslendiği ana kadar orada oturup onları dinledik. Su yüzünden birbirlerini duyamıyorlardı ama biz onları dışarıdan gayet net duyuyorduk. Saat 11de onlara bakmaya gitmek üzere anlaşmıştık. Vaktimizi beklerken kampa bir misafir daha geldi, mini minnacık bir kuş. Cansular hemen kuşu sahiplenip ilgilendiler. Biz de bu arada mağaranın ağzında içimizi ürperten bağrışları pür dikkat dinliyorduk. Vakit geldi ve biz mağaraya tekrar açıldık kayıkla. Anıl yukarıdan hemen aşağıya indi ayakları çok üşüdüğü için çizmelerini giyip tekrar yukarı tırmandı. Onların inmesini beklerken biz de kaç tur dönüp durduk hatırlamıyorum J Hattın en sonunda yeni aldığımız ipin bizi yarı yolda bıraktığına şahit olduk, ip hamur gibi olmuştu iç astarı kaymıştı ama yine de son kısımda olduğu için kullandık. İkisini de alıp verandamıza geri döndük. Birer çorba ve başarmanın verdiği mutluluk uykuyu getirmişti. 

Sabah uyandığımda kahvaltı hazırdı (evimde gibi hissediverdim).Altınbeşik’ in esas koruyucusu  Mehmet amca da erkenden gelmiş, çayı bile koymuştu. Kahvaltıdan sonra mağaraya giriş başlamıştı. Önce  Cem çıktı. İstasyonlara son dokunuşları verdi ve ilerledi. Bir süre sonra Cem’den çıkışı tamamladığına dair  ‘vuhuuuu ! ’ sesini de duyunca bir rahatladık. Ardından İlkılınç çıktı, sonra ben ,Anıl, Cansu ve arkçı Yağmur (Zeus’un kızı)  J.İlk çıkış bir 40metre vardı. Yine güzel bir takıl-geç vardı onu da geçince zaten ikinci kattaki göle ulaştık. Hemen botu şişirdik. Önce Anıl, Cem ve Ben gölü geçmeye çalıştık. Kıyıya gelince tekrar şişirdik ve pompayı bota koyduk ki her geçişte tekrar şişirelim kendimizi sağlama alalım diye. (bazı arkadaşlar bu sisteme hoş cümleler etti bunu da burada sevgiyle anıyoruz.) 

Kıyıdan itibaren 3.göle doğru yola koyulduk. Mağara harikaydı, 25,30 metre derinliğe sahip gölde, kendimizi  hava kaçıran bir bota emanet etmek çok heyecan doluydu. İçerideki akma taşlar pırıl pırıl parlıyordu, sanki üzerlerine sim dökülmüş gibi. İçerideki kayaların bazıları çok sivri ve siyah renkliydi. Travertenlerin bazılarında su vardı bazılarında yoktu ama var olan ve yok olan arasındaki fark anlaşılamıyordu suyun berraklığından. Huşu içinde etrafa bakarken baştan aşağıya ıslandığımız için çok üşüdük ve bir yerde mola verip üstümüzü değiştirdik. Bu arada bir damat havası da oynayınca iyice ısındık. Anıl’ı hıçkırık tutmasıyla da keyifler iyice güzelleşti, yola devam ettik. Şarkılar, türküler,  Gündoğdu marşıyla coşkumuz mağarayı inletti. Biraz daha ilerlendiğinde içerideki tozdan dolayı görüş azalmıştı. Daha da gecikmemek ve de üşümemek için dönmeye karar verdik. 

