17 Ekim 2024 Perşembe

Vişne'nin Hasreti: Tilkiler, Anı Yazısı


Uyarı: Bu yazı başından sonuna kadar tilkiler mağarasına dair haddinden fazla spoiler içermektedir!

13-16 Eylül 2024; Antalya, Manavgat, Tilkiler Köyü, Tilkiler Mağarası
Faaliyet Sorumlusu: Vişne
Anı Yazarı: Murat Nohut
Anı Yaşarlar: Ahmet Onur Karaman, Çağla Canoğlu, Ebru Deniz Çalımlı, Emre Cem Emiroğlu, Murat Nohut, Ozan Şentürk

Selamlar HÜMAK
Yıllardır içimizde bir ukte kalan Tilkiler'e yıllar süren çabalar, denemeler ve vazgeçişlerle biriktirdiğimiz deneyim, gideremediğimiz özlem ve Vişne’nin azimli çabalarıyla nihayet gitmeyi başardık. Geçen sene Ali Eren, Vişne ve Aybüke’nin faaliyet sorumluluğunda hazırlıkları yapılan Tilkiler’in meteorolojik sebeplerle son gün iptal edilmesi hepimizde Tilkiler’e karşı bir aşk nefret ilişkisinin oluşmasına sebebiyet vermişti. Hevesimiz kursağımızda kalmış, faaliyetimiz başlamadan bitmişti. 
Bu seneki maceramızın ilk fişeği ise Vişne’nin Tilkiler grubuna bir “?” atmasıyla alevlendi. Vişne, geçen sene hissettiği Tilkiler'i artık daha çok düşünüyordu. 

Faaliyet öncesi ilk toplantımızı, benim Ankara'ya geldiğim ilk gün Tandoğan’da bir kafede yaptık. Tilkiler gibi bir mağara için Vişne’nin A4 boyutundaki haritasını yetersiz bulup hala daha yanımda taşıdığım A2 boyutunda bir Tilkiler haritasını çıkartmasam olmazdı. Cem abi, Ebru, Vişne, Ozan ve şehir sorumlumuz olacak Gülay’la alacağımız malzemeleri ve kumanyaları, mağaradaki rotamızı, rescue saatimizi AKÜMAK’a vereceğimizi konuştuk. Toplantı sonrasında ise MAD’a geçtik…
Ahmet’in gelemeyeceği aşağı yukarı belli olunca ufukta beliren kara bulutlar, Vişne’nin araç kiralama kararıyla dağılmış; bu karar, sıcacık bir güneşle yüreğimizi ısıtmıştı. Ertesi gün malzemeleri hazırlamak için kulüp odasına geçecektik ki bir aksilik daha… ***  
Odaya girdikten sonra malzemeleri hazırlayıp hangi şişme botun daha sağlam olduğunu tespit etmek için botları şişirdik. Ertesi güne botu toplamak, kumanyayı almak, rescue ipini basmak ve yola çıkmak dışında pek bir iş bırakmamıştık. Ertesi sabah Ebru ve Çağla kumanyayı teslim almış, kalan işleri halletmişti. Bir bot diğer bota göre daha sönüktü. Şişik olan botu toplayıp hurca bastık. Vişne ve Cem abi de gelince onların araçları yükleyip 15.20’de Beytepe’den harekete geçtik. Gölbaşı Çağdaş markette VİP mağara hurcu ve kamp için alışverişimizi yaptık. Konyada müdavimi olduğumuz Ayyıldız Etli Ekmek’e Cem abinin sürüş kabiliyeti ve benim kopilotluk becerilerimle Vişne'nin araçtan 20 dakika daha erken vardık (19.20). O sırada Ebru’nun kırılan gözlüğünü patex ile yapıştırdık, eskisinden daha sağlamdı artık. Karnımızı da iyice doyurup 20.40ta tekrardan yola koyulduk. Manavgat tarafında Tilkilere gidecek olan yol ayrımına saptıktan hemen sonra bir benzincide buluşup yakın takiple yola devam ettik. Solda Tarihi Tilkiler Mezarlığı’nı gösteren sarı tabelanın gösterdiği toprak yola girdik. Toprak yolda etrafı incelemek için uzun menzilli fenerimle etrafa bakarken silah sesi geldi. Birilerini rahatsız etmiş olma düşüncesi beni de çok rahatsız etti. Bir süre sonra da bu silah seslerinin belli aralıklarla çift el ateşlenen otomatik bir alan koruma düzeneği olduğunu anladık. Yaklaşık 5 dakika sonra ise araçlardan inip kamp alanını ararken 6 yıl önceki kamp alanının artık tarla olduğuna kanaat getirip kampımızı traktör yoluna attık.Tarlanın ilerisindeki dere yatağına nazır ilerleyip mağaranın yer aldığı tünellerin başına kadar gittik. Tünel derin dondurucu gibi soğuk rüzgarlar üflüyordu. Gece 01.00 civarı mağara ağzını bulmuş, çadırları kurmuştuk. Yolun yorgunluğunu ise gecenin 02.30'una kadar bira içip sohbet ederek atmıştık.

Sabah 08.00’da ben, yarım saat sonra da tüm ekip kalkmıştı. Kaçak çayımızı demleyip kahvaltımızı ettik, mağara hurçlarına sandiviçlerimizi hazırladık, 12.00’da da mağara ağzına varmıştık. Tünelin başındaki serin alanda kuşanırken Ebru'nun kafasına, tırnaklarının mağara için fazla güzel olduğu dank etti. Ebruyla beraber kamp alanına tırnak makası almaya gittik, geri geldik. Ebru tırnaklarını keserken mağara ağzında hurçlarımızı hazırladık, 12.45’te ise kuşanmış bir şekilde tünelden ilerlemeye başladık. Yaklaşık 15 dakika sonra mağaranın başındaki dikeye ulaştık. Vişne dikeyi döşemek için yerdeki ağır betonlara gömülü demirlerden emniyetini aldı. Ben yarım kazıkla ipi neredeyse gergin tutup Vişne tırmandıkça ipi salıyordum. Aldığımız bu emniyet Vişne'nin 60 metrelik çukura 60 metre değil de 10 metre düşmesini sağlayıp yaralı halini yukarıya çıkarmamızı kolaylaştıracak türden bir emniyetti. Gerçi alt tarafta bir çukur olmasa burası, emniyet almayı gerektirmeyecek orta dereceli bir tırmanış yerinden ibaret olacaktı.
Saat 14.00'te hepimiz dikeyi geçmiş ve resmen mağaraya girmiştik. SRT ekipmanlarını yukarıda bir noktaya bırakıp aşağıda Vişne'nin düğümlü bir kılavuz ipiyle kizılkayalardan kayarak geçtik. Biraz daha ilerleyince geçmişteki Tilkiler faaliyetlerinin sonlandığı nokta olan sifonun olduğu yere vardık. Su yoktu, Vişne yıllar sonra sifonun olmadığını gördüğü için çok mutluydu. Daha sonra Vişne’nin bahsettiği sağlam bir tırmanış hattına geldik. Her an parçalanıp kopacakmış gibi duran bango taşı desenlerindeki konglomeralardan tırmandık. Hemen ardında bir göl görünüyordu. -29’daki bu takıl geçli gölün sallanan boltlarına hat açmakla hiç uğraşmadan kenarlardan duvarlara tutunarak gölü geçtik. 
Takıl geç için getirdiğimiz ekipmanları gölün kenarına bırakıp yükümüzü hafifleterek yola devam ettik. -15’te ilk göle ulaşınca biz bu gölü de yürüyerek mi geçsek diye tartıştık. Bota binmeye yönelik hevesimiz ıslanma korkumuzla birleşince kararımız netleşti. Vişne pompayla şişirmeye başladı, daha sonra ben de ondan devraldım. Hızlı hızlı şişirmeye çalışırken biraz hararetlenmiş olacağım ki pompa elimde kırıldı. Bundan sonra ciğerlerime kuvvet, ağzımla şişirmeye devam ettim. Bot şişince sırayla Ebru ve Vişne karşıya geçti. Vişne indi Ebru birini daha almaya geri geldi. Ebru Çağla'yı, Çağla Ozan’ı, Ozan beni aldı. Benim binişim botun ilk fiyaskosu oldu. Botun tam orta hattına dizimi dayayınca bot su aldı. Nasıl binilmeyeceğini de öğrenmiş oldum. Sonrasında ben de Cem abiyi götürdüm. Bu sistemle Cem abi ve Vişne dışında hepimiz bota dair hevesimizi almış hem yolcu hem kaptan koltuğunda oturmuştuk. Bu sistem hemen hemen bütün göllerde devam etti. Herkes karşıya geçtikten sonra botu indirip bir daha şişirmek istemeyince Cem abi uzun göle kadar sırtında taşıdı botu. 
-15 ile -13 arasında bir yerde yine kısa bir tırmanış yerine emniyet ipi açtı Vişne. -13’ün oralarda nereden gideceğimize emin olamadık. Birkaç koldan devam ediyor olabilirdi. Kendimi iki kaya arasına sıkıştırarak anca tırmanabileceğim üstteki bir kola bakma ihtiyacı hissettim. Kolun bir noktada bittiğini düşünürken bir yol ile devam edebileceğini fark ettim. Ses kontağını koparmadan kolun devamını kolaçan etmek için Vişne ve Ebru’yu üst kola beraber bakmak için çağırdım. Oldukça kaygan, çamurlu ve garip bir tırmanışı Vişne'yle çıktık. Burası hem sağa hem sola devam ediyor gibi giden bir başka koridordu. Muhtemelen burası mağaradaki alternatif yollardan biriydi. Vişne tırmandığımız bu kolun sağ tarafını bir baypas bulma amacıyla tararken ben de sol tarafta çamurlu kaygan kayaların arasındaki yarıklara düşmeden Uzun Göle ulaşacak kolu bulmaya çalışıyordum. Çamurlu kaygan bir alanda sürünerek tırmanırken çamurdan imal edilmiş cesur bir sanatçının, tarım toplumundan itibaren cinselliğe karşı geliştirilen tabuları yerle bir eden kusursuz, harikulade, büyüleyici heykel çalışmasıyla göz göze geldim. Heykelciliğin sert ve donuk yapısına yeni bir boyut katan, eserine hayat verip, onu ölümsüz kılan bu sanatçı; mağaranın insan ruhunda yarattığı afrodizyak etkiyi, zevkin ve şehvetin doruğunu, bir ejakülasyon anını üzerinde ter döktüğü çamurları kullanarak vücuda getirmişti. Öyle ki mağarada yaşadığımız deneyimlerin en isabetli ifade edilişiydi.
Gittiğim bu koldaki yarıklardan, çamurun kayganlığından ve bu kolun Uzun Göle ulaşmadığını düşündüğümden dolayı daha fazla ilerlememeyi düşünüyordum. Aynı telkin Vişne tarafından da gelince ekibin kalanıyla buluşup -22’lik alt kolu bulmanın daha faydalı olacağına kanaat getirdik. -22’lik (?) alt koldan ilerlemeye bașladık.

