21 Kasım 2023 Salı

Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı

                                    Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı


Yola çıkmamızdan birkaç gün önce alınan bir ihbarın, bu ihbar uğruna hiçliğin ortasına dalan 8 mağaracının ve bir miktar briketin hikayesidir bu.


İhbar, 12 Eylül günü Karaman’ın güneybatısındaki Sarıveliler ilçesinden Mağara Araştırma Derneği’ne geliyor. (sonradan öğreniyoruz ki mağara Başyayla ilçesine bağlı Başköy’de bulunuyor) Kontağımız Ali Hoca bize mağaranın küçük bir girişten büyük bir galeriye çıktığını ve devamında 10 metre civarında bir iniş olduğunu bildiriyor. Bunun yanı sıra mağaranın içerisinde aktif su olduğunu öğreniyor ve yola çıkış için planlamaları yapmaya başlıyoruz.


(batmobile karaman öncesi sanayide)


Öncesinde 5 kişilik bir ekiple planlamaya başlıyoruz ve tek çadırda kalmaya çalışsak öncelikle çadırın sağlığını sonrasında kendi sağlığımızı tehlikeye atmış olur muyuz diye düşünürken, bir şey olmaz diyoruz ve tek çadır fikrinde karar kılıyoruz. Sonrasında Ahmet’in vize alamamasından ötürü ekip 4 kişiye düşüyor ancak kısa sürede çözüp tekrar ekibe dahil oluyor. Bu noktadan sonra ekibe 3 kişi daha katılıyor ve 8 kişi oluyoruz. Malzeme hazırlandıktan ve herkes günlük işlerini hallettikten sonra akşam Rudis’te buluşmaya ve sonrasında Mağara Araştırma Derneği önünden yola çıkmaya karar veriyoruz. Aybüke ve Arda sonradan dahil oluyor ve Rudis’ten derneğe doğru yola çıkıyoruz. Arabalardan bütün malzemeleri indirip eşit şekilde paylaştırarak (Ahmet bu noktada gömleğini çitlere astı) araçlarımızı ve çok da rahat olmayacak bu yolculuk için kendimizi hazırlıyoruz. Bir arabada Ahmet, Vişne, Ezgi ve Arda diğer arabada Mete, Ercan, Enes ve Aybüke olmak üzere arabadaki muhabbetin seviyesinin ve diğer kişilerin akıl sağlığının korunması için araba başına 1 kadın koyup 2 ekip yapıyoruz.


23.00 itibariyle yola çıkıyoruz, müzik ve muhabbet eşliğinde sakin geçen 2 saat sonrasında yolculuğun stabilitesini Vişne “Abi çorba!” diyerek bozuyor, ancak istediğini hemen alamıyor. Yolda bir miktar “Bamyacı” mı yoksa düz çorbacı mı diye konuşuyoruz ve sonrasında “bamyacı” nın halihazırda kapalı olmasından ötürü yolun sağ tarafında gördüğümüz “Baraka” isimli bir yerde durarak çorba içmeye karar veriyoruz.


(Baraka)



Küçük bir “Arabaşı nedir?” tartışmasından sonra çorbalarımızı bitiriyor, hesabı Meteye ödetiyor ve kalkıyoruz. Kesene bereket Mete.


Yolculuğun buradan sonraki kısmı hiçliğin ortasında akıl sağlıklarımızı korumaya odaklanarak geçiyor, Konyalı insanların alışkanlıkları, sevdikleri aktiviteler ve bir takım psikanaliz muhabbetlerinden sonra Konya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerine küfrederken mağarada yiyecek hiçbir şey almadığımızı fark edip Taşkent’ten alırız diyerek bu derdi de geçiştiriyoruz. Bulunduğumuz konum itibariyle bol bol Issızlığın Ortasında dinleyerek yolculuğumuza devam ediyor ve saat 03.20 de küçük bir mola veriyoruz.


Ercan bir anda bu tarz yolculukların en önemli noktasının kavun olduğunu söylüyor ve yol kenarında gördüğümüz ilk kavuncuda duruyoruz. Soğuktan titreyerek kavunları kesiyor ve kirlenmeye aldırış etmeksizin yiyoruz. Afiyet olsun.



