Her şey o gün sabahın ilk vaktinde başladı. Herkes aynı heyecanla okula geliyor, aynı amaç için buluşuyordu. Hatta biri, direkt o gün için kütüphanede kalıyor öylesine benimsemişiz yani. Otobüslerin gelmesiyle o gün tamamen başladı diyebiliriz. Herkes bir şekilde yardım etmeye çalışıyor, çabalıyordu. Artık ilerleyen dakikalarda "elden ele" mantığıyla çoğu işi hızlıca halledip yola koyulduk. Teker dönüş saati başlamıştı. Herkeste heyecan, o şevk ,o istek vardı; yani belli oluyordu. Kızılcahamam'a varana kadar faaliyet sorumlularının kısa açıklamalarından sonra sohbetin, muhabbetin dibine vurduk yol uzun. Herkes bir şekilde kendini tanıttı derken, bir anda raportör seçimi yapıldı. Ben bizzat gönüllü olsam da bir kaç kişi olmamak için çabaladı; işin sonunda onları seçtiler. Sohbet ederken bir an bizim otobüs durdu vardık diye durmadık yanlış anlaşılmasın. Bir yerde bir sıkıntı var, belli ki... Derken, Buse'yle Burak'la sohbet sırasında bir anda "Burak!" sesi geldi. Jandarma Burak'ı çevirmişti. Burak sakin sakin jandarmanın yanına gitti; sorun olmadığını anladıktan sonra yola devam ettik. Ağaçlar artık bodur olmaktan çıkmıştı. Fikrimce, "ağaç" diyebilecek büyüklüğe, koca koca ağaç ya diyebilecek uzunluğa gelmişti. Bir Trabzonlu olarak ki bunu atlayamayacağım. Ankara'da gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, en Trabzon hissettiğim yerdi. HÜMAK bana küçük bir karadenizsel atak yaşatmadı değil. Teşekkürler HÜMAK.
Böyle bir fotoğrafla ne demek istediğimi daha iyi özetleyebilirim. Otobüsten inip son hazırlıkları yapıp yürümeye başlamadan önce tulum ve mat almak için sıraya girdik. Son hazırlıklar saatlerce yürümeden önce son demlenmelerdi.
Herkes çantaya bir şey
koyma, düzeltme derdindeydi. Şimdi, bu anlardan geçmiş sonradan bakan bir göz
olarak şunu net bir şekilde, daha doğrusu hem fikir olabileceğimiz şekilde
söyleyebilirim ki
herkes birbirine nasıl yardım ediyor yardımlaşma ruhu geçmiş belli ki. Mat, tulum derken Hacettepe klasiğidir-bir sıraya girdik. Sonra artık hazırlık bitti derken, asıl olay olan yola koyulduk. Yolun uzun olacağına dair şüphem yoktu ama 6 saat sürmesi bana da şok oldu toplam kısa kısa üç molayla yolu bitirmiştik. Ama yolda sızlananlar, "Kaç dakika kaldı?", "Sonraki molaya ne kadar var?" diyenler...duymadığımız şeyler değildi. SON BEŞ DAKİKALAR! Ah, O son beş dakikalar...
Burada artık ilk molamızı
verdiğimiz yerdeydik. Daha yolun başındaydık. Herkes bir şeyler atıştırıyor, yola
tekrar koyulmaya hazırlanıyordu. Yürümeye devam ederken birden Şipşak Ahmet’in
kamerasına yakalandık. Faaliyet sonrası herkesin kendini aradığı o fotoğraflar...Bir
kaç tanesini göstermeliyim atlanmaması gereken fotoğraflardan bir kaç tanesi.
Böyle fotoğrafları görünce daha iyi iddialı oluyor sanki. Artık yol bitti, kamp alanına vardık. Herkesin derin bir "Oh!" çektiğini hissettiğim an...Kamp alanına vardığımızda kamp ateşi yanıyordu. Bir kaç kişiyi de görünce kamp alanının orası olduğu kesinleşmişti. Sonrasında çadır sorumlularımızla birlikte çadırı kurduk. Kısa günün karı (kısa gün şüpheli) bize yeni çadır düşmüştü, ilk kullanan biz olmuştuk.
Bu ateşin başında oturmanın bile verdiği hissi galiba yazarak hissettiremem. Bizzat bu yaşanmalı. Uyumaya geçmiştim artık. Ateşten uzaklaşmakla soğuğun peşimi bırakmaması bir olmuştu. Sabaha karşı beş derecelere düşecekti sıcaklık. Masum masum uyku tulumuna gireceğimi sanarken fermuarı bulamamam bir oldu. Uyku tulumu bozukmuş! Asla unutmam artık o uyku tulumunu iki numaraydı. Mıh gibi aklımda. O an üşümek çadır sorumlusuna haber vermekten daha kolay geldiği için kendimi uyuyabileceğime inandırmıştım, haksız da çıkmadım. Uyudum. Üstüme sonradan uyku tulumu atılmış, daha iyi durumdayım belli ki. Sabahın yedisinde çalan alarmımla uyandım. Neden sabahın yedisine alarmım vardı bilmiyordum, o an bana da şok olmuştu. Kalktık ateşin başında dün kaldığımız yerden sohbete devam ettik. Sonra Ayşe'yle birlikte domates doğramaya başladık. Nurdan soğanları kesiyor, Olgun biberleri doğruyor, kızlarda biberleri yıkayıp kesiyor derken menemen hazırlıkları başlamıştı. Uyanmayanlar uyandırıldı, menemen pişmeye başlamıştı. Burak var gücüyle karıştırıyordu ekip işiyle kahvaltıda bitmişti. Artık saat, tekrar yola koyulmaya başlanmak için tamamdı. Çadırlar kaldırılmaya başlandı, yavaş yavaş herkes kendi çadırını kaldırıp mıntıka temizliğine başlamıştı.