Uzun Gölün öncülü olan göletlerin -hiçbir ihtiyaç olmamasına rağmen- içine belime kadar suya tamamen kendi irademle girip botla geçişe mekanik destek sağladım. Islanmayı tercih etmek pek doğru değildi. Bu küçük göletler başta Uzun gölün suyunun çekildiğini düşündürdü Vişneye. Koridorun darlığından dolayı Vişne’ye buranın geçmeyi arzuladığımız Uzun Gölün çekilmiş hali olamayacağını ispatlamaya çalışırken benim de ekibin kalanı gibi şüphelerim devam ediyordu. Ama göletleri ardımızda bıraktığımızda Uzun Göl hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kendisini bize gösterdi. Adının hakkını veren uzunca bir göldü. Botu biraz daha şişirip kuvvetlendirince yine benzer bir sistemle gölü geçtik. 2 kişi gölü geçiyor, biri geri dönüp birimizi alıyor karşıya ulaşınca kaptan iniyor, yolcu kaptanlığa terfi edip geri dönüp bu döngüyü devam ettiriyordu. Bu esnada göletlerin üzerinde yarıkların benim Vişne ve Ebruyla çıktığım üst kolun çamurlu kısmındaki yarıklar olabileceğini düşündük. Hala daha düşünüyorum ama emin değilim, çünkü güvenli bir iniş çıkış rotası tespit edemedim. 
Uzun Gölün bitimindeki yarıktan bacalayarak yukarı çıktık. Botu ve küreği uygun bir yere park edip mağaranın devamını keşfetmeye devam ettik. Mağarada ilerlediğimiz bu koridor bitiyor derken sağdaki absürt kayadan sıkışarak çıktığım bir balkondan Vişne devam etmemi istedi. Ancak önümdeki büyük çamurlu kaygan kayalar yığınının yukarıya doğru son bulduğunu, buranın bir yere çıkamayacağını Vişneye açıklamam onu ikna etmiyordu, aksine tam da oraya çıkmam için şevkle bana komut veriyordu. Umutsuzca o kaygan dik kayalara tüm bedenimi yaslayarak yüzey alanımı arttırıyordum. Tırmandığım bu alanın tavanına değmeyi umut ederken yukarıda bir delik fark ettim. Bu delikten kafamı çıkardığımda yıldızların olmadığı bulutlu bir geceye baktığımı düşündüm. Heyecanla gökyüzünü gördüğüm bu illüzyonu ekibe bağırdım. Ve evet, burası Şatolu Galeri’ydi. Mağaradaki 5. saatimizde galeriye ulaşmıştık. Sadece 2 dar delikle bağlanılan bu kumdan galeriye ulaşmak, mağaradaki ilk hedefimizdi. Şatolu Galeri'nin şatolarına şahit olduk olmasına da asıl beklemediğimiz şatoların yanındaki hacettepe logosuydu. 
Ekiple uzun bir dinlenme ve yemek molası vereceğimiz kumlu alandaydık. Arkamızdaki parıltılı akmataş bize mağaranın sulu kısmını geride bıraktığımızı ve fosil kısmına geçtiğimizi söylüyordu. Yemeğimizi yiyip içeceklerimizi döndük, iyice dinlendik ki Cem abinin horladığına bile şahit olduk. Yemek ve dinlenme molamızın ardından galerinin solundan mağaranın devamını aramaya koyulduk. Ortalığı karıştırmam ve farklı bir yönü tarif etmemle soldaki kolu bulma süremiz hayli uzadı. Ancak en sonunda benim yanlış yönlendirmelerime rağmen gitmemiz gereken kolu bulduk. Hafif darallı başlayan ve genişçe bir koridora çıkan bu kolun sol duvarı sağa doğru eğimlenmiş, tabanı ise dalgalanmış bir engebeye sahipti. Yer yer kaygan olan bu engebeli yerlerden birinde ekip bacalayarak çıkarken benim bu pürüzsüz kaygan dik yere tırmanmaya çalışmalarımın sonucu hüsrandı. Bu dalgalanan engebeli koridorun son bulduğunu düşündüren büyük bloklarla karşılaşınca ben yolu bulamadım. Bu segmentin sağında kalan diğer bir segmente geçişin yolunu ise Vişne buldu. Blokların sağında bir geçitle diğer segmente geçtik. Bu geçidin ardından bir yere oturup harita üzerinde bulunduğumuz yeri ve gideceğimiz yönü tartıştık. Düşünce fırtınalarımızı bir noktada sonlandırıp ilerlemeye devam ettik. Aşağı yönde giden eğimli karanlık yokuşun tam aksi yönüne…

