17 Ekim 2024 Perşembe
Vişne'nin Hasreti: Tilkiler, Anı Yazısı
12 Mart 2024 Salı
GÖNLÜMÜN THE KEYİ HAMAMBOĞAZI
Bir İlk Dikeyim Anı Yazısı
efendim herkese selamlar sevgiler saygılar, zat-ı halleriniz
nicedir inşallah. Ben aşkın.
Bu yazı üşenmeyip yazılmaya büyük bir adım atılmasıyla
ortaya çıkmıştır.
Büyük emekler vererek ve verilerek Srt eğitimimi alıp
değerlendirmemi verdikten hemen sonra 8-10 Mart 2024'teki ilk dikeyim olan hamamboğazı mağrası
faaliyeti hakkında konuşacağım.
Her faaliyete böbrek vererek gitmeye çalıştığımız bugünlerde
sadece 300 tlye gittiğimiz taptatlı bi faaliyetti bu. 2 saatlik yola 900 tl
istenmediği için nasıl sevindim anlatamam. fsler sağ olsun ego otobüsü kiralama
fikriyle geldiler ve süper de oldu. bu devirde 300 tlye faaliyet mi
kaldı!1!1!1! Buradan murat, aybüke ve berkay üçlüsüne teşekkürler.
faaliyet benim için rezalet başladı. dersten çıkıp otobüse
koşarken b12 eksikliğimle bir kez daha yüzleştim. her şeyimi almayı unutmuşum;
kafa lambası, çadır, eldiven, uyku tulumu... Yemek yemeyi de unutmuşum.Kendini
de unutsaydın be aşkın mı dediniz? Kendimi de unuttum bi saat gecikerek :)
Eksik kalır mıyım? Egoya geç kalıp otobüs kaçırmak alışkanlık olmuş. Gelir
gelmez herkes tarafından sövüldüm, evet tarafından. Hümak değişiyor mu ne
oluyor? Nerede o 2 saat geciktiğimiz çooook eski (!) günler?
Araç kalkmadan hemen önce şüheda çekti kenara beni. SRT
vermemin şerefine üstünde kartal olan bi broş hediyesi almış. Dedim ne alaka?
"Srt'de sürekli göklerde kartal gibiydim söylediğin
için"
Göklerde kartal gibiyim!!!
[ Bunun dışında değerlendirmeyi verdikten sonra tuvalette
tebrik edip çikolata hediye eden ebruya ve otomattan su hediye eden tuğberke de
teşekkür ediyorum :) ]
Sonrasında biricik kamp dostum sarp'ın sırf kamp kokacak
diye gelmeyeceği gerçeğini öğrendiğim o an geldi. Çantasını hazırlamış,
giyinmiş gelmiş ve sırf çayın yanına kamp atacağız diye gelmedi. Bu gaylik şaka
mı? ( Alici'nin deyişiyle: Homoseksüel gaylerden bahsetmiyorum.)
Sarp otobüsle evine yakın yerde ininceye dek inanmadım
gideceğine, sonra üzülerek veda ettim. Neyse ki çadırı unuttuğum için sarp'ın
çadırına çökebilmiş oldum.
Molasız, çorba içmeden gidilen faaliyet mi olur dediniz
yaptık. 2 saat sürdü yol. Kamp alanına
varınca çadırlar kuruldu. (KURULAMADI)
Toprak maksimum üç santim ilerliyor sonrası taş zemin.
Yaklaşık yirmi dakika çağla ve canla kazık çakmaya çalıştık. Her iki dakikada
bir çadıra bakıp bi sorun var ama ne? diye sorgulayınca acaba temel kampçılığı
tekrar mı alsak diye düşünmedim değil :) Konuya mete dahil oldu, yardımcı ipini
bana feda etti ve çadırı birazcık da olsa düzelttik. İpi de geri vermeyi
unuttum fırsattan istifade mete özür dilerim... İp nerde bilmiyorum...
Benim çadır bitince çağlayla vişnenin çadırı aradık. Çadırı
bulamayınca serdara soralım diye çadırına gittik. Kuzuyu serdarı ve aliyi üst
üste basacağımızı nereden bilebilirdik ki? Serdar dur artık be adam.
Neyse çadır bulundu, kurulmaya çalışıldı. Teknolojinin
ilerlememesi gerektiğine karar verdim bunu yaparken. Şova ne gerek var, düz
üçgen çadır al geç işte. Neden kendine bahçeli gotik otağ alıyorsun arkadaşım
ya? Polü bi yerden sokuyoruz diğer yerden çıkıyor. En son çadırı ters çevirip
yatmalarına karar verip öylece bırakmıştık ki döşeme ekibi döndü. Vişne gelip
gotik otağsını düzeltti.
Ateş başında üçüncü ekibim rahatlığıyla dururken ikinci ekip
olduğumu ve dört saat sonra mağaraya gireceğimi öğrenince çadıra koştum ve
uyudum derin derin. Mete'nin çadıra aşkın aşkın aşkın diye seslenişleri ile
gece 4'te güne başladım.
Bro please come caving with me bro. We will wake up at 04.00
in the morning to enter the muddy cave for 4 hours.
Berkay'ın kafa lambası, birinin buffı, Burhan'ın eldivenleri, Enes'in yedek pilleriyle emanet bir şekilde çektim tulumları ve çıktım çadırdan. Sopsoğuk gecede tulumla
WC gidince bir ders aldım ki, tulumu giymeden önce gitmek lazımmış. Bu dersi
neden bu kadar geç aldım bilmiyorum. Ateşe koştum günaydınlarımla. Her kampta
olan Ahmet'in "Aşkın bu kadar neşeli uyanma artık." günaydınıyla
karşılığımı da alıverdim. Ahmetcimle sevgi dilimiz bu.
4'te uyanıp 7'de mağaraya nasıl girdiniz diye çok
soruldu. Enes'in prensesliği ve Mete'nin
alt kuşamı sağ olsun. Ahmet en son yumurtayı Enes'in ağzına kendi sokacaktı. 6
ya kadar ateş başında oyalanıp sonunda mağara yoluna çıktık. Srt vermenin ve
ilk dikeyin sevinciyle yolun eğimini de zorluğunu da takmamışım. Gözümü yola
çıkmadan önce kapadım ve mağrada açtım gibiydi. Ama o yola sövmeden de geçemem
şimdi.
Enesle yeni şarkımız "Kaya kaya kaya kaya"
Yaşamayan yoktur.
Mağraya vardığımızda ekip de yeni çıkmıştı. İlk dikeyi olan
erencimi kutlayıp ekibi de yollayıp heyecanım ve kendi ekibimle baş başa
kaldım.
O Oyalanmalar yeter mi? Kuşandık ve biraz da fotoğraf çekilme oyalanması yaptık.
Mete'nin avuç dolusu balık krakerleri ceylinle benim
ağzımıza sokması sebebiyle sabahın köründe Enes'in yeni aldığı ilk yardım
belgesi işe yarayacaktı ve Heimlich
manevrasını uygulamalı kullanacaktı az kalsın.
