19 Kasım 2013 Salı



Bitiş-Başlangıç                  

Yazan: Orhan Zihni Saka


Kendilerini aile olarak tanıtan bir topluluğa katıldım ve bu ilk faaliyetim. Balatini Mağarasına gidiyoruz, Konya, Beyşehir'e....

Hepimizin heyecanlı bekleyişinin ardından başlayan yolculuğumuzda hayatımın en kısa on saatinden söz etmek sayfalar doldurabilir herhalde. Yolculuk bile başlıbaşına bir eğlence oluyor. Sınırlandırılmış bu alanda daha büyük olanından daha özgürsünüzdür. Sabaha karşı karanlığa çıkıyoruz! Otobüsten inince sarsan bir soğuk kucakladı bizi ve hızlıca çadırlarımızı kurmaya başlamıştık bile. Çadır kurmanın eğlencesine kendinizi kaptırınca birlikte iş yapmaktan duyduğunuz heyecan sizi bir kaç dakikalığına soğuktan kurtarır. Çadırları kurarken Hasan yanımıza gelip "Yıldızlara baktınız mı arkadaşlar?" dedi. Ben baktığımı söyledim ama vazgeçmedi,  HÜMAK'a çağırdığı o gün gibi..." Bir daha bak " dedi sözlerinin arkasında bunu sadece kendim için yapmam gerektiği fikri var sanki. Kafamı aşağı bastıran soğukla savaştım ve kaldırdım kafamı gökyüzüne. Soğuk ve karanlık yoktu onların yerine bir sürü ışık . Onlara sadece bakın sizden fazla birşey istemiyorlarmış, sadece farkında olun, size birsürü mutluluk versinler. Kafanız hafif sağa döner bu havada uçuşanlar tanrı olmak isteyen közler. Hepimizi kaynağının etrafına topladı. "sobanın arkasnda uyumak bu kadar rahatlatıcı mıydı ki orhan?". Apollon bekleniyor, etraf aydın gibi, omuz omuza ateş karşısındayız. Odun toplamak eğlenceliymiş diyebiliyorum rahatca. Ferdi'nin söylediği gibiymiş, ısıtan ateş değil odunmuş ve bu işi de en iyi yapanın Töre olduğunu düşünüyorum. Hep birlikte odun toplarken kayalıklara çıkıp gördük "güneş hergün yenidir" sözünün düşülmesi gerektiğini. Çıkabildiğimiz kadar çıktık tepelere. Özgürlük nedir? Bunlar neden bir insana mutluluk veriyor?

Gün aydın artık, sabah mağaraya giden ekibi beklemek istiyorum ama saat üçten sonra gidecek ekipte olduğum için uyumam gerekiyor. Oyun oynarken açlığını unutan çocuk gibi uyumak istemiyorum. "Mağaraya girmek!" Mutluluk veriyor ya da mutsuzluğu alıyor. Karanlığa, bilinmeze kendine yol almak gibi... Dokuz kişilik bir arayış ekibi ile.. dokuz artık benim için kutsal oldu. Sonra ben yanıma geldi ve bunun ne demek olduğunu, sonsuz görünen karanlığa girerken dostlara duyulan güvenin ve sevginin nasıl açıklanması gerektiğini sordu. Neden bırakmadım? Bulmak adına güven duydum ama ben karanlıktan çok korkarım, kendimden ve yalnızla dost olmaktan...

Mağarada bize yön veren, sadece baktığımız yönü gösterebilen, kasklarımızdı. herşey heryerden daha farklı görünüyor. Daha geniş bakmak için mağarada karpite ihtiyaç varmış. Acaba dışarıda neye ihtiyaç var? Geçtiğimiz yerlere dönüp baktığımızda hiç de az önce geçtiğimiz yerlere benzemezler. değişmişler ve sürekli değişecekler gibi... Bir çok kolla karşılaştık uzun, ince, yüksek yollardı. Küçük güven veren delikler, oralarda kalmak isterdim sanırım mutlu bir şekilde uyuyarak ölürdüm ama kendimi bulabilir miydim? Tufan'ın sözleri hayatımızın düzenlenişiyle alakalıydı sanki; yol ayrımına bir baba koymak ve arkanıza bakmak yeterliymiş. Belirli kavramları doğru kabul etmem, oldurmaya çalışmam gittiğim kollardan geri dönmek için bir çalışmamın olmamasıydı belki de. Süründük, bunu hep yapardım, tırmandık ama bu sefer sadece eller acıdı, birbirimize tutunduk , herkes herkese ihtiyaç duydu ve dinlendik. İleriye dönük hareket etmemiz gerek, molalarda sadece bir karpit yanmalı ve o karpit benimki oldu. Sonra Tufan alnımdan öpecekmiş gibi yaklaştı ve lambayı söndürdü. Önce onun bu tavrı ve sonrasında sunduğu hiçlik başta endişe vericiydi. İşte... Şimdi o bakmaya gerek duymadığın yıldızlara ne kadar da çok ihtiyacın var Orhan. Hiç bilmediğim bir karanlık bu. kendi büyüklüğünüzden söz edemezsiniz çünkü hiçbir şey yok. Farkında olduğunuz tek şey kendiniz onu da temas halinde olduğunuz yerle fark edebiliyorsunuz. "Mutlak Karanlık" bize sonsuzun içinde sıkıştığımızı ve hiç de özgür olmadığımızı düşündürdü. Uyayana uyududuğunu düşündüren mutlak karanlık. Sanki!