Burada artık her şey
tamamlanmıştı. Son bakış...Artık Işık Dağı'ndan ayrılmadan, Şipşak Ahmet’in
fotoğraf makinesiyle toplu fotoğraf çekildik. Herkes son ayarlanmalarını yaptı,
koskoca ekip kadraja sığmaya çalıştık. Evet... Ben çok kadraja sığmayı
başaramamışım, belli ki.
Yola çıktık. Aynı yoldan gitmiyorduk; geldiğimiz yönden farklı yönden gidiyorduk. Altı saat yürüyüşe hazırdık aslında. Öyleydim. Yürüyüş devam ederken, bir yer gelirken mola verdiğimiz yere de yola da benziyordu orasıymış zaten. Daha kestirme bir yoldan dönüyorduk, yolda anlamış oldum. Dönüşün sıkıntılı yanı sadece çöpleri taşıma kısmı oldu diyebilirim. Bence buna oradaki çöpü taşıyanlar katılacaktır bir iç ses olarak. Bir zaman sonra ona bile alışıldı; o bile göze gelmemeye başlamıştı. Yürümeye devam ederken artık mola vereceğimiz yere gelmiştik. Dinlenirken drone uçurdular, hazırlanıp tekrar yola koyulduk. Artık otobüslere çok az kalmıştı; yaklaşık 2 saat yürümüştük. Matları ve tulumları teslim ettik, "elden ele" aynı faaliyetin başında yaptığımız gibi eşyaları araca yükledik. Ekip kalabalık olduğu için işler o kadar kolay ve kısa sürüyordu ki...Artık biz de araçlara binmiştik; teker dönüş saati gelmişti. Aracın az gitmesiyle durması bir olmuştu. Meşhur pideci daha genel tabirle güzel bir yemek yerinde pideler yenilmişti. Tekrar araca yerleştikten sonra Beytepe istikametine varmak üzere yola çıktık. Yorgunluktan bitap düşenler oldu, uykusuna yenik düşenler oldu. Fırsattan istifade Ayşe fotoğraflarını çekmişti otobüste uyumanın karşılığı olacaktı yani. Küçük küçük kestirmelerle, arada uykuya dalmalarla Beytepe'ye varmıştık. El birliğiyle eşyaları odaya yerleştirip günü kapatmıştık. Herkesin bu yorgunluğunu yarın uyandığında gideceği ders almıştır diye düşünüyorum. Son olarak, şahsen bunları söylemeden bu yazıyı bitirmek istemiyorum: Kızılcahamam'ı bu kadar çekilebilir kılan şey tamamıyla ekipti. Herkesin bu kadar kolay iletişim kurması, utanmadan sıkılmadan rahat hissedebilmesi, rahatlıkla etrafındakilerle sohbet edebilmesi...Bu güven ortamını ,o sıcaklığı sağlayan ekipti. O güne dönüp baktığımızda herkesin kafasını kurcalamadan rahatlıkla bunlara söyleyebileceğine eminim. Yürürken son kalan beş dakikalar, kimsenin yolun sonuna, kamp alanına ne kadar kaldığını bilmeyişi, inceden inceden yorgunluklar, sızlanmalar. Kimsenin bu faaliyetin böylesi geçeceğini bilmeyişi...Bazen eksileriyle daha da çok artılarıyla, beklemediği şeydi ama dönüp baktığımızda ve faaliyet konusu açıldığında tek kişinin bile faaliyetin zorluklarından bahsettiğini duymadım. Herkes faaliyeti konuştuğunda, içindekileri söylerken son cümleyi yürünen o saatlere, ısınmak için verdiğimiz o çabalara her şeye hakkıyla değerdi diye bitiriyor o günü. Uzun lafın kısası, demek benim gibi düşünen onlarcası var. HÜMAK bunu dahası bu duyguyu ilk faaliyette yaşatabilmesi gerçekten kültüründen mi, yılların verdiği tecrübelerden mi, doğasından mı, samimiyetinden mi hangisinden geliyor bilmiyorum belki hepsinden yazamadığım daha fazlasından geliyor. Ama herkes adına söyleyebilirim ki: İyi geliyor. Kamp alanına vardığımızda herkesin yüzündeki vatan gülüşü, ateş başı sohbet, söylediğimiz şarkılar, ortamdaki o ambiyans belki de uzun zamandır herkesin bulamadığı o dinginlikti, sakinlikti sıradan hayatın durak noktasıydı. Herkesin hayatında unutulmaz bir tecrübeydi. Her şey için teşekkürler HÜMAK.
Sena İLHAN