BALIK KRAKER TARAFINDAN BOĞULURKEN
Vee sonunda o an geldi. Enes ( biricik öncüm ) ipe girdi ve her
şey başladı. Enes'in bi arkasında ilerledim ben de. Desandöre oturduğum o ilk
anı asla unutmayacağım. " Allahım çok mutlu bi hayatım var " diye
yükseldim bi anda. Hayır yani hem çok mutlu bi hayatım yok, hem de Allah yok.
Neydi o anlamadım ben de.
İçimden dedim ki neden geçen sene vermedim ben bu srtyi. (Dönemdaş eğitmenlerime teşekkürler tekrardan. Her birinin ellerinden ve gözlerinden öpüyorum. ) Mağara süresince salon ve mağranın sıfır benzerliğe sahip olduğuna karar verdim.
Desandörün
mağradaki iple arasında bi' şeyler var demedi demeyin, salmıyor ipi. Bırak da
inelim aşağı daa. Sonunda ip booooş diye bağıracağım günleri de gördüğüme göre
ölsem de gam yemem.
Ha bir de, yataydaki taşla dikeydeki taş da farklıymış. Aynı
ekipte olunca Ceylin'in taş travmasını ilerideki meslek hayatımda dinleyeceğim
travmalardan çok dinledikten sonra pratikte de anlamını gördüm. İlk dikey
tavsiyesi: Dikeyde taş düşürmeyin, ha bir de ufo izleyen köylü edasıyla
başınızı doksan derece kaldırıp yukarıdaki mağracıyı da izlemeyin. Gözünüzün
içine dolan toz ve taş parçalarıyla gerçek mutlak karanlığı o zaman görürsünüz. Nerden bildiğimi sormayın.
Bir de salonda aman çizilmesin aman düşmesin diye
uğraştığımız ekipmanların mağradaki hallerini görünce canımdan can gitti. O
uğraşların "En azından salonda minimum zararı alsın" uğraşları
olduğunu anladım. İlerledik ilerledik ve saptırmaya vardık.
Enes: Aşkın şimdi karabinayı aç ipini ona geçir sonra
saptırmayı çıkar.
(Saptırmanın duvara bağlı olduğu karabinayı açıp saptırmayı
tamamen söker ve duvara yapışır. Enes mağrayı terk edip gitmek ister.)
Neyse konuyu saptırmayalım; Mağrayı diplediğimizde Alici'nin
taşlarla inşa ettiği şaheseri ile de karşılaşmış olduk. Özellikle Murat'ın
katkısıyla daha da estetik haldeydi. En dipte her yerde erkek cinsel organı
görmeyi ummazdım ama teşekkürler mağaracılık dünyası. Ayrıca da dikey
mağaranındibinde “MAL SENA” yazısı görmeyi de beklemiyorduk. Teşekkürler
bilinçsiz köylü dünyası. (Umarım yazan mağaracı değildir.)
Ceylin ve Mete'yi beklerken Enesle raveleme isteğimiz
kuvvetlendi bi anda. Gelen telefonda indirilmiş rave de yoktu. Bir gün sabah 8
de bir mağaranın dibinde kpop şarkıları ile raveleyeceksin deseler inanmazdım.
Sonrasında sürrealist fotoğraflar çekmeye başladık. Plaj pozları, Ali'nin
şaheseri... Mete ve ceylin geldiğinde molaya başladık. Evde salondaki ikinci
ışık vardır ya, açınca tüm dünyayı, zihinlerdeki karanlığı bile aydınlatır. Heh
işte o ışığı mete alıp gelmiş mağraya herhalde. Salon aydınlatması ile tatlı bi
mola vermiş olduk.
ENES THE WIZARD
+ Evet arkadaşlar Aşkın Karakulakla beraber -660 metredeyiz.
Merhaba, nasıl bi his aşkın?
-Merhaba enes, süper bi his. İlk dikeyim.
+ Ya -660 metre dedim neden ilk dikeyim diyon
-Ben ilk dikeyi -660 metrelik birisiyim belki
Mükemmel sohbetler, enes the wizard ve bol bol atıştırmalık,
ceylin'in birbirinden alakasız playlisti ve mete'nin salon aydınlatması ile bi
güzel molamızı verdik. Faaliyet sorumlularımız sağ olsun, 9 kişilik ekibe
koyduğumuz abur cuburların aynısını 4 kişilik ekibe koyunca bizim mola asla
bitmedi. Uzun süre sonunda (oyalanmak deyince de 2.ekip, biliyosun) çıkışa
geçtik.
CANIM EKİBİM
Mağrada jumarlamakla salonda jumarlamak birbirine zıt, konu
tartışmaya kapalı.
Ekipmanların ipe olan aşkından kaynaklı göğüste de ip
akmadığından napcam ben şimdi oluyosun o ilk jumarda. Sonra ortalara doğru
dağcı tırmanışına geçtiğini fark ediyosun. Bi ara jumarlarken basacak yer
bulamayınca olmuyo gelemiyorum napıcam şimdi diye kafayı yerken ayak bağımın
varlığını hatırladım. Kendi kendime olan tek bi cümle söylicem sadece:
-Ha doğru ya tek ip tekniğiydi bu
Sona doğru mağrada nasıl jumarlanır çözüyosun ve kapanış.
Sonrasında böyle böyle çıktık mağradan. Güzel tatlı komik
ekibim ve ben...
Enes telsize koştu ben arkasından çıktım. O ilk çıkışın
heyecanıyla jumarlar açık kalmış kekxeoxkeo Hemen telsize şikayet ediyor, şaka
mısın çocuk. Biraz anlayış be. Sonrasında ceylinle meteyi beklerken Kuzu'nun
cipsini yiyip benim telefondan rave açıp hedefimize ulaştık.
BİR TİTANİK COSPLAYİ
Kamp alanına indik ve
mis gibi kahvaltımızı da yaptık ( Sanki mağrada yeterince tıkınmamış gibi)
Bilmeyenler için kumanyamızın yeni inovasyonu: şnitzel
ŞNİTZEL USTASIYKEN
Kampta herkes 15 tane şnitzel yedi en az.
Şnitzelleri pişirdik doyduk ve oturduk ateş başına saat
13.00 falan.
Vee kampa hasret serhan tuğberk nurdan ve osman beyler
teşrif ettiler. Tuğberk ve nurdan'ın süper düper faaliyete cumadan gelmeme
bahaneleri sonrası tuğberke de iyi şanslar diledim ilk dikeyi için.
Osman gelir gelmez mete ve tarcanla iddalaştı. Kaleye kadar
bir saatte çıkamazsın, çıkarım, çıkamazsın, çıkarım. Böylece osman kot
pantolonuyla %89 luk eğimli yola, kaleye doğru koşmaya başladı. Başardı da, 15
dakikada kaledeydi.
Döndü ve duyduğu cümle
"Bir saatte çıkamadın. 15 dakikada çıktın."