Dönüş de tıp kı geliş gibi 3’lü gruplar halinde botu geçerek oldu. İlk inişe geçen ben oldum. Ardımdan da Amerikalı mağaracı sitiliyle Cansu Tosun geliyordu ( Yüksek direncinden ve üşümediğinden dolayı kendisini kutluyoruz. direncansu.) Ben son 20 metredeyken Tufan dışarıdan mağaranın ışıklarını açmıştı. Yukarıdan aşağıya baktığımda suyu da aydınlatan ışıklandırma mağara beni kendine hayran bıraktı. Epey bir durup seyir eyledim keyifle. Son istasyondan sonra peyder pey ipe bağlı kayığa indim. Ve bizi almaya gelen Tufan kaptanın kayığına geçiş yaptım sonra. Ardımdan gelen herkes de öyle yaptı. En son Anıl ve Cem hattı toplayarak geliyorlardı. Cansu inerken ve biz yine aşağıda kayıktayken  motivasyon şarkıları söyledik bağıra bağıra. ’Kimseyi görmedim ben , senden daha güzel .. Çok eğlendik, iptekiler de öyle J .Anıl ve Cem hariç hepimiz kuru kıyafetlere doğru mağara dışına yüzdürdük kayığı. Zeki ve Mehmet amca da son akşamımıza eşlik etmeye gelmişlerdi. Biz kurulanırken onlar da Anılları karşılamaya mağaraya açıldılar. Döndüklerinde Anıl ve Cem verandaya karşılıklı oturmuş yeni Legolarıyla oynayan ufak çocuklar gibi malzemelerle uğraşıyorlardı. Bir yandan evcilik oyunu yemek pişiriyordu bir yandan da minik ev hayvanımız yaralı kuşa yuva yapılıyordu. 

Mağaradan sonra notları öğrenmek ve ailelere haber vermek amacıyla köye indik. Sonra hep birlikte son akşam yemeği yendi mangalda tavuk ve sucuk. Gece 12 gibi yemeğe başladık 3 gibi en son tahin pekmez yapıldı bir de o yendi J sabaha kadar türküler söylendi ve mışıl mışıl uyuduk. Sabah uyanıp toparlandık. Bulduğumuz şekilde bıraktık verandayı. Mehmet amcaya teşekkürlerimizi de iletip tatile geçtik Evrenseki’ye. 

Bu faaliyette Hümaklı yenisiyle eskisiyle 250 metre inmiş, Altınbeşik’i döşemiş ve ikinci katı görmüş olarak döndü. Herkese ayrı ayrı teşekkür ederim harika bir faaliyetti.  





                                                                                           DİDE BANOĞLU

25 Şubat 2013 Pazartesi

2013 Zonguldak/Gelik Araştırma Faaliyeti Anısı



 22.02.2013
                                                                                                                                        
Zonguldak/Gelik/Ayiçi

Yazan: Dide Banoğlu

     Saat 11’de ilk ekip Anıl’ın aracıyla Zonguldak’a doğru yola çıktı. Bu araçta Hasan Hüseyin (HHT) ve Ekin vardı. Otobandan gitmek istemeyip manzara seyir etmek isteyen bu ekip saat 14.00 civarında Zonguldak ‘a varmışlar. Ardından orada bir takım bürokratik görüşmeler yaptıktan sonra kamp alanını kurmaya daha evvel gidilen Esenli Mahallesindeki Cıngıllıkuyuya gitmişler. Mağaranın hemen yanına kampı kurup, mağarayı da döşeyip, SRT çalışmalarına başlamışlar. Bu sırada ikinci ekip ise saat 19.00 civarında AŞTİ ‘de buluşmuştuk. Bu ekip de ise Turgay, Emrah A., Emrah D.,Ebru,Murat ve ben vardık. Eşyaları yerleştirerek saat 19.30 gibi Kamilkoç ile (25TL) Zonguldak’a yola çıktık. Saat 11.20’de Zonguldak Otogarına gelmiştik. Burada bizi Orman ve Su İşlerinden gelen araçlarla kamp alanına götürdüler. Kamp alanına vardığımızda yarının planını yaptıktan sonra herkes çadırlarına geçip uyudu.