Işıklarımızı tekrar yaktık. Mağara ne kadarda darmış. "Kendimize" birbirimizin yardımlarıyla ilerlemeye devam ediyoruz. Önümüzde cadı kazanları, sarsan cadı kazanları... Bu kutsal suya dokunan, kendini kısıtlayan bedeninin farkına varıyor. Bütün düşüncem suda olan bölümümü fark etmeye, anlamaya çabaladı. Sonsuz yaşamı kim ister kendini bulamadıktan sonra, "işte sen düşün bu sen misin" dedi su...Ölümsüzlük vermedi bize ama yaşadığımızı fark ettirdi. Ferdi'nin örneğini söylesem daha somut olurdu. Abdullah ve Vefa bu suda yüzdükleri için çok şanslı olmalılar. Cadı kazanında yüzmek yüzmeyenlerin bilemeyeceği bir şey olmalı... Çizmelerimizde su ısıttık ayaklarımızla ve çizmelerden çıkan komik sesler bile bizi sıkan şeyleri unutturmak için ama onu dinlemeliyiz yoksa fark edemeyiz.

Duvarlara tutunduk, birbirimize tutunduk, birbirimizi farkındalığa çektik, sarsıldık ve karanlığın ışığını gördük. Çıktığımızda gün bitimindeki başlangıçla karşılaştık. Sıcakmış aslında hava ,aslında hiç anlamaya çalışmamışım onu. Şimdi kucakladı beni soğuk ve öylesine sıcaktıki. Aştığımız tepeden bağrıldı, biz kazandık, bizi kazandık. Bu zafer değil mi? Zafer kazanmış gibi karşılandık, iç ısıtan bir karşılamaydı bu. Gerçekten iç ısıtan, bu bir mecaz değil. Artık kafamı kaldırmama gerek yok yıldızlar her yanımda. Hepsi de yardım etti birbirine, çizmelerini çıkarmalarına. Benim sadece bir benden olmdığımı anladığımda, beni istemeyen ayaklarıma kramplar girdi ama Utku ayaklarımı dizginlemeyi de öğretti.

"Tabağını alan gelsin" soğuk bir çağrı olabilir bu belki ama sizi sıcakca kucaklayan soğuktan biliyoruz; artık soğuk yok ... Ebru sadece yemek değil sizin gönlünüzüde yapar, "Kardeş".... Sadece kafanızı kaldırıp yıldızlara bakın, bakmazsanız ışıdığını göremezsiniz ki. çevirdiğimiz halkayla bizim onu ısıttığımız ateşin etrafında Hasan yine çağırır bizi çantamızdaki fazlalıklarımızı atmaya, önce çekinirsiniz belki ama birdaha deneyin "Bir daha bakın" o zaman olur, emin olun ateşe kusmak eğlencelidir. Siz de olanları atın, sizi atacak bir siz daha yok, en son siz kalırsızınız.

 Popomun üstünde kaydım, düşmememiz için Tufan tuttu bizi, Hasan yolu gösterdi , anlattı, Kerem  yanımızdaydı ve dostlarım ellerini uzattılar ,bastığımız yerleri gösterdik birbirimize. Ferdi çok güzel tostlar yaptı, Utku çadır kurmayı öğretti, Ebru çok güzel yemek yaptı.  "Neden?" dedirten, herkesin birbirini ve kendini anlamaya çalıştığı, aileyi sorgulatan bir toplulukla tanışmış oldum. Artık Isınmak istediğimde toprağa otururum, beni saran dumanı düşünürüm ve karanlıkta bir ölçüt olabilen yıldızların, üzerine  yazdıkları duman kokulu tişörtümü giyerim.

 Onun gibi "Kendimi keşfettim" demek istiyorum

:D


Orhan Zihni Saka

 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..