İlerlemeye bir miktar daha devam ettik ve Vişnenin mağarada en sevdiği kola girdik. Kumlu bu tatlı odanın ilerisinde bu mağarada daha önce hiç karşılaşmadığımız bir şey vardı: "Son”. İlk defa ilerlediğimiz bir kolun bir sonu vardı orada eğlenceli vakitler geçirdik, hatta hep beraber kumda bir Kibele kabartması oluşturduk. Bu kol parıltılı akma taşlarla bitiyordu, hatta lavabosu bile vardı. Aynı zamanda burası Gürhan'ın bahsettiği teorik sonlardan biriydi. 
Bu koldan çıkıp HÜMAK'ın Tilkiler’e en son gelişinde ilerleyebildiği son yere o tırmanılması riskli olan ve sağlam olmayan büyük kayalara gelmiştik. Hatta Vişne normalde elimizi koyup destek alıp yukarıya çıkacağımız gibi gözüken bir kaya kabartısını eliyle söküp aşağıya fırlattı. Gözükene güvenemeyeceğimizi çarpıcı şekilde bize gösterdi. Cem abi ve ben burayı tırmanarak aşmayı denedik. Ben burayı riskli bulup denememi sonlandırdım. Ama başka bir yolu muhakkak olmalıydı. Vişne'nin sevdiği o kolun başında kayaların arasından akmayı başarmış turuncu bir akmataş benim mağarada referans aldığım noktalardan biriydi. Bu oluşumun sol tarafında absürt bir çıkışla o devasa ve tırmanılması güç olan kayalara alternatif bir yolu bulup kayaları aşmayı başardım. Bu tırmanılması güç olan yerden geri dönmüşlerdi geçmişteki Vişne, Kansu abi, Mete abi…'nın olduğu ekip. Bir diğer amacımız olan mağarayı ilerletmeyi de gerçekleştirmiş olduk bu şekilde. Bu alternatif güzergahla kayaların ardına geçtikten sonra mağara sağdan sola giden bir koridorla devam ediyordu. Sağdan gidip geniş yer kaplayan kayaları aşmanın alternatif yollarını da keşfedip ekibin arkasında beliriverdim. Belki de mağaranın devamına sağdan gidiliyordu. Biz, Cem Abi, Ebru ve Ozan'la soldan devam ettik. Sol kolda bembeyaz cennet gibi parıldayan kocaman bir sarkıt ve biriktirdiği akmataşla karşılaştık daha öncesinde gerçekten bu kadar her tarafı parıl parıl parıldayan bir oluşum görmemiştim. Hemen karşısında yine aynı parıltı karakteristiğine sahip bir akmataş daha yer alıyordu. Ama kol biraz daha devam ediyordu sanki bu kol bu şekilde bitemez deyip inmeye devam ettim Cem abiyle birlikte. Burada bir iniş daha vardı, kumlu bir salona iniliyordu. 2 metrelik düz bir yerden kayarak indim, Cem Abi ise yukarıda bekledi beni. Sağdaki bir ihtimal devam edebilecek olan oyukların varlığını soldaki parıltıların büyüsüne kapılıp unuttum. Soldaki kolda parıltılı perde ve akma taşlara ek olarak tahayyül dahi edemediğim harikulade oluşumlarla karşılaştım. Kristallerden oluşmuş travertenimsi oluşumlar parıltılı sarkıtlar ve perdelerin arasında mağaranın bana bahşettiği bir hazine gibi parıldıyordu resmen. Cem abinin ekipten çok ayrı kalmamak için çabuk olmamı söylemesiyle kolun sonunu görüp hemen geriye döndüm. Kayarak indiğim inişten tek başıma çıkamayınca Cem abinin uzattığı ayağına tutunarak anca çıkabildim. Gördüklerimi betimleyişimi anlatırsam kimsenin bana inanmayacağını düşündüğümden birilerinin daha buna şahit olması gerektiğine karar verdim. Daha sonrasında oturup dinlenen Ebru ve Ozan'ı büyük bir inatla indiğim koldan aşağıya yolladım. Ben inmeyip onların çıkışına yardım için yukarıda Cem abinin beni beklediği yerde bekledim. O sırada sağdaki incecik pipetimsi sarkıt ve dikitin kavuşmasının romantizmini izleyerek bizimkilerin dönmesini bekliyordum. Onların da şaşkınlık ve büyülenme hayretlerini duyunca gelmelerini söyledim. Ozan'ın alttan benim ise üstten gösterdiğim çabalarla Ebru'yu binbir güçlükle ancak çıkartabildik o 2 metrelik düz inişten. Ebru'yu çıkardıktan sonra Ozan da ayağıma tutunup çıktı, çıktı çıkmasına ama... ***
***
Döndük, Vişne ve Çağlayla buluşup 21.00'da tilkilerin teorik sonuna vardığımıza karar verdik ve dönüşe başladık. Dönüşte ben önden giderken Vişne, Çağla ve Ebru, Vişne'nin yıllar önce bıraktığı zaman kapsülünü buldular. Tilkiler’de kaçırdığım yegane anıt o oldu.

Dönüş yolunda öncülük ederken harita üzerinde beyin fırtınası yaptığımız yeri anımsamamı aşağıya doğru giden dik karanlık yeri görmeme borçluydum. O sırada hemen arkamdaki Cem abiye dönüp bir önceki segmentte Vişne'nin blokların sağında bulduğu geçidin bu taraftaki yönünü gösterdim ve kendimden son derece emin bir şekilde yol buradan dedim. Vişne, Çağla ve Ebru o geçitten geçtikten sonra aslında geldiğimiz yönün dümdüz ilerisinde kalan, hafif tepeyi aşınca yine aynı yere bağlanan alternatif bir yolu daha keşfetmiştim. Cem abi ve Ozan da bu yoldan geldiler. Kumlu galeriye tekrar vardığımızda kalan kumanyamızı birkaç acil durum yemeği dışında bitirdik. Aldığımız 6 litre su, 2 paket kuruyemiş, cevizli sucuk, 6 sandviç, 5 powerade bize yetmemişti, keşke daha fazla yemek alıp daha fazla doyurabilseydik kendimizi. Şatolu Galeri'den çıkınca kafa lambamın pillerini ayak üstü değiştirmem gerekti. Pilleri bile Ebru’dan istemiştim. Bu işleri molada halletmek gerekirdi esasında. Sonrasında tekrardan öncülüğü devralıp yardırmaya devam ettik. Bu esnada öncülük ederken babaların önemini çok daha iyi anladım. Dümdüz ilerlerken karşıma çıkan bir baba bana doğru ama sağda bir yolu gösteriyordu. Tam bir U dönüşü yapıp esas yolumuza girmemizi sağlıyordu babalar. Uzun Gölü geçtikten sonra botu ben sırtladım. Botu taşımanın gerçekten çok zahmetli olduğunu o an anladım. Cem abi iki göl arasındaki tüm yol o botu neredeyse tek başına taşımıştı. Ben ise Ozan ve Ebru ile taşırken dahi çok sıkılmış bunalmıştım hatta yer yer agresif davranışlarım bile olmuştu. Botu taşırken Ebru'yu Cem abinin herkese dağıttığı böğürtlenli enerji jelini yemenin tam zamanı olduğuna zorla ikna ettim. Botu taşımak, açlık ve kurumayan eşyalarım beni sabırsız bir insana dönüştürmüştü. Diğer göle geldiğimizde Vişne ile Ebru karşıya geçti. Bu geçişlerden birinde botun hava aldığını fark ettik. Artık daha hızlı olmalıydık, ben Ozan'ı bırakırken Vişne botu biraz daha şişirme taraftarıydı ancak o botun kaptanı bendim ve daha Cem abi vardı. Hızlı bir şekilde Cem abiyi de alıp karşıya geçirdim. Ardından vazifesi biten botu indirip hurca bastık. 