     Ertesi sabah saat 8’de uyandık. Uyandığımızda ilginç bir ses çalındı kulağımıza ‘’çipetpetpet..şakşakşak….,baklava oluyor’’ gibi tabirleriyle Emrah A. mükemmel kuş lisanıyla bize neşe katarken Ebru da duruma eşlik edince epey bir eğlendik. Sucuklu yumurta, tahin pekmez ardından İlk ekip Anıl, Murat ,Ben saat 10.30’da kamp alanından ayrıldık. Sezgin abi bizi arabayla alıp mağaraların yakınında bir alana, harabelerin olduğu yere bıraktı. Yanımızda yolu öğrenmeleri için HHT ve Ekin de vardı. İsmal Abi’nin önderliğinde daha önceden koordinatları alınmış olan ve dikey olduğunu bildiğimiz mağaralara doğru yola çıktık. Soğuksu 1 ve Soğuksu 2 birbirine epey yakın yerlerdeydi. Öncelikle Soğuksu 1’e girdik bu sırada da HHT ve Ekin kamp alanına döndüler. Soğuksu 1 yatay bir mağaraydı ve bitirmesi yaklaşık bir saat sürdü. Koloni olmayan tek tük yarasa vardı ve pek hoş görünmeyen mağara örümceği. Mağaranın zemininde hafif bir su akıyor ve mağaranın bittiği yerde zeminden akan bu su yaklaşık 4parmak mesafeden devam ediyordu. Buradan çıkıp Soğuksu 2’ye girdik. İçeri girdiğimiz gibi tavanda pek çok yarasayla karşılaştık. Sayıları mağara dibine doğru 40ı buluyordu. Ve yine aynı şekilde mağara örümceği burada da vardı. Mağara epey bir çamurdu. Zeminde yer yer su birikintileri vardı. Yine yatay bir mağara olduğu için yaklaşık 1 saatimizi aldı. Dibinde küçük bir gölle karşılaştık. Suya girip ilerleme niyetindeydik ki su birden inanılmaz derinleştiği için sudan değil de kayadan gitmeyi denedi Anıl ancak mağara devam etmeyince geri döndük. Ardından mağaradan çıkıp yolumuzun üzerinde olan ve yine önceden koordinatı alınmış Ağulu mağarasına doğru ilerledik. Bu sırada kampla iletişim kurup kampın yanındaki mağarayı haritalayan 2.ekibin de yola çıkmış olduğu haberini aldık (Emrah D., Emrah A,Ebru).Bizim girmiş olduğumuz mağaraları haritalamaya geleceğini bildiğimiz ekip bu sırada muhtarın planı yanlış anlaması üzerine Ağulu’ ya gitmiş oradan da daha derin olduğu düşünülen bir mağaranın yakınında bizi beklediğini öğrendik. Onlarla iletişim kurarak yanlarına gittik. Muhtarın bizi götürmüş olduğu mağaraya iki yandan su akıyordu ve baca şeklinde yaklaşık 26metre kadar bir inişi vardı. Anıl hattı kurdu ve aşağı inerken Emrah D. orada kaldı ,Onlar mağarayı haritalarken biz de başka bir ihbarı değerlendirmeye yola çıktık. Bu sefer yine harabelerin oraya geldik ancak farklı bir yerden Tekneliyüzü mağarasına gittik. Murat hattı kurdu ve aşağıya indi, ardından hepimiz inip çıktık. O da yaklaşık 10-12 metre çıkan baca şeklinde sona eriyordu. Mağaranın koordinatlarını da alıp Anıl’ın da yanımıza gelmesiyle saat 18.00 gibi kampa dönüşe geçtik. Çok acıkıp da yol da ne yemek olduğunu hayal eden ekip kamptan gelen yemek menüsüyle kendinden geçti J Leziz yemek ziyafetinin ardından alkolsüz nasıl akşam geçireceğini şaşıran kamp ahalisi kendini yemeğe vurdu. Ardından olan oldu ve közde biber, patates ve en sonunda da Emrah D.’in ve Ebru’nun getirdiği armağanlarla mideler iyice doldu. Yorgunluğun ardından sıcacık yanıp içimizi ısıtan ateşle iyice mayışarak bir sonraki gün için gözlerimizi yumduk.

     Sabah kalktığımızda şöyle bir ses duydum Murat’tan ‘’közde 2 soğan bi patates bırakmıştım.’’ .İşte faaliyetin özeti JBu söylemin ardından leziz patates ve sucuk kızartmasıyla kızarmış ekmeğimizi yapıp güne iyi başladık. Ardından kamp alanındaki mağaraya inmeyen kişiler ve istekliler son kez mağaraya girdi ve hattı toplayarak çıktılar. Kampı da toplayıp yaklaşık 14.30 gibi Zonguldak Orman ve Su işleri’nin falezin üzerindeki harika yerine gittik. Oradan da arabayla dönecekler arabayla saat 15.30 gibi yola çıkıp,18.30 da Ankara’ya vardırlar. Otobüs ekibi de 16.30daki seferleriyle Ankara’ya döndüler. Çok keyifli bu ekibe çok teşekkür eder pek çok mağara dilerim .
                                                                                                  Dide BANOĞLU
 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..