                                                                  (Kavunlar ve mağaracılar)


2 saat daha gittikten sonra saat 05.20 civarında Taşkent’e varıyoruz. Arabaları uygun bir yere çekip sabaha kadar dinlenmeye karar veriyoruz. Ahmet ve ben (Enes) arabadan çıkıp gökyüzünü fotoğraflıyoruz ve birer sigara içtikten sonra Ahmet bir takım gaz işleri için uzaklaşıyor. Bu sırada ben arabaya gidiyor ve uyumak için yerleşiyorum.


Sabah saat 7.30 gibi Ercan, Ahmet, Mete uyanıyor ve yöresel ürünler satan bir esnaf ile muhabbet etmeye başlıyorlar, sonrasında ben uyanıyorum ve esnaf abimizin türlü hikayelerini dinliyoruz. 



(Vişne) 



Saat 9.20 de kahvaltıya oturuyoruz. En küçüğü belirleyip (Aybüke) çay almaya gönderiyoruz. Kendisi biraz ağlıyor ve devam ediyor. Yaklaşık 5 dakika sonra 5 ekmeği tüketiyoruz ve Aybüke’yi ekmek almaya gönderiyoruz. Yine ağlıyor. Seni seviyoruz Aybüke. Gelen 2 ekmeği de gömdükten sonra kahvaltımız bitiyor ve esnafın ikramları karşılığında teşekkür için karpuz ve kavun almaya gidiyoruz ancak işler planlandığı gibi gitmiyor biraz pahalıya mal oluyor, esnaf abimiz bizi fazladan birer karpuz ve kavunla gönderiyor. 2 kavun 2 karpuzumuz oluyor. Canı sağ olsun.



(Soldan sağa Metehan, Arda, Aybüke, Enes, Ercan, Vişne, Ezgi)



Taşkent’in güneyine doğru, görkemli Toros dağlarının arasından yola çıkıyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra kontağımızın verdiği buluşma noktasına varıyoruz. Barçın camiinin önünde gözlerimizi güneye çevirip kontağımızı beklemeye başlıyoruz. Yol kenarındaki bir dükkana ait bir arkadaşımız geliyor, hepimize kendini sevdiriyor ve sonrasında dükkana geri dönüyor. Birkaçımız cami duvarına yatıp dinlenirken birkaçımız yol kenarında volta atıyor, uzunca bir bekleme sonrasında kontağımız Ali hoca ailesi ile beraber geliyor, tanışıldıktan sonra Ahmet ve Mete arabaları alıp patikayı takip ediyor, araçların yükünün hafiflemesi adına biz patikayı yürüyerek çıkıyoruz. Patikanın ucundaki birkaç hanelik yerleşkeye vardığımızda Ramazan dayı bize sesleniyor, Ali hoca ile beraber oraya doğru gidiyoruz, Ramazan dayı ve hanımı bize soğuk bir şeyler ikram ediyor, kendisi de bir yörük olan Ramazan dayı bize 2 güzel şiir okuyor ve sonrasında mağarayı bulmak üzere Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben yola çıkıyoruz. Bu sırada döşeme ekibinin geri kalanı (Ahmet, Vişne, Aybüke) hazırlanmak üzere kampa gidiyor. Evden 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında epey dar yatay bir giriş göze çarpıyor, mağaranın girişi burası.


Mağaranın girişinde Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben biraz etrafa bakınıyoruz. İkili bize bölgedeki mağaralara tek bir el feneriyle girdiklerini, bir şey olmadığını anlatıyorlar. Biz de mağaraya ekipmansız, eğitimsiz girilmemesi gerektiğini, yaptıklarının kötü sonuçlar doğurabileceğini tatlı sert bir dille anlatıyoruz. Mağaralardaki kurtarma operasyonlarının ne denli zor ve uzun süreçler olduğundan bahsediyoruz. Pek işe yaramışa benzemiyor olsa da gözlerinin korkmuş olmasını ümit ediyor ve devam ediyoruz. Yakınlarda birkaç küçük mağara olduğundan bahsediyorlar. Ercan onlarla bu konuşmalara devam ederken ben de kampa doğru hazırlanmaya gidiyorum.