Osman, dünya iyi kalpliler için bir cehennem. Terapi
düşünürsen saati 1500 tl. Beklerim.
Kuzu ve Burhan’ın fıtıkları sebebiyle(!) günümüz
siyasetçileri misaliyle koltuktan kalkmamaları; Burhanla ateş başında olan
şnitzelin iğrençliği, erkek tavuklar (?), seksolog mesleğinin iş tanımı ve
dahası üzerine derin sohbetlerimiz sonrası uykusuzluktan bayılacak gibi olduğumu
fark edince uyumaya gittim.
8 Mart kadınlar gününe özel toplama ekibimiz tamamen
kadındı.
Tuğberk mi diyim yoksa gerçek ismini sen mi söylemek
istersin Tuğba?
Veee başarılı bi şekilde toplayıp geldiler.
"Kadınlar yine erkeklerin arkasını topluyor"
-Burhan Taştan
Ardından süper bi uyku sonrası ateş başına geçtim. Baktım
toplama ekibi dönmüş yine şnitzel yiyor. Giderken de şnitzel yemişti...
Ali eren... N'aptın kulübe? Neden yazdın o gün şnitzeli o
listeye?...
Ardından ateşbaşında Kuzu'nun kovalent bağ neydi sorusuyla
başlayan kümülatif atom şakalarıyla bi süre eğleniyoruz.
Kovalent bağ emekti...
Tarcanla "dizimizdeki çıkıntılar" ortak noktamız hakkında konuşup yalnız olmadığımız için seviniyoruz.
Osgood schlatter.
Keltoş çağlacımla enes'in keloğlan şarkısı ile dalga
geçiyoruz bol bol.
Nını nını nı nı nıııı nı nı nı.
5 litrelik şalgam ısıtılıyor baharatlar portakallar
ekleniyor herkese döndürülüyor. Nasıl olduysa da bitmedi şalgam o gece.
Ali eren'in şov yapışıyla kuru otlar atılmaya başlanıyor ateşe.
"Kuru otlar
üstüne..."
Ali Eren'in sanki
ateş bir dakika sonra eski haline dönmeyecekmiş gibi
" Aşkım üşümüş , tabii büyütürüm ateşi. " yapışını
izledik hep beraber.
Keşke Ali eren bi gün çok şovcu biri olsa, her gün çok şovcu
biri olması çok zor.
Nevruz atlamaları başladı sonra. Çağla'nın mağarada sorun yaşamayıp nevruz atlaması yaparken bileğini burkması ve basamaması üzerine bir ara konuşmalıyız. Vişne'nin bi bira sonrası bana sarhoş muamelesi yapmasıyla aramızda hiç bitmeyecek bir mizah başlamış oldu. VİŞNE YEMİN EDERİM Kİ SADECE SAKARLIĞIMDAN DÜŞÜRDÜM SARHOŞ DEĞİLİM. Sonra vişneyle yine "sarhoş" felsefemizi yaptık; Kant neden haksız? Eleştirel şüphecilik mi metodik şüphecilik mi? Sokrates ve platon'un hatası neydi? Rasyonalistler neden kendilerini geliştirmeli? John locke ve diğer empiristler neyi atladı? Pozitivistler neden gecikti? Ha bir de Gülayla aramızdaki yeni " Sevgi lazım mı? " dili ile de arkadaşlığımızı üst seviyeye atlattık.
Böylece bir ateş başı daha sonlandı. Bi güzel uyuduk,
uyandık. Sabah erkekler neden daha az yaşar sorusunun cevabını alabileyim diye
bi sürüsünün karpitle şişe patlatma uğraşlarını izledim... Kahvaltı yumurtasını
kim yaptı bilmiyorum ama yediğim en güzel hümak kampı yumurtasıydı. Ellerinize
sağlık.
Sonrasında kamp bir güzel toplandı. Aybük'ün azarları
sonrası yine çağlamla çadırı topladık.
TELEFONUMU KAYBETTİM. Klasik.
Yaklaşık yirmi dakika aradıktan sonra tulum çantasında
buldum. Tulumu bastıktan sonra içine atmışım. Evet malım tuğba...
Faaliyet sorumlularının kadın toplama ekibine sürprizi pembe
ojeyi hümak erkeklerine ve kendimize de sürdükten sonra traktör geldi, bi güzel
yükledik. Enesle mükemmel sohbetler ederek römork üstünde egoya kadar olan
seyahatimizi tamamladık. Traktörcü abi'nin oğlu Serhanla konuştum biraz.
9.sınıfa gidiyormuş, takdir almış, kaz ticareti yapıyormuş, bazen hayvan
güdüyormuş, veteriner olacakmış, iki sene takılıp 11.sınıfta puding hafıza
alacakmış, birinci dönem biyolojide okul birincisi olmuş. Hümak'a davet ettim.
Üç beş seneye burada, bekleyin.
Ardından egoya eşyalarımızı yükledik ve okula doğru yol
aldık. 5 te okula varınca faaliyet hiç kesmedi. Böylece ilk dikey mağara
faaliyetimi tamamlamış oldum.
Mağarasıyla da kampıyla da gönlümü mest etti. Daha uzun,
daha zorlayıcı mağaraları tüm kalbimle bekliyor olacağım.
SRT gelin :)
Aşkın
A.S. KARAKULAK
21 Kasım 2023 Salı
Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı
Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı
Yola çıkmamızdan birkaç gün önce alınan bir ihbarın, bu ihbar uğruna hiçliğin ortasına dalan 8 mağaracının ve bir miktar briketin hikayesidir bu.
İhbar, 12 Eylül günü Karaman’ın güneybatısındaki Sarıveliler ilçesinden Mağara Araştırma Derneği’ne geliyor. (sonradan öğreniyoruz ki mağara Başyayla ilçesine bağlı Başköy’de bulunuyor) Kontağımız Ali Hoca bize mağaranın küçük bir girişten büyük bir galeriye çıktığını ve devamında 10 metre civarında bir iniş olduğunu bildiriyor. Bunun yanı sıra mağaranın içerisinde aktif su olduğunu öğreniyor ve yola çıkış için planlamaları yapmaya başlıyoruz.
(batmobile karaman öncesi sanayide)
Öncesinde 5 kişilik bir ekiple planlamaya başlıyoruz ve tek çadırda kalmaya çalışsak öncelikle çadırın sağlığını sonrasında kendi sağlığımızı tehlikeye atmış olur muyuz diye düşünürken, bir şey olmaz diyoruz ve tek çadır fikrinde karar kılıyoruz. Sonrasında Ahmet’in vize alamamasından ötürü ekip 4 kişiye düşüyor ancak kısa sürede çözüp tekrar ekibe dahil oluyor. Bu noktadan sonra ekibe 3 kişi daha katılıyor ve 8 kişi oluyoruz. Malzeme hazırlandıktan ve herkes günlük işlerini hallettikten sonra akşam Rudis’te buluşmaya ve sonrasında Mağara Araştırma Derneği önünden yola çıkmaya karar veriyoruz. Aybüke ve Arda sonradan dahil oluyor ve Rudis’ten derneğe doğru yola çıkıyoruz. Arabalardan bütün malzemeleri indirip eşit şekilde paylaştırarak (Ahmet bu noktada gömleğini çitlere astı) araçlarımızı ve çok da rahat olmayacak bu yolculuk için kendimizi hazırlıyoruz. Bir arabada Ahmet, Vişne, Ezgi ve Arda diğer arabada Mete, Ercan, Enes ve Aybüke olmak üzere arabadaki muhabbetin seviyesinin ve diğer kişilerin akıl sağlığının korunması için araba başına 1 kadın koyup 2 ekip yapıyoruz.
