15 Haziran 2017 Perşembe

TİLKİLER MAĞARASI ANISI

    TİLKİLER MAĞARASI ANISI


  

    Türü: Yatay Mağara
   Rakım: 150 metre
   Derinlik: -159 metre
   Uzunluk: 6650 metre
   Bölge: Akdeniz
   İl: Antalya
   İlçe: Manavgat
   Köy: Tilkiler
   Faaliyet Tarihi: 5-10 Haziran 2017
   Anıyı Yazan: Pınar Şahin
   Faaliyet Sorumluları: Pınar Şahin, Ercan Şahin ve Baran Saldanlı
   Mağarayla İlgili Bilgiler:
http://www.tayproject.org/Magara.fm$Retrieve?MagaraNo=12019&html=cave_detail_t.html&layout=web


Yine bir demir almak günü gelmişti zamandan. Bizimle ilk kez yolculuk yapacak olan Süleyman abimizin biz gerçek anlamdaki demirleri- testere, güğüm, tüp, tencere- alırkenki yüz şekilleri görülmeye değerdi; çünkü çocuklar konforlu yolculuk etsin diye kapmış deri koltuklu gıcır otobüsü gelmişti. Mağaracı konfordan ne anlar :) Yerleşme çabası bir yandan, arkamızdan hüngür hüngür ağlayan Ankara bir yandan zorlukla yerleştik bu yolculukta başına neler geleceğini bilmeyen aracımıza. 05.06. 2017 günü saat 18.30 da hareket ettiğimizde araçta Şükrü'yü köprüde attığımızı saymazsak tam 12 mağaracı ve ilerleyen saatlerde mağaradan nefret edecek olan Süleyman abimizle birlikte 13 kişi vardı Bendeniz Nartjan, Baran, Melike, Töre, Pelin, Ercan, Gürhan, Pınar( Halil Abi), Burhan, Vişne, Kuzu... Bomba ekip, çok patlamalı... Ankara hüngür hüngür ağlayadursun biz "sen ağlarsın, biz gideriz" modunda yola çıkmış olmanın verdiği mutlulukla "Vallahi gidiyoruz " naraları atlamaya başlamıştık bile. Gölbaşı'nda alışveriş için 40 dakikalık verdiğimiz moladan 20. 00 gibi kurtulup tekrar yola koyulduk. Yol... Yolsuz... Yolsuzluk... Fena... Viraj... Korku... Tedirginlik... Google Maps... Köy yolu... TÖVBE... 

Görsel olarak baktığında bile bir hastanın son düzensiz kalp atışlarını andıran sadece bakarken eğlenceli içine girdikçe Allah inancını yükselten bir yoldu kendileri. Km hesabını 1100 km verdiğimiz için ekstra gezintide bıdı bıdı olmasın diye en kısa yolu bulmaya çalışırken sanıyorum, hatta eminim ki, babayı buldum. Uzun süredir kullanılmayan hissi veren, eşek bile sürülmeye korkulan, bir kaza yapsak nerede olduğumuz bulunmayacak, sadece köyleri birbirine ince bir ip gibi bağlayan, iki aracın karşılaşınca birinin asfalta kadar angarya çıkması gereken- ki imkansız- haritadan silinmesi gereken bir yoldu. Haritadan silinmesi gereken bir yoldu... Haritadan silinmesi gereken bir yoldu... Ben hiçbir yerde görmemiştim ki haritada kalan km 32 desin kalan süre 95 dakika... Anlatabiliyor muyum? Melike'nin uyuyup uyanıp gelmedik mi demesi, Ercan'ın hiç uyanmaması ve Baran ve ben dışında diğer herkesin, bu korkunç geceyi uykuda geçirmeleri onlar için harika benim içinse tırnaklarımı sıkmaktan deldiğim avucumun adına kötü bir deneyimdi.