Kampa vardıktan 20 dakika sonra hazırlığımızı tamamlıyor, ağırlıklarımızı yüklenip kayalıklarda yuvarlanmamaya çalışarak mağaraya doğru yola çıkıyoruz. Yolda araziye ufaktan küfrediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra mağaraya varıyor ve son hazırlıklar için mağara önünde mola veriyoruz. Bu sırada Ercan ve kontağımız geliyor, bize katılıyor. Hazırlandıktan ve çıkış/rescue saatlerini belirledikten sonra mağaraya girmek üzere harekete geçiyoruz.



                                                  (Mağara ekibi; Vişne, Aybüke, Ahmet, Enes)



Önden ben gidiyorum, mağaranın ağzı dar olduğu için hurçlarımızla geçmek zor oluyor, elden ele hurçları geçirdikten sonra hem kontağın verdiği bilginin tam aksine çıkan mağara hem de definecilerin azimle kazdığı 3 metrelik çukur (tuzak resmen) bizi ufak bir dumura uğratıyor ve sözde kocaman olan küçük galerideki kolları incelemeye başlıyoruz, tam karşıda kalan 2 kol var, bir tanesi birkaç metre gidip kapanıyor, diğeri ise neredeyse başlamadan bitiyor. Vardır bi bildikleri, belki burası değildir diyip üçüncü kola doğru hareket ediyoruz. Bu kol da daral başlıyor, hurç ritüelini tekrarlayıp aşağı doğru giden darala dalıyoruz. Birkaç metre sonra kol genişliyor ve ıslanıyor. Geniş bir menderes halini alan kolda yürümek mümkün olduğu için rahatça ilerliyoruz ve dikine daralan bir noktada köylünün bahsettiği “10 metre civarı iniş” karşımıza çıkıyor. Uygun bir noktadan aşağıya bakıyoruz ve bir de ne görelim, insanların burayı inmek için kullandığı, üstünde basamak olarak işlev görmüş paslı kalın çiviler olan çürük bir kalas. En fazla 4 metre olan inişin bacalanarak inilemeyeceğine ve orada duran koca kalasın da bacalanmaya çalışılırsa tehlike yaratacağına karar verip kuşanıyor ve döşemeye başlıyoruz. Ahmet ve Vişne döşemeyi planlarken ben inişe yakın bir noktada baca yaparak mağara tavanından doğal emniyet alıyorum ve hattımızı kurmuş oluyoruz. Backup için bir bolt çakıyoruz, backupı alıyoruz ve inişe sırayla başlıyoruz (bu olaylar esnasında Vişne fantezilerinden bahsedip bütün menderesi takıl-geç istasyonları ile döşemek istediğini söylüyor, keşke yapsaydık) . Önden Vişne ve ben inip kalası daha uygun bir pozisyona çektikten sonra Ahmet ve Aybükenin inişi için bekliyoruz, onlar da indikten sonra şöyle bi arkamıza bakıp 17 metrelik ipi sadece çamura bulamak için mağaraya sokmuşuz gibi hissedip devam ediyoruz. Yanımızdaki gereksiz malzemeyi kalasa asıp yola koyuluyoruz. Mağara daralarak ilerliyor, küçük bir gölet -diz boyu ve en fazla 1 metre çapında- geçtikten sonra ileride aşağıya doğru giden bir daral görüyoruz. Aramızdaki en küçük insan olan Aybüke’yi önden gönderip daral devam ediyor mu etmiyor mu bakmasını istiyor ve beklemeye koyuluyoruz. Çok geçmeden Aybüke devam ettiğini ancak sığılamayacağını söylüyor, arkasından Vişne gidiyor, uzunca bir süre daralı geçmeye çalışıyor. Bu sırada aşağıdaki darala iyice girmiş olan Aybüke mağaranın devam etmediğini ve tıkandığını söylüyor. Vişne tam daralda tıpa olduğu sırada gelen bu bilgi yüreklere su serpiyor. Bunlar olurken ben ve Ahmet mağaranın bize sunduğu güzellikleri şekillendiriyor, birbirimize fırlatıyor ve muhabbet ediyoruz. Vişne daralı benim de denemem gerektiğini ve çok keyifli olduğunu söylüyor ancak pek oralı olmuyorum. Aybüke de çıktıktan sonra mağaranın ilerisi hakkında konuşup devam etmediğine karar veriyoruz. Dönüş yolunda mağaranın yarattığı hayal kırıklığını çok umursamayıp kendimize eğlenceler yaratarak devam ediyoruz. Bir yandan da haritalama için aldığımız verileri kontrol ediyoruz. Hem döşemeyi hem haritalamayı yaptığımız için toplama ekibinin girdiği zahmete değmeyeceğini düşünerek mağarayı toplayıp çıkmaya karar veriyoruz. Bu sırada “10 metrelik iniş” kısmına geldiğimizde kuşamlarımızı kontrol ediyor ve yukarı çıkıyoruz. Yukarı çıkıp hattı topladıktan sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Bir noktada durup mutlak karanlık isimli mağaracı ritüelini gerçekleştiriyor ve mağaradan çıkmak üzere tekrar yola koyuluyoruz. Geldiğimiz yolu aynı şekilde geri döndükten sonra mağara önünde oturup biraz dinleniyor, barbunya pilakilerimizi yiyor ve kampa doğru yola çıkıyoruz.