23.00 itibariyle yola çıkıyoruz, müzik ve muhabbet eşliğinde sakin geçen 2 saat sonrasında yolculuğun stabilitesini Vişne “Abi çorba!” diyerek bozuyor, ancak istediğini hemen alamıyor. Yolda bir miktar “Bamyacı” mı yoksa düz çorbacı mı diye konuşuyoruz ve sonrasında “bamyacı” nın halihazırda kapalı olmasından ötürü yolun sağ tarafında gördüğümüz “Baraka” isimli bir yerde durarak çorba içmeye karar veriyoruz.
(Baraka)
Küçük bir “Arabaşı nedir?” tartışmasından sonra çorbalarımızı bitiriyor, hesabı Meteye ödetiyor ve kalkıyoruz. Kesene bereket Mete.
Yolculuğun buradan sonraki kısmı hiçliğin ortasında akıl sağlıklarımızı korumaya odaklanarak geçiyor, Konyalı insanların alışkanlıkları, sevdikleri aktiviteler ve bir takım psikanaliz muhabbetlerinden sonra Konya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerine küfrederken mağarada yiyecek hiçbir şey almadığımızı fark edip Taşkent’ten alırız diyerek bu derdi de geçiştiriyoruz. Bulunduğumuz konum itibariyle bol bol Issızlığın Ortasında dinleyerek yolculuğumuza devam ediyor ve saat 03.20 de küçük bir mola veriyoruz.
Ercan bir anda bu tarz yolculukların en önemli noktasının kavun olduğunu söylüyor ve yol kenarında gördüğümüz ilk kavuncuda duruyoruz. Soğuktan titreyerek kavunları kesiyor ve kirlenmeye aldırış etmeksizin yiyoruz. Afiyet olsun.
(Kavunlar ve mağaracılar)
2 saat daha gittikten sonra saat 05.20 civarında Taşkent’e varıyoruz. Arabaları uygun bir yere çekip sabaha kadar dinlenmeye karar veriyoruz. Ahmet ve ben (Enes) arabadan çıkıp gökyüzünü fotoğraflıyoruz ve birer sigara içtikten sonra Ahmet bir takım gaz işleri için uzaklaşıyor. Bu sırada ben arabaya gidiyor ve uyumak için yerleşiyorum.
Sabah saat 7.30 gibi Ercan, Ahmet, Mete uyanıyor ve yöresel ürünler satan bir esnaf ile muhabbet etmeye başlıyorlar, sonrasında ben uyanıyorum ve esnaf abimizin türlü hikayelerini dinliyoruz.
(Vişne)
Saat 9.20 de kahvaltıya oturuyoruz. En küçüğü belirleyip (Aybüke) çay almaya gönderiyoruz. Kendisi biraz ağlıyor ve devam ediyor. Yaklaşık 5 dakika sonra 5 ekmeği tüketiyoruz ve Aybüke’yi ekmek almaya gönderiyoruz. Yine ağlıyor. Seni seviyoruz Aybüke. Gelen 2 ekmeği de gömdükten sonra kahvaltımız bitiyor ve esnafın ikramları karşılığında teşekkür için karpuz ve kavun almaya gidiyoruz ancak işler planlandığı gibi gitmiyor biraz pahalıya mal oluyor, esnaf abimiz bizi fazladan birer karpuz ve kavunla gönderiyor. 2 kavun 2 karpuzumuz oluyor. Canı sağ olsun.
(Soldan sağa Metehan, Arda, Aybüke, Enes, Ercan, Vişne, Ezgi)
Taşkent’in güneyine doğru, görkemli Toros dağlarının arasından yola çıkıyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra kontağımızın verdiği buluşma noktasına varıyoruz. Barçın camiinin önünde gözlerimizi güneye çevirip kontağımızı beklemeye başlıyoruz. Yol kenarındaki bir dükkana ait bir arkadaşımız geliyor, hepimize kendini sevdiriyor ve sonrasında dükkana geri dönüyor. Birkaçımız cami duvarına yatıp dinlenirken birkaçımız yol kenarında volta atıyor, uzunca bir bekleme sonrasında kontağımız Ali hoca ailesi ile beraber geliyor, tanışıldıktan sonra Ahmet ve Mete arabaları alıp patikayı takip ediyor, araçların yükünün hafiflemesi adına biz patikayı yürüyerek çıkıyoruz. Patikanın ucundaki birkaç hanelik yerleşkeye vardığımızda Ramazan dayı bize sesleniyor, Ali hoca ile beraber oraya doğru gidiyoruz, Ramazan dayı ve hanımı bize soğuk bir şeyler ikram ediyor, kendisi de bir yörük olan Ramazan dayı bize 2 güzel şiir okuyor ve sonrasında mağarayı bulmak üzere Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben yola çıkıyoruz. Bu sırada döşeme ekibinin geri kalanı (Ahmet, Vişne, Aybüke) hazırlanmak üzere kampa gidiyor. Evden 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında epey dar yatay bir giriş göze çarpıyor, mağaranın girişi burası.
Mağaranın girişinde Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben biraz etrafa bakınıyoruz. İkili bize bölgedeki mağaralara tek bir el feneriyle girdiklerini, bir şey olmadığını anlatıyorlar. Biz de mağaraya ekipmansız, eğitimsiz girilmemesi gerektiğini, yaptıklarının kötü sonuçlar doğurabileceğini tatlı sert bir dille anlatıyoruz. Mağaralardaki kurtarma operasyonlarının ne denli zor ve uzun süreçler olduğundan bahsediyoruz. Pek işe yaramışa benzemiyor olsa da gözlerinin korkmuş olmasını ümit ediyor ve devam ediyoruz. Yakınlarda birkaç küçük mağara olduğundan bahsediyorlar. Ercan onlarla bu konuşmalara devam ederken ben de kampa doğru hazırlanmaya gidiyorum.
Kampa vardıktan 20 dakika sonra hazırlığımızı tamamlıyor, ağırlıklarımızı yüklenip kayalıklarda yuvarlanmamaya çalışarak mağaraya doğru yola çıkıyoruz. Yolda araziye ufaktan küfrediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra mağaraya varıyor ve son hazırlıklar için mağara önünde mola veriyoruz. Bu sırada Ercan ve kontağımız geliyor, bize katılıyor. Hazırlandıktan ve çıkış/rescue saatlerini belirledikten sonra mağaraya girmek üzere harekete geçiyoruz.