Sonunda sahur saati nihayet Tilkiler Köyü'ne vardığımızda ışığı yanan bir köy evine adres soralım derken az daha polisle merhabalaşıyorduk. Nereden bilelim bula bula akılca biraz zayıf ve yalnız yaşayan bir kadını bulduğumuzu. Polis lafını duyunca kaçarak uzaklaştık ve çektiğimiz yolu sağ salim geldiğimiz için şükretmemizi isteyen Tanrı yolumuzu camiye çıkardı. Tabii ki şükrettik. Bekledik cemaatten birine sorarız diye ama ya camide cemaat yoktu ya da konu çok derindi. Çıkan olmayınca Muhtar Ali amcayı aramak durumunda kaldım.  Tabii o da o kadının durumunu anlatıp bize mağarayı tarif etti. Tarif edilen ikinci köprünün ayağındaki zeytin bahçesini ve karşısında dere yatağının yanındaki mağarayı da bulunca kampı attık oradaki bizim için hazırlanmış gibi görünen alana. Bizim için hazırlanan yer olmadığını öğrenmemize henüz saatler var. İlk ekibi saat 10.30 da sokma kararı alıp 3 saat de olsa uyumak için çadırlarımıza çekildik. Avuç içlerimin ağrısıyla 10.00da kahvaltı için uyanmak üzere ben de uyudum. 

Sabah kahvaltı telaşından sonra Nart, Melike, Vişne, Gürhan ve Kuzu'dan oluşan ekibin yolcu etmek üzere mağara girişine birlikte yürüdük. Kamp alanına 100 metre var yok. Mağara ağzına geldiğimizde bir şeylerin ters gittiği gibi bir hava dolaştı. Mağara fotoğraflarını görenler buraya hiç benzemediğini söyleyince Akümak'tan birilerine ulaşıp bilgi almak istedik. Yiğit İbrahim ve Hüseyin'e teşekkürlerimizi iletmemek olmaz ki çok ilgilendiler. Fotoğrafları onlara atınca 'çok yanlış gelmişsiniz' cümlesini duyar gibi oldum. Bizim kamp alanımız da mağaramız da bizim kamp alanından 1 kilometre kadar köy tarafında kalmıştı.  Emre'nin (itümak) attığı konumla mağara alanına gidip 8 kişi dağılıp aramaya başladık. Kuzu ve Melike bu seferki hazinenin sahibi olma şansına erişip bizimle paylaştılar çığlıkları eşliğinde. 10.30daki ekip 13.45 sarkmıştı ama yorgunluk dışında hiçbir gerginlik yoktu.


Bu arada onur konuğumuz Murat'ım Çopur'um bir saat içinde oradayım diye aradı ve yaklaşık saat 14.30 gibi kamp alanında motorunun hırıltısını duydum. Minik minik yaptığımız mağara muhabbetlerinden ya heves gösterdi ya da içindeki var olan heves canlandı bilmiyorum ama geldiğine herkesin en az benim kadar sevinmiş olmasına çok mutluyum. Tatlı bir üç gün geçirdik hep beraber. Buradan hemen mağaraya bağlayalım. Ekibi beklerken baraja kaçan gerçekten 'Kaçık' arkadaşlarımıza doğru bir yürüyüş yapalım dedik. Asla yürüme mesafesinde olmayan-en azından o sıcakta-  yaklaşık 8 kilometre gibi bir yol tepip baraja giren Töre, Burak, Pınar, Ercan dönüşe geçmişlerdi.


Yolda karşılaşıp kampa -benim için de çantamı unutacağım- Yaylaalan okul servisi ile döndük ve ben çok geçmeden ayıkınca Murat sağ olsun motoruyla bir kaç kilometre sonra servisi yakalayıp çantamla geri döndük. Çok sıcaktı ama ne yapayım :) Leyla gibi. Bu arada Sayın Diker de bize evinden 20 kilometre uzakta olduğumuz için orada katıldı sabah 6 sularında tatlış ailesiyle, şeref verdi. Ekibi beklemeye başladık.  Hesabımızca 7.30 gibi yemeklerini hazırlarız derken ekip 5 gibi ufukta göründü. Sırtlarında geri getirdikleri bot ve hurçlara dikkat etmeden nasıldı diye heyecanla etraflarını sardık ama maalesef suni tünelden asıl mağaramıza geçisteki 5 metre kadar olan tırmanış başarılı olmadığından onlar da civarda kendilerini tatmin edecek mağara aramış, minik minik bir iki tane gezip geri dönmüşlerdi. Biz de en azından gelmişken görelim diye 8 kişilik bir ekiple (bize yine kamp alanında uzunca bir yol yürüyüp otostop çekerek katılan Akümak'tan İbrahim de aramızdaydı (sonra faydasına ayrıca değineceğiz)) bir kilometrelik yola düştük.