Kızılkayalar’a varışımız artık mağaradan birazdan çıkacağımızı gösteriyordu. Buradan ipsiz çıkmaya çalışmam başarısızlıkla sonuçlanınca Vişne’nin açtığı ip artık daha anlamlıydı benim için. Kaya kaya inerken ipin gereksizliğini düşünüyordum. Dikeyin başına ilk ben varınca SRT ekipmanlarını giyip önden inmemi söyledi Vişne. Önden aşağı inip sırtımı dayadım duvara. Arkamdan gelen kişinin inişini daha tam olarak göremeden uykuya daldım herhalde. Alınan emniyet peronlarının hemen dibine belki de tam üstüne oturduğum için hattın toplanması esnasında Vişne tarafından kıçımın birkaç defa kaydırılması istendi. Dikey kısmı Ozan topluyor, Vişne ise controller’lık yapıyordu. Ozan toplamayı bitirince üşümüş bir şekilde uyandım. Bir an önce yüklenip gitmek ıslak kıyafetlerden kurtulmak istiyordum. Mağarayı da bitirmiş olduğumuzdan bizimkilere mızmızlanıp hızla çıkmak için acele etmekte bir mahal görmüyordum. Oysa kendimi ıslatmamın tek sorumlusu bendim. Ozan toplamayı bitirdiğinde gece 02.00 idi. 15 dakika sonra tünelden de çıkıp Manavgat'ın sıcak havasına kavuştuk. Ama o bile beni kesmiyor sadece kuru kıyafet giymek istiyordum. Araçların yanına gidince bir mat üzerinde hemencecik giyindim ve muradıma erdim. O gece fazla oyalanmadık ve araçların içerisinde yatıp dinlendik. Ertesi gün çabucak toparlanıp Vişne'nin yıllar önce gittiği Mavi Cennet Kamping’e yola koyulduk. 
11.00’de kamptan ayrıldık, birkaç alışveriş molasının ardından 12.30’da Mavi Cennet’e vardık. Eşyalarımızı taşıyıp orada kampımızı kurduk. Yıllardır hemen hemen her faaliyette vakit kalırsa denize gideriz planını bu faaliyette gerçekleştirebilmiştik. -Artık ölsem de gam yemem- Kamp alanına iyice yerleştikten sonra yoğun ısrarlarıma rağmen sadece Cem abiyi denize girmeye ikna edebildim. Manavgat'ın o dalgalı sularında yüzmek çok ama çok yoruyordu insanı. Yüzme faslını hevesimizi alınca kapattık. Hamağımızı kurduk, flamamızı astık kamp attığımız yere. Bira içip codenames oynadık. 
Gece bir enerji geldi ve sahilde yürüyüş yapmaya çıktık. Dalgalar yer yer tüm kumsalı ıslatıyordu. Dalgaların cazibesi bizi yavaş yavaş kendisine yaklaştırıyordu. Önce ayaklarımız sonra şortumuz ıslanınca Ozanla ben iddialaşıp bize doğru gelen dalgalara doğru atıldık. Sonra Vişne, Ebru ve Çağla da bize katıldı. Artık kuduran akşam denizinin sıcak sularına karşı direnç savaşı başlatmıştık. Dalgalara karşı koymaya çalışıyor bazen dik kalmayı beceriyor bazense devrilip kıyıya vuruyorduk. Yenilmek bilmez bir pehlivan gibi kıyıya vurdukça geri kalkıyor ilerliyor, dik durup gücümüzü Poseidon’a kanıtlamaya çalışıyorduk. Dalgalar acımadan bizlere vurunca kendi eksenimizde döne döne kıyıya vuruyor, dönerken dirseklerimiz çakıllardan yaralanıyordu. Ebru'nun tamir ettiğimiz gözlüğü ise denizde dalgalarla boğuşurken kaybolmuştu. Ebru'nun gözlüğü de tıpkı botumuz gibi vazifesini gördükten sonra kendini imha etmişti. Denize karşı yenilgimizi kabul ettikten sonra kampa dönüp duş aldık, yatmaya çalıştık. Pazartesi sabahına uyanınca Çağla biraz daha hasta olmuştu. Faaliyet toplantısında hastalığı yaymamdan ötürü bana bayağı sövülecekti.
 10.40’ta mavi Cennet’ten ayrılıp dönüşe başladık. 13.20’de Ayyıldız Etli Ekmek'te durup karnımızı doyurduk, Ankara'ya birkaç hediye götürmeyi ihmal etmedik. 18.00’da kampüse varıp faaliyetimizi sağ salim tamamladık. 

Zayiatlar; mağarada kırdığım pompa, patlattığımız bot, Ebru'nun denizde boğulan gözlüğü ve Vişne'nin 133 km/s ile yediği hız cezası oldu. İyice dinledikten sonra faaliyet toplantımızı cuma JMO’sunda yapmak üzere toplandık. Tilkiler'e gelmeyenlere mağarayı ballandıra ballandıra anlattıktan sonra faaliyet toplantımıza başladık. Faaliyet toplantısına Vişne, Tilkiler'e gitme niyetinin 2019 Eylül’ünden beri olduğundan bahsederek başladı. 5 yıllık hasret… Faaliyet toplantısının en çok sövülen kısmı ise bendim. Tüm Tilkiler ekibini hasta etmekle kalmamış, tüm hümak’a virüsümü bulaştırmıştım. Bense mağarada çoktan iyileşmiştim. Vişne'nin vasiyetini faaliyet toplantısında not ettim, ve vasiyetinin vasiliğini mânen üstlendim. Tilkiler mağarasında bu gibi deneyimli bir ekiple ancak ilerlenebileceği konusunda hemfikirdik. Daha fazla ilerlemek için daha fazla yemek götürmemiz konusunda da öyle… Böyle faaliyetleri arttırmalıydık da. Kalabalık bir faaliyette ise turist ekipler en fazla 2. Göle kadar ilerletilebilirdi. Bu mağaraya bir daha girebilmek için küçük bir botun lazım olduğu aşikardı. Hazırlığından temizliğine kadar bu kadar zahmetli olan bir faaliyet elbette birçok kişinin emeği ile ancak yapılabilmişti. Bu faaliyeti yapabilmemize imkan veren tüm arkadaşlarımıza başta Cem Abi ve Vişne’ye emeklerinden ötürü çok teşekkür ediyorum.


Tilkiler çok iyiydi çok da güzeldi



*Tüm fotoğraflar Emre Cem Emiroğlu'na aittir.



12 Mart 2024 Salı

GÖNLÜMÜN THE KEYİ HAMAMBOĞAZI

Bir İlk Dikeyim Anı Yazısı

efendim herkese selamlar sevgiler saygılar, zat-ı halleriniz nicedir inşallah. Ben aşkın.

Bu yazı üşenmeyip yazılmaya büyük bir adım atılmasıyla ortaya çıkmıştır.

Büyük emekler vererek ve verilerek Srt eğitimimi alıp değerlendirmemi verdikten hemen sonra 8-10 Mart 2024'teki ilk dikeyim olan hamamboğazı mağrası faaliyeti hakkında konuşacağım.

Her faaliyete böbrek vererek gitmeye çalıştığımız bugünlerde sadece 300 tlye gittiğimiz taptatlı bi faaliyetti bu. 2 saatlik yola 900 tl istenmediği için nasıl sevindim anlatamam. fsler sağ olsun ego otobüsü kiralama fikriyle geldiler ve süper de oldu. bu devirde 300 tlye faaliyet mi kaldı!1!1!1! Buradan murat, aybüke ve berkay üçlüsüne teşekkürler.


faaliyet benim için rezalet başladı. dersten çıkıp otobüse koşarken b12 eksikliğimle bir kez daha yüzleştim. her şeyimi almayı unutmuşum; kafa lambası, çadır, eldiven, uyku tulumu... Yemek yemeyi de unutmuşum.Kendini de unutsaydın be aşkın mı dediniz? Kendimi de unuttum bi saat gecikerek :) Eksik kalır mıyım? Egoya geç kalıp otobüs kaçırmak alışkanlık olmuş. Gelir gelmez herkes tarafından sövüldüm, evet tarafından. Hümak değişiyor mu ne oluyor? Nerede o 2 saat geciktiğimiz çooook eski (!) günler?

Araç kalkmadan hemen önce şüheda çekti kenara beni. SRT vermemin şerefine üstünde kartal olan bi broş hediyesi almış. Dedim ne alaka?

"Srt'de sürekli göklerde kartal gibiydim söylediğin için"

Göklerde kartal gibiyim!!!

[ Bunun dışında değerlendirmeyi verdikten sonra tuvalette tebrik edip çikolata hediye eden ebruya ve otomattan su hediye eden tuğberke de teşekkür ediyorum :) ]

Sonrasında biricik kamp dostum sarp'ın sırf kamp kokacak diye gelmeyeceği gerçeğini öğrendiğim o an geldi. Çantasını hazırlamış, giyinmiş gelmiş ve sırf çayın yanına kamp atacağız diye gelmedi. Bu gaylik şaka mı? ( Alici'nin deyişiyle: Homoseksüel gaylerden bahsetmiyorum.)

Sarp otobüsle evine yakın yerde ininceye dek inanmadım gideceğine, sonra üzülerek veda ettim. Neyse ki çadırı unuttuğum için sarp'ın çadırına çökebilmiş oldum.