(Mağara ekibi; Vişne, Aybüke, Ahmet, Enes)
Önden ben gidiyorum, mağaranın ağzı dar olduğu için hurçlarımızla geçmek zor oluyor, elden ele hurçları geçirdikten sonra hem kontağın verdiği bilginin tam aksine çıkan mağara hem de definecilerin azimle kazdığı 3 metrelik çukur (tuzak resmen) bizi ufak bir dumura uğratıyor ve sözde kocaman olan küçük galerideki kolları incelemeye başlıyoruz, tam karşıda kalan 2 kol var, bir tanesi birkaç metre gidip kapanıyor, diğeri ise neredeyse başlamadan bitiyor. Vardır bi bildikleri, belki burası değildir diyip üçüncü kola doğru hareket ediyoruz. Bu kol da daral başlıyor, hurç ritüelini tekrarlayıp aşağı doğru giden darala dalıyoruz. Birkaç metre sonra kol genişliyor ve ıslanıyor. Geniş bir menderes halini alan kolda yürümek mümkün olduğu için rahatça ilerliyoruz ve dikine daralan bir noktada köylünün bahsettiği “10 metre civarı iniş” karşımıza çıkıyor. Uygun bir noktadan aşağıya bakıyoruz ve bir de ne görelim, insanların burayı inmek için kullandığı, üstünde basamak olarak işlev görmüş paslı kalın çiviler olan çürük bir kalas. En fazla 4 metre olan inişin bacalanarak inilemeyeceğine ve orada duran koca kalasın da bacalanmaya çalışılırsa tehlike yaratacağına karar verip kuşanıyor ve döşemeye başlıyoruz. Ahmet ve Vişne döşemeyi planlarken ben inişe yakın bir noktada baca yaparak mağara tavanından doğal emniyet alıyorum ve hattımızı kurmuş oluyoruz. Backup için bir bolt çakıyoruz, backupı alıyoruz ve inişe sırayla başlıyoruz (bu olaylar esnasında Vişne fantezilerinden bahsedip bütün menderesi takıl-geç istasyonları ile döşemek istediğini söylüyor, keşke yapsaydık) . Önden Vişne ve ben inip kalası daha uygun bir pozisyona çektikten sonra Ahmet ve Aybükenin inişi için bekliyoruz, onlar da indikten sonra şöyle bi arkamıza bakıp 17 metrelik ipi sadece çamura bulamak için mağaraya sokmuşuz gibi hissedip devam ediyoruz. Yanımızdaki gereksiz malzemeyi kalasa asıp yola koyuluyoruz. Mağara daralarak ilerliyor, küçük bir gölet -diz boyu ve en fazla 1 metre çapında- geçtikten sonra ileride aşağıya doğru giden bir daral görüyoruz. Aramızdaki en küçük insan olan Aybüke’yi önden gönderip daral devam ediyor mu etmiyor mu bakmasını istiyor ve beklemeye koyuluyoruz. Çok geçmeden Aybüke devam ettiğini ancak sığılamayacağını söylüyor, arkasından Vişne gidiyor, uzunca bir süre daralı geçmeye çalışıyor. Bu sırada aşağıdaki darala iyice girmiş olan Aybüke mağaranın devam etmediğini ve tıkandığını söylüyor. Vişne tam daralda tıpa olduğu sırada gelen bu bilgi yüreklere su serpiyor. Bunlar olurken ben ve Ahmet mağaranın bize sunduğu güzellikleri şekillendiriyor, birbirimize fırlatıyor ve muhabbet ediyoruz. Vişne daralı benim de denemem gerektiğini ve çok keyifli olduğunu söylüyor ancak pek oralı olmuyorum. Aybüke de çıktıktan sonra mağaranın ilerisi hakkında konuşup devam etmediğine karar veriyoruz. Dönüş yolunda mağaranın yarattığı hayal kırıklığını çok umursamayıp kendimize eğlenceler yaratarak devam ediyoruz. Bir yandan da haritalama için aldığımız verileri kontrol ediyoruz. Hem döşemeyi hem haritalamayı yaptığımız için toplama ekibinin girdiği zahmete değmeyeceğini düşünerek mağarayı toplayıp çıkmaya karar veriyoruz. Bu sırada “10 metrelik iniş” kısmına geldiğimizde kuşamlarımızı kontrol ediyor ve yukarı çıkıyoruz. Yukarı çıkıp hattı topladıktan sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Bir noktada durup mutlak karanlık isimli mağaracı ritüelini gerçekleştiriyor ve mağaradan çıkmak üzere tekrar yola koyuluyoruz. Geldiğimiz yolu aynı şekilde geri döndükten sonra mağara önünde oturup biraz dinleniyor, barbunya pilakilerimizi yiyor ve kampa doğru yola çıkıyoruz.
(Mağara çıkışında Ahmet bir şeyler buluyor, arkada Aybüke)
Kamp yolunda kayalardan bir miktar fosil topluyor, yuvarlanıyor ve sonunda kampa varıyoruz. Vardığımızda toplama ekibi tulumlarına girmiş yatıyordu, bunu görüyoruz ve fırsattan istifade biz de biraz dinlenmek üzere oturuyoruz. Bir süre sonra ekip uyanıyor ve mağaranın girmeye değer olmadığını, döşemeyi, haritalamayı ve toplamayı yaptığımızı ancak girmek istiyorlar ise döşemenin hazır olduğunu söylüyoruz. Anlattığımız şeyleri göz önünde bulundurarak mağaraya girmemeye karar veriyorlar ve buradan sonra ne yapacağımıza karar vermek için toplanıyoruz. Kamp alanındaki briketler ve meyve ağaçlarının gübrelenmesi hakkında biraz muhabbet edip asıl konuya dönüyoruz. Bu sırada köylülerden bir çift yanımıza gelip bizimle sohbet ediyorlar, mağaradan çıkan ekibe gözleme ikram ediyorlar ve afiyetle yiyoruz. Konuşmamızdan sonra Silifke’ye, Ercan’ın memleketine doğru yola çıkmaya, sonrasında denize girmeye karar veriyoruz.