(Mağara çıkışında Ahmet bir şeyler buluyor, arkada Aybüke)


Kamp yolunda kayalardan bir miktar fosil topluyor, yuvarlanıyor ve sonunda kampa varıyoruz. Vardığımızda toplama ekibi tulumlarına girmiş yatıyordu, bunu görüyoruz ve fırsattan istifade biz de biraz dinlenmek üzere oturuyoruz. Bir süre sonra ekip uyanıyor ve mağaranın girmeye değer olmadığını, döşemeyi, haritalamayı ve toplamayı yaptığımızı ancak girmek istiyorlar ise döşemenin hazır olduğunu söylüyoruz. Anlattığımız şeyleri göz önünde bulundurarak mağaraya girmemeye karar veriyorlar ve buradan sonra ne yapacağımıza karar vermek için toplanıyoruz. Kamp alanındaki briketler ve meyve ağaçlarının gübrelenmesi hakkında biraz muhabbet edip asıl konuya dönüyoruz. Bu sırada köylülerden bir çift yanımıza gelip bizimle sohbet ediyorlar, mağaradan çıkan ekibe gözleme ikram ediyorlar ve afiyetle yiyoruz. Konuşmamızdan sonra Silifke’ye, Ercan’ın memleketine doğru yola çıkmaya, sonrasında denize girmeye karar veriyoruz. 


Hızlıca toparlandıktan sonra arabalara atlayıp yola koyuluyoruz. Bu kısımda çok bir şey yaşanmıyor. Torosların tepesinde, virajlarla dolu bir yolculuk geçiriyoruz. Keban barajı sandığımız bir barajda 2 dakika durup Ermenek barajı olduğunu öğreniyoruz, barajın güvenlik görevlisi belli etmese de cehaletimizle dalga geçip gönderiyor bizi. Uzun bir yolculuk sonunda Silifke’ye varıyoruz. Ercan bize yengeç ısmarlamak istediğini söylüyor, yengeç yemeye hızlıca karar verip araçları uygun bir yere çektikten sonra yengeç bulabileceğimiz mekanları gezmeye başlıyoruz, ilk girdiğimiz ve tabelasında “YENGEÇ” yazan mekanda sanırım görünüşümüzü beğenmediklerinden dolayı yengeçlerinin kalmadıklarını söylüyorlar. Bu mekana güzel sözcükler ettikten sonra ikinci gittiğimiz yerde de aynı söylemle karşılaşıyoruz, ancak bu sefer gerçekten yengeç olmadığını düşünüyoruz. Bir miktar yürüdükten sonra Cancan Restoran isimli bir yere giriyoruz ve sonunda siparişlerimizi verip oturabiliyoruz. Ben ve Ercan hariç ekipteki kimse daha önce yengeç yemediği için biraz zorlanıyorlar, küçük bir yengeç yeme dersinden sonra Mete hariç herkes güzel bir arpa suyu eşlikçisi olduğunu düşünüyor ve yavaşça ziyaretimizi sonlandırıyoruz, hesapları ödedikten sonra araçlara doğru yola koyuluyoruz ve Ercan’ın evine doğru yola çıkıyoruz. 2 kişi arabada, 4 kişi evin önüne attığımız çadırda 2 kişi de evde şeklinde bir uyku planı yapıyoruz. Çadırı kurarken Arda’yı yeni gelin ilan ediyoruz, herkes uyku lokasyonlarına geçiyor ve geceyi sonlandırıyoruz.