Gerçekten çok aksiyonlu, ayakta yürümekten yorulduğumuz Bolu dağı tüneli misali bir mağaraydı. İbrahim'in işte buradan devam ediyor yol diye gösterdiği tırmanış yerinde herhangi bir ize rastlamadık (Olay yeri inceleme) ve ipsiz bile çıkılabilecek kanısındaydık. Lakin tam altındaki 60 metre dikeyi görene kadar 5 metre tırmanış 65 metre düşüş. O suni mağarada tatsız yaptığımız mutlak sessizlik ve mutlak karanlıkta kafaları kurcalayan bir şey vardı. Acaba doğru yerde mi uğraşmışlardı? Kampa döndüğümüzde ateş başındakiler ile minik bir tartışma sonunda yanlış noktada yol aramış olma ihtimallerini düşünüp- herkesin içinde sabah denize gitme hayali varken, birinci görevimizin ve orda bulunma sebebimizin mağara olduğunu hatırlayıp- Nart ile verdiğimiz ortak kararla bir kez daha yüklenip mağaraya gitme kararı aldık. Sabah bir kez daha yılmadan bir ekip bu kez İbrahim'in de eşliğiyle mağara yolunu tuttu. Süleyman ağabeyimize de dağ havası iyi gelmişti bizi malzemelerle mağara alanına bırakıp geldi. Tekrar kampa beklediğimiz kadar geç dönmeyen ekip, güzel haberlerle döndü. İlk göleti geçmiş- ki çizme ile geçilen bir yermiş Normalde- 2. gölete kadar ilerleyip dönmüşlerdi. Mağaraya girme hevesi sıcak yüzünden düşen geri kalan ekip bu haberle kendini toplayıp hızlıca mağaranın yolunu tuttuk. Murat ve Töreye Kuzu tarafından hızlandırılmış kursla ipte güvenlik amaçlı kuşatılıp tırmanmaları sağlandı. Murat yıllardır yapıyor gibi herkesi şaşırtacak derecede uyum sağladı. Oldukça kaygan zemin suyun çok da eski bir zamanda orayı terk etmiş olmadığını ispatlar gibiydi. Kaygan zemin ve kopan taşlar riskli ama kazasız bir tur yapmamıza izin verdi.


Diğer ekipte "taaaşş" narasını izleyen 3 arkadaşımız hala hayatta :) Denenilse devam edilecek bir mağaraydı ama bazen çok zorlamamak gerek. Kampa döndüğümüzde yine gizliden herkesin aklında "çok şükür bir şey olmadı" düşüncesi sayesinde canlı kalan bir heves olduğuna eminim.




Harika bir patlıcan yemeği arkasından paraları toplayıp Murat ve motoru sponsorluğunda 15 kilometre mesafede satış yapan bir yer bulup nevalelerle geri döndük. Çok uzun sürmeyen tatlı bir ateş başı ile Tilkiler köyü kampımızı sabah en geç 10.30 da toplamış olmak üzere anlaşıp uyuduk ve nitekim sabah da öyle oldu. 10.30 da teker döndü. İbrahim'le asfalt yola çıkınca vedalaşıp yolumuza Manavgat merkeze doğru devam ettik. Yaklaşık iki buçuk saat bankamatik yemek gibi işlemleri halledip akşam yine bize katılma şartı ile Burak'ı orda bırakıp benim Ankara'dayken konuşup sıcak bulduğum İsmail abinin camping alanına doğru sürdük arabamızı. Side 3 kilometre bizim alan 15 kilometre idi ama şansımı denemek istedim ve "iyi ki" diyeceğim bir alan çıktı karşıma. Kamp alanının üzeri gölgelikli, mutfağın hemen yanında merdivenlerden inince 50 adım sonra denize girebileceğimiz, resmen bizi ayrılmış koca bir sahil, mis gibi bir deniz, voleybol sahası, şezlonglar... Şansımız yaver gitmişti ve her köşesinde ayrı bir güzellik olan Mavi Cennet Camping de yolumuz düşmüştü. Birkaçımız çadırları kurarken birkaçımız denize girmişti bile.