Hızlıca toparlandıktan sonra arabalara atlayıp yola koyuluyoruz. Bu kısımda çok bir şey yaşanmıyor. Torosların tepesinde, virajlarla dolu bir yolculuk geçiriyoruz. Keban barajı sandığımız bir barajda 2 dakika durup Ermenek barajı olduğunu öğreniyoruz, barajın güvenlik görevlisi belli etmese de cehaletimizle dalga geçip gönderiyor bizi. Uzun bir yolculuk sonunda Silifke’ye varıyoruz. Ercan bize yengeç ısmarlamak istediğini söylüyor, yengeç yemeye hızlıca karar verip araçları uygun bir yere çektikten sonra yengeç bulabileceğimiz mekanları gezmeye başlıyoruz, ilk girdiğimiz ve tabelasında “YENGEÇ” yazan mekanda sanırım görünüşümüzü beğenmediklerinden dolayı yengeçlerinin kalmadıklarını söylüyorlar. Bu mekana güzel sözcükler ettikten sonra ikinci gittiğimiz yerde de aynı söylemle karşılaşıyoruz, ancak bu sefer gerçekten yengeç olmadığını düşünüyoruz. Bir miktar yürüdükten sonra Cancan Restoran isimli bir yere giriyoruz ve sonunda siparişlerimizi verip oturabiliyoruz. Ben ve Ercan hariç ekipteki kimse daha önce yengeç yemediği için biraz zorlanıyorlar, küçük bir yengeç yeme dersinden sonra Mete hariç herkes güzel bir arpa suyu eşlikçisi olduğunu düşünüyor ve yavaşça ziyaretimizi sonlandırıyoruz, hesapları ödedikten sonra araçlara doğru yola koyuluyoruz ve Ercan’ın evine doğru yola çıkıyoruz. 2 kişi arabada, 4 kişi evin önüne attığımız çadırda 2 kişi de evde şeklinde bir uyku planı yapıyoruz. Çadırı kurarken Arda’yı yeni gelin ilan ediyoruz, herkes uyku lokasyonlarına geçiyor ve geceyi sonlandırıyoruz.
Sabah oluyor.
Saat 7.32 civarı ben uyanıyorum, çadırdaki insanları zar zor aşıp çadırdan çıktıktan sonra her yerimin tutulmuş olduğunu fark edip kendimi parktaki kaydıraklardan birine atıyorum. Sonrasında Ercan ve Mete’nin yattığı balkondan bir gümbürtü (osuruk) geliyor. Uyandıklarını anlıyorum ve Ercan uyandığını gruba mesaj atıyor, çadırdaki ve arabadaki insanları uyandırmaya başlıyoruz. Zor olsa da uyanıyorlar ve bir süre parkta muhabbet ettikten sonra eve gidip Ercan’ın ailesi ile tanışıyoruz, bizi çok güzel ağırlıyorlar. Kahvaltı için masaları kuruyor ve hazırlık yapıyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz, dolandırıldığımız kavunlardan birini kesiyor ve yiyoruz. Bolca muhabbet ettikten sonra masaları topluyoruz, vedalaşma ve el öpmelerden sonra hep beraber arabaların yanına gidiyoruz. Bu sırada HÜMAK’ın fahri üyelerinden olan Mamu (Ercan’ın kardeşi, Erhan) bize birkaç hediye veriyor ve vedalaşıyoruz. Denize girme planımız için çok geç olduğuna karar verip yolumuzun üstünde kalan Çatalhöyük’e gitmek için yola koyuluyoruz.
Çatalhöyük’e doğru bütün bu maceranın en sıkıcı yolculuğunu geçiriyoruz. Hava sıcak, boşluğun ve hiçliğin ortasında uzunca bir yolculuktan sonra kavun yemeye duruyoruz. Bolca sıvı tüketip kavun yedikten sonra arabalara tekrar biniyoruz, kısa bir süre sonra Çatalhöyük’e varıyoruz ve Ahmet bize uzun uzun Çatalhöyük’ü anlatıyor. Bolca kültürlendikten sonra ziyaretimizi sonlandırıyoruz. Dönüş yolunda Konya üzerinden gideceğimiz için yolda yemek yiyecek (etli ekmek denen saçma sapan şeyden başka) bir şey bulmakta güçlük çekiyoruz. Yarım saatlik bir yemek arayışından sonra haritalardan bulduğumuz bir lokantaya doğru çeviriyoruz arabaları. Gittiğimiz yer kapalı çıkıyor ve yanındaki kebapçıya gitmeye karar veriyoruz. Ortalamanın altında lezzetli ancak yüksek fiyatlı yemeğimizi yedikten sonra çok da memnun olmayarak dönüş yoluna geçiyoruz.
(Ekip, Çatalhöyük)
Yorgunluğun yarattığı sessizlikle birlikte Ankara’ya doğru gitmek üzere hiçliğe tekrar dalıyoruz. Konya ovası sw…
Şarkılar dinleyip bolca uyuyarak yolda buraya yazmaya değecek hiçbir şey yapmayarak yolculuğu geçiriyoruz. Saat 20.47 itibariyle Ankara’dayız. Birkaç gün sonra dernek evinde buluşup birkaç cümlelik faaliyet toplantımızı yapıyoruz :D
Ardından adeta Morca’ya inmişiz hissiyatı verecek kadar kirli durumda olan ekipmanımızı temizliyor ve faaliyeti bitiriyoruz.
danke schön liebling
-Enes GÜLER
29 Mayıs 2023 Pazartesi
Kuyluculardan Dağlı
En son gidildiği 2018 tarihinden
bu yana her sene gidilmek istenen ve birçok defa gidilmesi planlanan ancak
gidilemeyen mağara; Dağlı Kuylucu.
Ağız genişliği yaklaşık 50m.
Dikey uzunluğu, iki büyük şaftı ve tünel koluyla toplam 190m. Küre dağlarının
yüksek kesimlerinde yeni yeni oluşmaya başlamış akarsuların yeraltına dalarak
oluşturduğu bu mağaranın tavanının zamanla çökmesi sebebiyle obruk halini
aldığı düşünülüyor. Kamp alanının yakınlarındaki üç ayrı koldan beslenen akarsu
mağaraya yakın bir yerde yeraltına dalıyor ve mağaranın uzun duvarlarından
birini delerek dibinden 100m yükseklikteki büyük bir balkona dökülüyor. Düştüğü
yerde bir dev kazanı oluşturan şelale bu balkondan da aşağı kıvrılarak akıyor
ve mağaranın dibine dökülüyor.
Kastamonu’nun Şenpazar ilçesine
bağlı dağlı köyünün yakınlarındaki Dağlı Kuylucu (Kuyluç: Derelerin derin
yerleri, çukur, kuyu) Küre Dağları Milli Parkı’nın kuzeye bakan yüzünde, büyük
tepelerin arasındaki bir sırtta küçük tepelerle çevrili bir çukurun ortasında
oluşmuş bir obruk.
Yakınlardaki birkaç küçük akarsu
Dağlı Kuylucu’ya döküldüğü için bu mağaraya “suyun kaybolduğu yer” denmiştir.
Yerel efsanelerden en bilineni “kuyluç kızı” efsanesidir. Efsaneye göre
mağaranın dibinde bir kız yaşarmış, güzel sesiyle yakından geçen erkekleri
büyüleyip mağaraya çekermiş. Bizi mağaraya çeken kuyluç kızı değilse de en az
onun kadar güzel sesi ve görüntüsüyle kuylucun ta kendisi.
Bu mağara için bayram tatilini seçmek fazladan
bir gün kazandırması açısından çok mantıklıydı ancak bayram için ailesini
ziyarete gitmek isteyen mağaracıları ikilemde bırakması katılımın beklenenin
altında kalmasına sebep oldu.