Sabah oluyor.

Saat 7.32 civarı ben uyanıyorum, çadırdaki insanları zar zor aşıp çadırdan çıktıktan sonra her yerimin tutulmuş olduğunu fark edip kendimi parktaki kaydıraklardan birine atıyorum. Sonrasında Ercan ve Mete’nin yattığı balkondan bir gümbürtü (osuruk) geliyor. Uyandıklarını anlıyorum ve Ercan uyandığını gruba mesaj atıyor, çadırdaki ve arabadaki insanları uyandırmaya başlıyoruz. Zor olsa da uyanıyorlar ve bir süre parkta muhabbet ettikten sonra eve gidip Ercan’ın ailesi ile tanışıyoruz, bizi çok güzel ağırlıyorlar. Kahvaltı için masaları kuruyor ve hazırlık yapıyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz, dolandırıldığımız kavunlardan birini kesiyor ve yiyoruz. Bolca muhabbet ettikten sonra masaları topluyoruz, vedalaşma ve el öpmelerden sonra hep beraber arabaların yanına gidiyoruz. Bu sırada HÜMAK’ın fahri üyelerinden olan Mamu (Ercan’ın kardeşi, Erhan) bize birkaç hediye veriyor ve vedalaşıyoruz. Denize girme planımız için çok geç olduğuna karar verip yolumuzun üstünde kalan Çatalhöyük’e gitmek için yola koyuluyoruz.


Çatalhöyük’e doğru bütün bu maceranın en sıkıcı yolculuğunu geçiriyoruz. Hava sıcak, boşluğun ve hiçliğin ortasında uzunca bir yolculuktan sonra kavun yemeye duruyoruz. Bolca sıvı tüketip kavun yedikten sonra arabalara tekrar biniyoruz, kısa bir süre sonra Çatalhöyük’e varıyoruz ve Ahmet bize uzun uzun Çatalhöyük’ü anlatıyor. Bolca kültürlendikten sonra ziyaretimizi sonlandırıyoruz. Dönüş yolunda Konya üzerinden gideceğimiz için yolda yemek yiyecek (etli ekmek denen saçma sapan şeyden başka) bir şey bulmakta güçlük çekiyoruz. Yarım saatlik bir yemek arayışından sonra haritalardan bulduğumuz bir lokantaya doğru çeviriyoruz arabaları. Gittiğimiz yer kapalı çıkıyor ve yanındaki kebapçıya gitmeye karar veriyoruz. Ortalamanın altında lezzetli ancak yüksek fiyatlı yemeğimizi yedikten sonra çok da memnun olmayarak dönüş yoluna geçiyoruz.


(Ekip, Çatalhöyük)


Yorgunluğun yarattığı sessizlikle birlikte Ankara’ya doğru gitmek üzere hiçliğe tekrar dalıyoruz. Konya ovası sw…


Şarkılar dinleyip bolca uyuyarak yolda buraya yazmaya değecek hiçbir şey yapmayarak yolculuğu geçiriyoruz. Saat 20.47 itibariyle Ankara’dayız. Birkaç gün sonra dernek evinde buluşup birkaç cümlelik faaliyet toplantımızı yapıyoruz :D 

Ardından adeta Morca’ya inmişiz hissiyatı verecek kadar kirli durumda olan ekipmanımızı temizliyor ve faaliyeti bitiriyoruz.




danke schön liebling


-Enes GÜLER


 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..