Molasız, çorba içmeden gidilen faaliyet mi olur dediniz yaptık. 2 saat sürdü yol. Kamp alanına  varınca çadırlar kuruldu. (KURULAMADI)

Toprak maksimum üç santim ilerliyor sonrası taş zemin. Yaklaşık yirmi dakika çağla ve canla kazık çakmaya çalıştık. Her iki dakikada bir çadıra bakıp bi sorun var ama ne? diye sorgulayınca acaba temel kampçılığı tekrar mı alsak diye düşünmedim değil :) Konuya mete dahil oldu, yardımcı ipini bana feda etti ve çadırı birazcık da olsa düzelttik. İpi de geri vermeyi unuttum fırsattan istifade mete özür dilerim... İp nerde bilmiyorum...

Benim çadır bitince çağlayla vişnenin çadırı aradık. Çadırı bulamayınca serdara soralım diye çadırına gittik. Kuzuyu serdarı ve aliyi üst üste basacağımızı nereden bilebilirdik ki? Serdar dur artık be adam.

Neyse çadır bulundu, kurulmaya çalışıldı. Teknolojinin ilerlememesi gerektiğine karar verdim bunu yaparken. Şova ne gerek var, düz üçgen çadır al geç işte. Neden kendine bahçeli gotik otağ alıyorsun arkadaşım ya? Polü bi yerden sokuyoruz diğer yerden çıkıyor. En son çadırı ters çevirip yatmalarına karar verip öylece bırakmıştık ki döşeme ekibi döndü. Vişne gelip gotik otağsını düzeltti.

Ateş başında üçüncü ekibim rahatlığıyla dururken ikinci ekip olduğumu ve dört saat sonra mağaraya gireceğimi öğrenince çadıra koştum ve uyudum derin derin. Mete'nin çadıra aşkın aşkın aşkın diye seslenişleri ile gece 4'te güne başladım.

Bro please come caving with me bro. We will wake up at 04.00 in the morning to enter the muddy cave for 4 hours.

Berkay'ın kafa lambası, birinin buffı, Burhan'ın eldivenleri, Enes'in yedek pilleriyle emanet bir şekilde çektim tulumları ve çıktım çadırdan. Sopsoğuk gecede tulumla WC gidince bir ders aldım ki, tulumu giymeden önce gitmek lazımmış. Bu dersi neden bu kadar geç aldım bilmiyorum. Ateşe koştum günaydınlarımla. Her kampta olan Ahmet'in "Aşkın bu kadar neşeli uyanma artık." günaydınıyla karşılığımı da alıverdim. Ahmetcimle sevgi dilimiz bu.

4'te uyanıp 7'de mağaraya nasıl girdiniz diye çok soruldu.  Enes'in prensesliği ve Mete'nin alt kuşamı sağ olsun. Ahmet en son yumurtayı Enes'in ağzına kendi sokacaktı. 6 ya kadar ateş başında oyalanıp sonunda mağara yoluna çıktık. Srt vermenin ve ilk dikeyin sevinciyle yolun eğimini de zorluğunu da takmamışım. Gözümü yola çıkmadan önce kapadım ve mağrada açtım gibiydi. Ama o yola sövmeden de geçemem şimdi.

Enesle yeni şarkımız "Kaya kaya kaya kaya" Yaşamayan yoktur.

Mağraya vardığımızda ekip de yeni çıkmıştı. İlk dikeyi olan erencimi kutlayıp ekibi de yollayıp heyecanım ve kendi ekibimle baş başa kaldım.

O Oyalanmalar yeter mi? Kuşandık ve biraz da fotoğraf çekilme oyalanması yaptık.




Mete'nin avuç dolusu balık krakerleri ceylinle benim ağzımıza sokması sebebiyle sabahın köründe Enes'in yeni aldığı ilk yardım belgesi işe yarayacaktı ve  Heimlich manevrasını uygulamalı kullanacaktı az kalsın.




                                                        BALIK KRAKER TARAFINDAN BOĞULURKEN

Vee sonunda o an geldi. Enes ( biricik öncüm ) ipe girdi ve her şey başladı. Enes'in bi arkasında ilerledim ben de. Desandöre oturduğum o ilk anı asla unutmayacağım. " Allahım çok mutlu bi hayatım var " diye yükseldim bi anda. Hayır yani hem çok mutlu bi hayatım yok, hem de Allah yok. Neydi o anlamadım ben de.

 İçimden dedim ki neden geçen sene vermedim ben bu srtyi. (Dönemdaş eğitmenlerime teşekkürler tekrardan. Her birinin ellerinden ve gözlerinden öpüyorum. ) Mağara süresince salon ve mağranın sıfır benzerliğe sahip olduğuna karar verdim. 

Desandörün mağradaki iple arasında bi' şeyler var demedi demeyin, salmıyor ipi. Bırak da inelim aşağı daa. Sonunda ip booooş diye bağıracağım günleri de gördüğüme göre ölsem de gam yemem.

Ha bir de, yataydaki taşla dikeydeki taş da farklıymış. Aynı ekipte olunca Ceylin'in taş travmasını ilerideki meslek hayatımda dinleyeceğim travmalardan çok dinledikten sonra pratikte de anlamını gördüm. İlk dikey tavsiyesi: Dikeyde taş düşürmeyin, ha bir de ufo izleyen köylü edasıyla başınızı doksan derece kaldırıp yukarıdaki mağracıyı da izlemeyin. Gözünüzün içine dolan toz ve taş parçalarıyla gerçek mutlak karanlığı o zaman görürsünüz. Nerden bildiğimi sormayın.

Bir de salonda aman çizilmesin aman düşmesin diye uğraştığımız ekipmanların mağradaki hallerini görünce canımdan can gitti. O uğraşların "En azından salonda minimum zararı alsın" uğraşları olduğunu anladım. İlerledik ilerledik ve saptırmaya vardık.

Enes: Aşkın şimdi karabinayı aç ipini ona geçir sonra saptırmayı çıkar.

(Saptırmanın duvara bağlı olduğu karabinayı açıp saptırmayı tamamen söker ve duvara yapışır. Enes mağrayı terk edip gitmek ister.)

Neyse konuyu saptırmayalım; Mağrayı diplediğimizde Alici'nin taşlarla inşa ettiği şaheseri ile de karşılaşmış olduk. Özellikle Murat'ın katkısıyla daha da estetik haldeydi. En dipte her yerde erkek cinsel organı görmeyi ummazdım ama teşekkürler mağaracılık dünyası. Ayrıca da dikey mağaranındibinde “MAL SENA” yazısı görmeyi de beklemiyorduk. Teşekkürler bilinçsiz köylü dünyası. (Umarım yazan mağaracı değildir.)

Ceylin ve Mete'yi beklerken Enesle raveleme isteğimiz kuvvetlendi bi anda. Gelen telefonda indirilmiş rave de yoktu. Bir gün sabah 8 de bir mağaranın dibinde kpop şarkıları ile raveleyeceksin deseler inanmazdım. Sonrasında sürrealist fotoğraflar çekmeye başladık. Plaj pozları, Ali'nin şaheseri... Mete ve ceylin geldiğinde molaya başladık. Evde salondaki ikinci ışık vardır ya, açınca tüm dünyayı, zihinlerdeki karanlığı bile aydınlatır. Heh işte o ışığı mete alıp gelmiş mağraya herhalde. Salon aydınlatması ile tatlı bi mola vermiş olduk.

                                                                                                       ENES THE WIZARD

+ Evet arkadaşlar Aşkın Karakulakla beraber -660 metredeyiz. Merhaba, nasıl bi his aşkın?

-Merhaba enes, süper bi his. İlk dikeyim.

+ Ya -660 metre dedim neden ilk dikeyim diyon

-Ben ilk dikeyi -660 metrelik birisiyim belki

Mükemmel sohbetler, enes the wizard ve bol bol atıştırmalık, ceylin'in birbirinden alakasız playlisti ve mete'nin salon aydınlatması ile bi güzel molamızı verdik. Faaliyet sorumlularımız sağ olsun, 9 kişilik ekibe koyduğumuz abur cuburların aynısını 4 kişilik ekibe koyunca bizim mola asla bitmedi. Uzun süre sonunda (oyalanmak deyince de 2.ekip, biliyosun) çıkışa geçtik.

                                                                                                         CANIM EKİBİM

Mağrada jumarlamakla salonda jumarlamak birbirine zıt, konu tartışmaya kapalı.