Deniz acıktırır diye hemen bir yemek hazırlığına başladık. Resmen çocuklarıyla yazlığa gelmiş anne gibiydim. Melike de aşağı kalmadı, Pınar da. Çocukları kremleyip denize yolluyorlar; ben de yemeği yapıyordum. Murat bizimle bir gün daha konaklayıp gitti son akşam yemeğimiz de başarısız bir karaoke denedik. Onda başarısızdık ama mükellef bir sofra etrafında toparlanmakta çok başarılıydık. Mangalımızı yaktık, (mangal konusunda alkış Vişne ve Töreye gidiyor) salata eşliğinde İsmail abi ve eşinin de katılımıyla çok keyifli, kolayla kafa bulduğumuz bir geceydi. Noktayı da Birik'imin yaptığı pastalarımızla süsledik. Yemekten sonra sahile gelen karette karettaları duyunca bir heyecan indik sahile. Onları bulamadık ama ay ışığını bırakıp tekrar çıkamadık da. Üşüyerek saat ikiye kadar bir kısmımız sahilde bir kısmımız çadır yanlarında son gece uyumadan geçirme çabasındaydık. Gaza gelip denize atladığımı duş alırken fark ettim :) Uyuduğumuzda (ki uyurken gördüğüm en güzel manzaraydı, en güzel geceydi)bu kez de gideceğimiz için deniz kudurmuş gibiydi. Sabah bir gireriz dediğimiz deniz "gideceksen durma" diyordu resmen. İzin vermedi dalgalar. Toplanırken ağır ağır hareketler bizi ele veriyordu. Kimsenin gidesi yoktu.



Elimizde ne kaldıysa katarak yaptığı harika melemeni ile kahvaltıya renk katan Nart'a da teşekkürlerimizi sunuyoruz. İlk kez kahvaltıda tavuk yedim, güzelmiş. Kimsenin yemek yoktu diye sızlamadığı, hep ben şunu yaptım demediği, sürekli gülümsediğimiz, benim arada bir gereksiz yere yükselmelerimi affedersiniz harika bir kamptı. Kontrollü olma hastalığımı sizinle atlatmak niyetindeyim. İlk teşekkürümü davetimi kırmayıp bize katılan Çopur'uma, sonra kendisini aşıp çadırında çok az zaman geçirerek kamp boyunca aktif olan Baran'a, katılarak bizi mutlu eden ve yol yakınken mağarada doğru yolu bulmamızı sağlayan ve kendi kurallarını asla çiğnemeyerek bir kez daha saygımızı kazanan Akümak İbrahim'e, çocuklarımızın yanmasına müsaade etmeyen Melike ve Pınar'a (ayrıca fotoğraflar için), vişne sularına idareli kullandığı için Vişne'ye, eğitim ve rehabilite destekleri için Kuzu'ya, kampımızın minik sevgi pıtırcıkları Pelin ve Nart'a, odun konusunda başta Tanrı olmak üzere Ercan ve Gürhan a ve kaprislerimi çeken Burhan'a teşekkür ediyorum.


Dönüş yolunda asla harita açmadım, açmam bundan sonra. Konya'da tabii ki verdik molamızı. Dönerken Süleyman abi bizim için kadrolu şoför mertebesine ulaşmış gibiydi. Artık bir Töre ve Baran hayranı. E tabii onlar da Süleyman abi hayranı. Töre'nin lafıdır "abi ben çok sevdim bu abiyi kavgaya gidelim dese gidilir". Artık Süleyman abi candır.  Kısacası her şeyiyle, aksilikleri ile bile, sizinle harika bir kamp oldu. Kişiliklerinize sağlık. İyi ki varız be :) Hadi yine gidelim. Yarım kalmış ilişkilerim arasına Mencilis’ten sonra burayı da yazıyorum. Yine geleceğim Tilkiler, bu sefer uzun yoldan... (bu arada Nart'ların tırmandığı düz duvarın nereye gittiğini de merak etmiyor değilim:))








1 yorum:

Unknown dedi ki...

Bi daha?

 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..