Faaliyet sorumluları Murat ve
Gürhan başta olmak üzere birçok kişi hazırlık aşamasında emek verdi. Dilekçe
işleri, araç, kumanya, malzeme, döşeme planı gibi konular el birliğiyle
halledildi. Tabii ki bazıları daha fazla çalıştı. Yedek ipimiz yetmediği için
Mete’den kendi ipini istedik, matkabın şarjını doldurduk, yemekhaneden
kumanyayı aldık ve odada boş yapmaya başladık. Saat 17.00 gibi Ahmet Mete’nin
ipini aldı ve geldi. Ahmet geldikten sonra Beytepe köyü taraflarına alışverişe
gittik, 7 kişi. Saat 18’i biraz geçerken odaya geri geldik, kamp ve mağara
malzemelerini hazırlamaya başladık.
Kullanılmış ve bir süre açıkta
kalmış alüminyum battaniyenin bayat ekmek gibi dağılacağı üzerine bir tartışma
yapıldıktan sonra yemekhaneye gittik. Saat 20.00’da gelmesi planlanan araç 40
dakika kadar geç kalarak hümak saatine yabancılık çekmeyeceğini gösterdi. Aracı
yükledik ve saat dokuzu beş geçe 13,5 erkek 0,5 kadın yola çıktık. Faaliyete
katılan tek kadın Çağla’yı Çağlar abi ilan ettik fakat Çağlar abi faaliyetteki
erkekleri dişileştirebileceğini iddia etti. Olmadı…
Yol boyu şoför abi ile onlarca konuda derin sohbetler ettik, vatan kurtardık, piyasaları alaşağı ettik. Yolda çorbacı aradık ama bulamadık. Tuvalet ve sigara için durduğumuz benzinliklerden aldığımız atıştırmalıklar ve yemekhane poğaçasıyla idare ettik. Molalardan birinde Çağlar abi erkek tuvaletine girerek erkekliğini kanıtladı. Benzinliketeki kedi ve köpeklere mide yakan poğaça verdik, çok sevdile
Nihayet Şenpazar’ı da geçtik. Haritada gözüken asfalt yol heyelanlar sebebiyle çok fazla hasar görmüş. Başta, asfalt olması gerekip toprak olan yolun girişini kaçırdık, sonra geri dönüp küçük tereddütlerle ilerledik ve asıl toprak yola kadar geldik. Bu süreçte yağmur bir yağdı bir durdu.
Saat gece üç buçuğa doğru, aracın
gidebileceği son noktaya vardık. Üç kişi, vahşi hayvanları kaçırmak için
heyolayarak kampı kuracağımız alana kadar yaklaşık 300m yürüdük. Günlerdir azar
azar yağan yağmurlardan dolayı yollar fazlasıyla çamurluydu. Kamp alanına
varınca, su olmamasını umduğumuz açıklık alanda çadır kurmamızı engelleyecek
kadar su birikintisi vardı. Çadır yerlerine, ateşin konumuna ve derenin debisine
bakıp aracın yanına geri döndük. Bir yandan aracı boşalttık bir yandan da
eşyaları kamp alanına taşıdık. Kamp alanına gelen bütün eşya iki (2) matın
üzerine yığıldı ve tabii ki bazı eşyalar koca yığının üzerinden düşüp çamur oldu.
Ne yazık ki dere bulanık
akıyordu. Ertesi gün şoför abinin yerel halktan duyup söylediğine göre yakın
zamanda bir heyelan oluş ve su bu yüzden bulanıkmış.
Tüm eşyalar taşındı, yemek çadırı
kuruldu (Malzeme çadırı olarak Ahmet’in çadırının bagajını kullandık),
poğaçalar yendi. Üç kişi (Serkan, Murat ve ben (vişne)) mağaraya giden yola
bakmaya gittik. Dönüşte telsizi düşürdük ve geri dönüp telsizi aradık. Çok
yakın olduğu ve yollar çok dar olduğu için kolayca bulduk. Kampa dönünce yatıp
uyuduk.
Mağaraya 3 ekip (döşeme, turist
ve toplama) olarak girmeye karar verildi. Bu sayede döşeme ekibi öğlene kadar
uyuyabildi. Saat 11 gibi yemek yendi 12 gibi döşeme ekibi kamptan ayrıldı.
Döşeme ekibine sıcak su, fazladan bir telsiz ve diğer birkaç isteklerini
götürmek için birkaç kişi mağara ağzına gittik. Mağara ağzında suyun sesinden
birbirimizin söylediklerini anlamak çok zorlaştı.
Boltların sağlam olmasını beklediğimizden en
fazla birkaç bolt çakmamız gerekeceğini düşündük. Boltlar düşündüğümüz gibi çıkmayınca
hem çakılmış boltları arayarak hem delik deşik duvarda bolt çakacak yer
arayarak hem de hattı kurarak çok fazla enerji harcayan döşeme ekibi mağaraya
sırayla gir çık yaptı. Döşeme ekibi çay, helva, telefon ve meyve suyu istedi,
götürüldü. Döşemeye telsizden müzik dinletildi ama Gürhan müziği biraz depresif
buldu.
Döşeme devam ederken bir ekiple,
o günü ve ertesi günün sabahını çıkaracak kadar odun topladık. Barış bu kadar
odunun tüm kamp boyunca yeteceğini iddia etti, bizi tanımıyormuş gibi. Odunları
kurutmak için ateşin etrafına dizdik. Bir yandan da Enes uygun bir ağaca hat
açtı. Barış ve Enes bu hatta biraz çalıştı.
Öğleden sonra ateşin başına
dizildiğimizde birkaçımız gidip uyumuştu bile. Enes artık uykusunun geldiğini,
uyumadan ateş başına tenteyi açmak istediğini söyledi. “Zaten bu saatten sonra
yağmur göstermiyor, tente açmaya gerek yok.” Dedim. Biraz daha ateşi seyrettim
ve başım ağrıdığı için gidip uyudum. Bir süre sonra, daha tam uykuya
dalamamışken yağmur sesleri eşliğinde uyandırıldım. Tente asmak için yardımcı
ip istediler, verdim ve geri uyudum. Tedbiri elden bırakmamak gerekiyormuş.
Yatmadan önce ekip olarak (turist
ekip) cumartesi sabah altıda uyanmaya karar vermiştik. Planladığımız gibi
altıda uyandım ve çadırlarını bilmediğim ekibimin tamamını uyandırdım. Zaten
deneyebileceğim 3 çadır vardı. Tam kahvaltı hazırlamaya başlamışken döşemenin
daha bitmediğini, giriş saatimizin ertelendiğini öğrendim. Geri yattım.
Ben daha uyuyamadan Kuzu uyandı
ve çadırdan geri çıktım. Ekipler ve döşeme planı hakkında konuşarak kahvaltı
yaptık. Turist ekibin döşeme ekibine bindirme yapmasına karar verdik. Gürhan ve
Kerem mağaraya tekrar girmemeye karar verdiler. Kuzu ve Ahmet 06.40’ta kamptan
çıkış yaptı. 07.00’da Kuzu mağaraya giriş yaptı.