Ekipmanların ipe olan aşkından kaynaklı göğüste de ip akmadığından napcam ben şimdi oluyosun o ilk jumarda. Sonra ortalara doğru dağcı tırmanışına geçtiğini fark ediyosun. Bi ara jumarlarken basacak yer bulamayınca olmuyo gelemiyorum napıcam şimdi diye kafayı yerken ayak bağımın varlığını hatırladım. Kendi kendime olan tek bi cümle söylicem sadece:

 

-Ha doğru ya tek ip tekniğiydi bu

Sona doğru mağrada nasıl jumarlanır çözüyosun ve kapanış.

 

Sonrasında böyle böyle çıktık mağradan. Güzel tatlı komik ekibim ve ben...

Enes telsize koştu ben arkasından çıktım. O ilk çıkışın heyecanıyla jumarlar açık kalmış kekxeoxkeo Hemen telsize şikayet ediyor, şaka mısın çocuk. Biraz anlayış be. Sonrasında ceylinle meteyi beklerken Kuzu'nun cipsini yiyip benim telefondan rave açıp hedefimize ulaştık.




                                                                                                       BİR TİTANİK COSPLAYİ

 Kamp alanına indik ve mis gibi kahvaltımızı da yaptık ( Sanki mağrada yeterince tıkınmamış gibi)

Bilmeyenler için kumanyamızın yeni inovasyonu:  şnitzel


                                                                                                                    ŞNİTZEL USTASIYKEN

Kampta herkes 15 tane şnitzel yedi en az.

Şnitzelleri pişirdik doyduk ve oturduk ateş başına saat 13.00 falan.

Vee kampa hasret serhan tuğberk nurdan ve osman beyler teşrif ettiler. Tuğberk ve nurdan'ın süper düper faaliyete cumadan gelmeme bahaneleri sonrası tuğberke de iyi şanslar diledim ilk dikeyi için.

Osman gelir gelmez mete ve tarcanla iddalaştı. Kaleye kadar bir saatte çıkamazsın, çıkarım, çıkamazsın, çıkarım. Böylece osman kot pantolonuyla %89 luk eğimli yola, kaleye doğru koşmaya başladı. Başardı da, 15 dakikada kaledeydi.

Döndü ve duyduğu cümle

"Bir saatte çıkamadın. 15 dakikada çıktın."

Osman, dünya iyi kalpliler için bir cehennem. Terapi düşünürsen saati 1500 tl. Beklerim.

Kuzu ve Burhan’ın fıtıkları sebebiyle(!) günümüz siyasetçileri misaliyle koltuktan kalkmamaları; Burhanla ateş başında olan şnitzelin iğrençliği, erkek tavuklar (?), seksolog mesleğinin iş tanımı ve dahası üzerine derin sohbetlerimiz sonrası uykusuzluktan bayılacak gibi olduğumu fark edince uyumaya gittim.

8 Mart kadınlar gününe özel toplama ekibimiz tamamen kadındı.

Tuğberk mi diyim yoksa gerçek ismini sen mi söylemek istersin Tuğba?

Veee başarılı bi şekilde toplayıp geldiler.

"Kadınlar yine erkeklerin arkasını topluyor"

                                                                 -Burhan Taştan

Ardından süper bi uyku sonrası ateş başına geçtim. Baktım toplama ekibi dönmüş yine şnitzel yiyor. Giderken de şnitzel yemişti...

Ali eren... N'aptın kulübe? Neden yazdın o gün şnitzeli o listeye?...

Ardından ateşbaşında Kuzu'nun kovalent bağ neydi sorusuyla başlayan kümülatif atom şakalarıyla bi süre eğleniyoruz.

Kovalent bağ emekti...

Tarcanla "dizimizdeki çıkıntılar" ortak noktamız hakkında konuşup yalnız olmadığımız için seviniyoruz.

 Osgood schlatter.

Keltoş çağlacımla enes'in keloğlan şarkısı ile dalga geçiyoruz bol bol.

Nını nını nı nı nıııı nı nı nı.

5 litrelik şalgam ısıtılıyor baharatlar portakallar ekleniyor herkese döndürülüyor. Nasıl olduysa da bitmedi şalgam o gece.

Ali eren'in şov yapışıyla kuru otlar atılmaya başlanıyor ateşe.

 "Kuru otlar üstüne..."

 Ali Eren'in sanki ateş bir dakika sonra eski haline dönmeyecekmiş gibi

" Aşkım üşümüş , tabii büyütürüm ateşi. " yapışını izledik hep beraber.

Keşke Ali eren bi gün çok şovcu biri olsa, her gün çok şovcu biri olması çok zor.

Nevruz atlamaları başladı sonra. Çağla'nın mağarada sorun yaşamayıp nevruz atlaması yaparken bileğini burkması ve basamaması üzerine bir ara konuşmalıyız. Vişne'nin bi bira sonrası bana sarhoş muamelesi yapmasıyla aramızda hiç bitmeyecek bir mizah başlamış oldu. VİŞNE YEMİN EDERİM Kİ SADECE SAKARLIĞIMDAN DÜŞÜRDÜM SARHOŞ DEĞİLİM. Sonra vişneyle yine "sarhoş" felsefemizi yaptık; Kant neden haksız? Eleştirel şüphecilik mi metodik şüphecilik mi? Sokrates ve platon'un hatası neydi? Rasyonalistler neden kendilerini geliştirmeli? John locke ve diğer empiristler neyi atladı? Pozitivistler neden gecikti? Ha bir de Gülayla aramızdaki yeni "  Sevgi lazım mı? " dili ile de arkadaşlığımızı üst seviyeye atlattık.

Böylece bir ateş başı daha sonlandı. Bi güzel uyuduk, uyandık. Sabah erkekler neden daha az yaşar sorusunun cevabını alabileyim diye bi sürüsünün karpitle şişe patlatma uğraşlarını izledim... Kahvaltı yumurtasını kim yaptı bilmiyorum ama yediğim en güzel hümak kampı yumurtasıydı. Ellerinize sağlık.

Sonrasında kamp bir güzel toplandı. Aybük'ün azarları sonrası yine çağlamla çadırı topladık.

TELEFONUMU KAYBETTİM. Klasik.

Yaklaşık yirmi dakika aradıktan sonra tulum çantasında buldum. Tulumu bastıktan sonra içine atmışım. Evet malım tuğba...

Faaliyet sorumlularının kadın toplama ekibine sürprizi pembe ojeyi hümak erkeklerine ve kendimize de sürdükten sonra traktör geldi, bi güzel yükledik. Enesle mükemmel sohbetler ederek römork üstünde egoya kadar olan seyahatimizi tamamladık. Traktörcü abi'nin oğlu Serhanla konuştum biraz. 9.sınıfa gidiyormuş, takdir almış, kaz ticareti yapıyormuş, bazen hayvan güdüyormuş, veteriner olacakmış, iki sene takılıp 11.sınıfta puding hafıza alacakmış, birinci dönem biyolojide okul birincisi olmuş. Hümak'a davet ettim. Üç beş seneye burada, bekleyin. 

Ardından egoya eşyalarımızı yükledik ve okula doğru yol aldık. 5 te okula varınca faaliyet hiç kesmedi. Böylece ilk dikey mağara faaliyetimi tamamlamış oldum.

Mağarasıyla da kampıyla da gönlümü mest etti. Daha uzun, daha zorlayıcı mağaraları tüm kalbimle bekliyor olacağım.

SRT gelin :)

                                                                                        Aşkın A.S. KARAKULAK

21 Kasım 2023 Salı

Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı

                                    Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı


Yola çıkmamızdan birkaç gün önce alınan bir ihbarın, bu ihbar uğruna hiçliğin ortasına dalan 8 mağaracının ve bir miktar briketin hikayesidir bu.


İhbar, 12 Eylül günü Karaman’ın güneybatısındaki Sarıveliler ilçesinden Mağara Araştırma Derneği’ne geliyor. (sonradan öğreniyoruz ki mağara Başyayla ilçesine bağlı Başköy’de bulunuyor) Kontağımız Ali Hoca bize mağaranın küçük bir girişten büyük bir galeriye çıktığını ve devamında 10 metre civarında bir iniş olduğunu bildiriyor. Bunun yanı sıra mağaranın içerisinde aktif su olduğunu öğreniyor ve yola çıkış için planlamaları yapmaya başlıyoruz.