Uzunca bir süre Barış’ı uyandırmaya uğraştık. Bir
yandan kahvaltımızı yaptık bir yandan da tulum krizini çözmeye çalıştık. Gürhan
ve Kerem mağaraya ikinci defa girmeyecekleri için onların tulumlarını aldık.
Ekibin tamamına bu mağaraya girmeye uygun tulum ayarladıktan sonra yavaş da
olsa hazırlanıp saat dokuz gibi biz de mağara ağzına ulaştık.
Mağara ağzında, kısa bir süre,
döşeme ekibinin telsizden mağaraya girebilirsiniz demesini bekledik. Elimizde
olan sebeplerden dolayı yavaş hazırlandığımız için mağara ağzında çok
beklemedik. Döşeme ekibine bindirme yaptığımız için mağaraya altı kişi girmiş
gibi olduk. Kendi ekibimde üçüncü, döşeme ekibiyle birlikte sayarsak beşinci
olarak mağaraya girdim.
Ekibimden 2 kişinin ilk dikey
mağarası olduğu için biraz yavaş ilerledik ve mağarayı seyredecek bolca vaktim
oldu. Bana kalsa 3 saat daha durur izlerdim. İlk iki istasyondan aşağısı
görünmüyor. Üçüncü istasyona geldiğimde şelalesiyle, yeşiliyle, yükselen
sisiyle hafızamın “en güzeller” kısmına yeniden yerleşti. Heyelandan dolayı
bulanık akan suyun gri rengine rağmen.
Mağaranın yüksekliği ilk girdiğim
zamanki kadar etkileyici gelmedi, açıkçası yıllarca güzelliğini göklere
çıkardığım için görsel açıdan da büyülendim diyemem. Belki de gözlerim iyice
bozulmuştur. Ancak mağaralarda geçirdiğim onca zamandan sonra sanırım duygusal
bağ kurmaya başladım.
Bir tarafta mağaranın duvarının
ortasından dökülen şelale, bir tarafta mağaranın tüm duvarları boyunca hobbit
oyukları gibi oluşumlar, bir tarafta mağaranın ağzını bir taç gibi saran
ağaçlar, aşağı sarkan sarmaşıklar. İpin duvardan uzaklaştığı yerlerde durup
döne döne manzarayı izlemek…
Aşağı inip tünel (çatlak) kısmından da devam edince döşeme ekibiyle karşılaştık. Zaman sıkıntıları, boltların durumu ve ekibin yorgunluğundan dolayı ikinci şaftı döşemekten vazgeçtiklerini söylediler. Hep beraber kumanyalarımızı yedikten sonra döşeme ekibinden başlayarak çıkışa geçtik. İçine çöp doldurduğumuz fındık poşetini almayı unuttuğumuz için istemeden toplama ekibinin hayalleriyle oynadık.
Biz mağaradan çıkarken mağara
ağzında şoför abi dahil kalabalık bir ekip bizi karşılamaya gelmişti. Hatta
Gürhan mağara ağzına bir Starbucks şubesi bile açmış.
Biz mağaradan çıktıktan hemen
sonra toplama ekibi girdi. Kamp alanına dönüp üstümüzü değiştirdik, bir şeyler
atıştırdık (mükemmel patates kızartması) ve tekrar oduna çıktık. Benim odun
sevgimden dolayı biraz fazla odun topladık. Sonrasında üç kişi dolaşmaya ve
telefonun çektiği bir yerden şehir sorumlusuna mesaj atmaya gittik. Dönüşte çok
yorulduğumu fark ettim. Meğer hasta oluyormuşum.
Biraz ateş başında takıldıktan
sonra bir grup yemek yapmaya girişti bir grup da mağara ağzına toplama ekibini
karşılamaya gitti. Biz mağara ağzına vardıktan sonra çok geçmeden Murat ve
Alper mağaradan çıktı. Deniz ve Enes, şaftın ortasında hurç aktarmak için yakın
durmaları gerektiğinden ve benim mükemmel birleştirdiğim ipi sökmek için vakit
harcadıklarından biraz geciktiler. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i beklerken
biraz telaşlandık. Murat ilk birkaç istasyonu geçip bakmak istedi. Biraz inip seslendi,
ses ve ışık bağlantısı kuruldu ama şelalenin sesinden söylenenler anlaşılamadı.
Telsizlerimiz çeşitli sebeplerden dolayı çalışmıyor olmasaydı böyle bir
iletişim sorunu yaşanmayacaktı. Biz yukarıda durumdan habersiz meraklanırken
aşağıdakiler Murat’ın darlamalarına rağmen hat toplamaya uğraşıyorlardı.
Çok geçmeden herkes sağ salim
mağaradan çıktı. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i bırakıp alabildiğimiz kadar yük
aldık ve kamp alanına döndük. Yarım saat kadar sonra onlar da son malzemeleri
toplayıp geldiler. Akşam yemeğinde makarna vardı, Gürhan ve ben makarnaya ton
balığı ve yoğurdu karıştırıp yedik. Tüm ön yargılara rağmen çok güzeldi.
Yemekten sonra herkes sırayla konuşma yaptı. Konuşma aşamasını çok uzattığımızı birden saat gece 3 olunca fark ettik. Boğazım çok (gerçekten çok) kötü olduğu için arpa suyumu içemedim, onun yerine salep yapıp içtim. Kerem’in, fermante üzüm suyu şişesini matkapla açma projesini de izleyip çok da erken olmayan bir saatte uyudum.
Uyandığımda öğlen oluyordu. Kahvaltı ve toplanma derken yağmura yakalanmadan yola çıkabildik. 10 dakikayla kurtardık. Yolda yemeklik bir yer baktık ama bayramdan dolayı olsa gerek Kastamonu merkeze kadar çorbacı bulamadık. Bulabildiğimiz tek yer kuyu kebapçısıydı o da kişi başı 220 TL gibi bir fiyat verdi. Merkezde ilk gördüğümüz çorbacıya oturduk. Var dediği iki çorbası da bitti ve Enes zorla ezogelin içti. 40TL olarak anlaştığımız hesabı, ben dahil birkaç kişiden 50TL olarak aldı. Sonuç olarak Kastamonu merkezdeki Ahmet Karaman’ın yeri tavsiye edilmiyor.
Kampüse döndük eşyaları indirdik evlere dağıldık. Ertesi gün temizlikte çiğ köfte yapıldı. Temizlik salı günü de devam etti. Salı akşam saat sekizde, Atatepe yurdunun altındaki bir kafede (adını hatırlayamadım) faaliyet toplantısını başlattık. 12 kişi olmamıza rağmen toplantı üç buçuk saat sürdü. Temizlik bir gün daha devam etti ve faaliyet bitti.
Sol baştan ayakta olanlar;
vişne, gürhan, arda, kerem, serkan, öztürk, deliktaş
Sol baştan oturanlar;
enes, barış m., alperen, çağla(r), kuzu, murat