(batmobile karaman öncesi sanayide)


Öncesinde 5 kişilik bir ekiple planlamaya başlıyoruz ve tek çadırda kalmaya çalışsak öncelikle çadırın sağlığını sonrasında kendi sağlığımızı tehlikeye atmış olur muyuz diye düşünürken, bir şey olmaz diyoruz ve tek çadır fikrinde karar kılıyoruz. Sonrasında Ahmet’in vize alamamasından ötürü ekip 4 kişiye düşüyor ancak kısa sürede çözüp tekrar ekibe dahil oluyor. Bu noktadan sonra ekibe 3 kişi daha katılıyor ve 8 kişi oluyoruz. Malzeme hazırlandıktan ve herkes günlük işlerini hallettikten sonra akşam Rudis’te buluşmaya ve sonrasında Mağara Araştırma Derneği önünden yola çıkmaya karar veriyoruz. Aybüke ve Arda sonradan dahil oluyor ve Rudis’ten derneğe doğru yola çıkıyoruz. Arabalardan bütün malzemeleri indirip eşit şekilde paylaştırarak (Ahmet bu noktada gömleğini çitlere astı) araçlarımızı ve çok da rahat olmayacak bu yolculuk için kendimizi hazırlıyoruz. Bir arabada Ahmet, Vişne, Ezgi ve Arda diğer arabada Mete, Ercan, Enes ve Aybüke olmak üzere arabadaki muhabbetin seviyesinin ve diğer kişilerin akıl sağlığının korunması için araba başına 1 kadın koyup 2 ekip yapıyoruz.


23.00 itibariyle yola çıkıyoruz, müzik ve muhabbet eşliğinde sakin geçen 2 saat sonrasında yolculuğun stabilitesini Vişne “Abi çorba!” diyerek bozuyor, ancak istediğini hemen alamıyor. Yolda bir miktar “Bamyacı” mı yoksa düz çorbacı mı diye konuşuyoruz ve sonrasında “bamyacı” nın halihazırda kapalı olmasından ötürü yolun sağ tarafında gördüğümüz “Baraka” isimli bir yerde durarak çorba içmeye karar veriyoruz.


(Baraka)



Küçük bir “Arabaşı nedir?” tartışmasından sonra çorbalarımızı bitiriyor, hesabı Meteye ödetiyor ve kalkıyoruz. Kesene bereket Mete.


Yolculuğun buradan sonraki kısmı hiçliğin ortasında akıl sağlıklarımızı korumaya odaklanarak geçiyor, Konyalı insanların alışkanlıkları, sevdikleri aktiviteler ve bir takım psikanaliz muhabbetlerinden sonra Konya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerine küfrederken mağarada yiyecek hiçbir şey almadığımızı fark edip Taşkent’ten alırız diyerek bu derdi de geçiştiriyoruz. Bulunduğumuz konum itibariyle bol bol Issızlığın Ortasında dinleyerek yolculuğumuza devam ediyor ve saat 03.20 de küçük bir mola veriyoruz.


Ercan bir anda bu tarz yolculukların en önemli noktasının kavun olduğunu söylüyor ve yol kenarında gördüğümüz ilk kavuncuda duruyoruz. Soğuktan titreyerek kavunları kesiyor ve kirlenmeye aldırış etmeksizin yiyoruz. Afiyet olsun.



                                                                  (Kavunlar ve mağaracılar)


2 saat daha gittikten sonra saat 05.20 civarında Taşkent’e varıyoruz. Arabaları uygun bir yere çekip sabaha kadar dinlenmeye karar veriyoruz. Ahmet ve ben (Enes) arabadan çıkıp gökyüzünü fotoğraflıyoruz ve birer sigara içtikten sonra Ahmet bir takım gaz işleri için uzaklaşıyor. Bu sırada ben arabaya gidiyor ve uyumak için yerleşiyorum.


Sabah saat 7.30 gibi Ercan, Ahmet, Mete uyanıyor ve yöresel ürünler satan bir esnaf ile muhabbet etmeye başlıyorlar, sonrasında ben uyanıyorum ve esnaf abimizin türlü hikayelerini dinliyoruz. 



(Vişne) 



Saat 9.20 de kahvaltıya oturuyoruz. En küçüğü belirleyip (Aybüke) çay almaya gönderiyoruz. Kendisi biraz ağlıyor ve devam ediyor. Yaklaşık 5 dakika sonra 5 ekmeği tüketiyoruz ve Aybüke’yi ekmek almaya gönderiyoruz. Yine ağlıyor. Seni seviyoruz Aybüke. Gelen 2 ekmeği de gömdükten sonra kahvaltımız bitiyor ve esnafın ikramları karşılığında teşekkür için karpuz ve kavun almaya gidiyoruz ancak işler planlandığı gibi gitmiyor biraz pahalıya mal oluyor, esnaf abimiz bizi fazladan birer karpuz ve kavunla gönderiyor. 2 kavun 2 karpuzumuz oluyor. Canı sağ olsun.



(Soldan sağa Metehan, Arda, Aybüke, Enes, Ercan, Vişne, Ezgi)



Taşkent’in güneyine doğru, görkemli Toros dağlarının arasından yola çıkıyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra kontağımızın verdiği buluşma noktasına varıyoruz. Barçın camiinin önünde gözlerimizi güneye çevirip kontağımızı beklemeye başlıyoruz. Yol kenarındaki bir dükkana ait bir arkadaşımız geliyor, hepimize kendini sevdiriyor ve sonrasında dükkana geri dönüyor. Birkaçımız cami duvarına yatıp dinlenirken birkaçımız yol kenarında volta atıyor, uzunca bir bekleme sonrasında kontağımız Ali hoca ailesi ile beraber geliyor, tanışıldıktan sonra Ahmet ve Mete arabaları alıp patikayı takip ediyor, araçların yükünün hafiflemesi adına biz patikayı yürüyerek çıkıyoruz. Patikanın ucundaki birkaç hanelik yerleşkeye vardığımızda Ramazan dayı bize sesleniyor, Ali hoca ile beraber oraya doğru gidiyoruz, Ramazan dayı ve hanımı bize soğuk bir şeyler ikram ediyor, kendisi de bir yörük olan Ramazan dayı bize 2 güzel şiir okuyor ve sonrasında mağarayı bulmak üzere Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben yola çıkıyoruz. Bu sırada döşeme ekibinin geri kalanı (Ahmet, Vişne, Aybüke) hazırlanmak üzere kampa gidiyor. Evden 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında epey dar yatay bir giriş göze çarpıyor, mağaranın girişi burası.


Mağaranın girişinde Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben biraz etrafa bakınıyoruz. İkili bize bölgedeki mağaralara tek bir el feneriyle girdiklerini, bir şey olmadığını anlatıyorlar. Biz de mağaraya ekipmansız, eğitimsiz girilmemesi gerektiğini, yaptıklarının kötü sonuçlar doğurabileceğini tatlı sert bir dille anlatıyoruz. Mağaralardaki kurtarma operasyonlarının ne denli zor ve uzun süreçler olduğundan bahsediyoruz. Pek işe yaramışa benzemiyor olsa da gözlerinin korkmuş olmasını ümit ediyor ve devam ediyoruz. Yakınlarda birkaç küçük mağara olduğundan bahsediyorlar. Ercan onlarla bu konuşmalara devam ederken ben de kampa doğru hazırlanmaya gidiyorum.


Kampa vardıktan 20 dakika sonra hazırlığımızı tamamlıyor, ağırlıklarımızı yüklenip kayalıklarda yuvarlanmamaya çalışarak mağaraya doğru yola çıkıyoruz. Yolda araziye ufaktan küfrediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra mağaraya varıyor ve son hazırlıklar için mağara önünde mola veriyoruz. Bu sırada Ercan ve kontağımız geliyor, bize katılıyor. Hazırlandıktan ve çıkış/rescue saatlerini belirledikten sonra mağaraya girmek üzere harekete geçiyoruz.



                                                  (Mağara ekibi; Vişne, Aybüke, Ahmet, Enes)



Önden ben gidiyorum, mağaranın ağzı dar olduğu için hurçlarımızla geçmek zor oluyor, elden ele hurçları geçirdikten sonra hem kontağın verdiği bilginin tam aksine çıkan mağara hem de definecilerin azimle kazdığı 3 metrelik çukur (tuzak resmen) bizi ufak bir dumura uğratıyor ve sözde kocaman olan küçük galerideki kolları incelemeye başlıyoruz, tam karşıda kalan 2 kol var, bir tanesi birkaç metre gidip kapanıyor, diğeri ise neredeyse başlamadan bitiyor. Vardır bi bildikleri, belki burası değildir diyip üçüncü kola doğru hareket ediyoruz. Bu kol da daral başlıyor, hurç ritüelini tekrarlayıp aşağı doğru giden darala dalıyoruz. Birkaç metre sonra kol genişliyor ve ıslanıyor. Geniş bir menderes halini alan kolda yürümek mümkün olduğu için rahatça ilerliyoruz ve dikine daralan bir noktada köylünün bahsettiği “10 metre civarı iniş” karşımıza çıkıyor. Uygun bir noktadan aşağıya bakıyoruz ve bir de ne görelim, insanların burayı inmek için kullandığı, üstünde basamak olarak işlev görmüş paslı kalın çiviler olan çürük bir kalas. En fazla 4 metre olan inişin bacalanarak inilemeyeceğine ve orada duran koca kalasın da bacalanmaya çalışılırsa tehlike yaratacağına karar verip kuşanıyor ve döşemeye başlıyoruz. Ahmet ve Vişne döşemeyi planlarken ben inişe yakın bir noktada baca yaparak mağara tavanından doğal emniyet alıyorum ve hattımızı kurmuş oluyoruz. Backup için bir bolt çakıyoruz, backupı alıyoruz ve inişe sırayla başlıyoruz (bu olaylar esnasında Vişne fantezilerinden bahsedip bütün menderesi takıl-geç istasyonları ile döşemek istediğini söylüyor, keşke yapsaydık) . Önden Vişne ve ben inip kalası daha uygun bir pozisyona çektikten sonra Ahmet ve Aybükenin inişi için bekliyoruz, onlar da indikten sonra şöyle bi arkamıza bakıp 17 metrelik ipi sadece çamura bulamak için mağaraya sokmuşuz gibi hissedip devam ediyoruz. Yanımızdaki gereksiz malzemeyi kalasa asıp yola koyuluyoruz. Mağara daralarak ilerliyor, küçük bir gölet -diz boyu ve en fazla 1 metre çapında- geçtikten sonra ileride aşağıya doğru giden bir daral görüyoruz. Aramızdaki en küçük insan olan Aybüke’yi önden gönderip daral devam ediyor mu etmiyor mu bakmasını istiyor ve beklemeye koyuluyoruz. Çok geçmeden Aybüke devam ettiğini ancak sığılamayacağını söylüyor, arkasından Vişne gidiyor, uzunca bir süre daralı geçmeye çalışıyor. Bu sırada aşağıdaki darala iyice girmiş olan Aybüke mağaranın devam etmediğini ve tıkandığını söylüyor. Vişne tam daralda tıpa olduğu sırada gelen bu bilgi yüreklere su serpiyor. Bunlar olurken ben ve Ahmet mağaranın bize sunduğu güzellikleri şekillendiriyor, birbirimize fırlatıyor ve muhabbet ediyoruz. Vişne daralı benim de denemem gerektiğini ve çok keyifli olduğunu söylüyor ancak pek oralı olmuyorum. Aybüke de çıktıktan sonra mağaranın ilerisi hakkında konuşup devam etmediğine karar veriyoruz. Dönüş yolunda mağaranın yarattığı hayal kırıklığını çok umursamayıp kendimize eğlenceler yaratarak devam ediyoruz. Bir yandan da haritalama için aldığımız verileri kontrol ediyoruz. Hem döşemeyi hem haritalamayı yaptığımız için toplama ekibinin girdiği zahmete değmeyeceğini düşünerek mağarayı toplayıp çıkmaya karar veriyoruz. Bu sırada “10 metrelik iniş” kısmına geldiğimizde kuşamlarımızı kontrol ediyor ve yukarı çıkıyoruz. Yukarı çıkıp hattı topladıktan sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Bir noktada durup mutlak karanlık isimli mağaracı ritüelini gerçekleştiriyor ve mağaradan çıkmak üzere tekrar yola koyuluyoruz. Geldiğimiz yolu aynı şekilde geri döndükten sonra mağara önünde oturup biraz dinleniyor, barbunya pilakilerimizi yiyor ve kampa doğru yola çıkıyoruz.


(Mağara çıkışında Ahmet bir şeyler buluyor, arkada Aybüke)


Kamp yolunda kayalardan bir miktar fosil topluyor, yuvarlanıyor ve sonunda kampa varıyoruz. Vardığımızda toplama ekibi tulumlarına girmiş yatıyordu, bunu görüyoruz ve fırsattan istifade biz de biraz dinlenmek üzere oturuyoruz. Bir süre sonra ekip uyanıyor ve mağaranın girmeye değer olmadığını, döşemeyi, haritalamayı ve toplamayı yaptığımızı ancak girmek istiyorlar ise döşemenin hazır olduğunu söylüyoruz. Anlattığımız şeyleri göz önünde bulundurarak mağaraya girmemeye karar veriyorlar ve buradan sonra ne yapacağımıza karar vermek için toplanıyoruz. Kamp alanındaki briketler ve meyve ağaçlarının gübrelenmesi hakkında biraz muhabbet edip asıl konuya dönüyoruz. Bu sırada köylülerden bir çift yanımıza gelip bizimle sohbet ediyorlar, mağaradan çıkan ekibe gözleme ikram ediyorlar ve afiyetle yiyoruz. Konuşmamızdan sonra Silifke’ye, Ercan’ın memleketine doğru yola çıkmaya, sonrasında denize girmeye karar veriyoruz. 


Hızlıca toparlandıktan sonra arabalara atlayıp yola koyuluyoruz. Bu kısımda çok bir şey yaşanmıyor. Torosların tepesinde, virajlarla dolu bir yolculuk geçiriyoruz. Keban barajı sandığımız bir barajda 2 dakika durup Ermenek barajı olduğunu öğreniyoruz, barajın güvenlik görevlisi belli etmese de cehaletimizle dalga geçip gönderiyor bizi. Uzun bir yolculuk sonunda Silifke’ye varıyoruz. Ercan bize yengeç ısmarlamak istediğini söylüyor, yengeç yemeye hızlıca karar verip araçları uygun bir yere çektikten sonra yengeç bulabileceğimiz mekanları gezmeye başlıyoruz, ilk girdiğimiz ve tabelasında “YENGEÇ” yazan mekanda sanırım görünüşümüzü beğenmediklerinden dolayı yengeçlerinin kalmadıklarını söylüyorlar. Bu mekana güzel sözcükler ettikten sonra ikinci gittiğimiz yerde de aynı söylemle karşılaşıyoruz, ancak bu sefer gerçekten yengeç olmadığını düşünüyoruz. Bir miktar yürüdükten sonra Cancan Restoran isimli bir yere giriyoruz ve sonunda siparişlerimizi verip oturabiliyoruz. Ben ve Ercan hariç ekipteki kimse daha önce yengeç yemediği için biraz zorlanıyorlar, küçük bir yengeç yeme dersinden sonra Mete hariç herkes güzel bir arpa suyu eşlikçisi olduğunu düşünüyor ve yavaşça ziyaretimizi sonlandırıyoruz, hesapları ödedikten sonra araçlara doğru yola koyuluyoruz ve Ercan’ın evine doğru yola çıkıyoruz. 2 kişi arabada, 4 kişi evin önüne attığımız çadırda 2 kişi de evde şeklinde bir uyku planı yapıyoruz. Çadırı kurarken Arda’yı yeni gelin ilan ediyoruz, herkes uyku lokasyonlarına geçiyor ve geceyi sonlandırıyoruz.



Sabah oluyor.

Saat 7.32 civarı ben uyanıyorum, çadırdaki insanları zar zor aşıp çadırdan çıktıktan sonra her yerimin tutulmuş olduğunu fark edip kendimi parktaki kaydıraklardan birine atıyorum. Sonrasında Ercan ve Mete’nin yattığı balkondan bir gümbürtü (osuruk) geliyor. Uyandıklarını anlıyorum ve Ercan uyandığını gruba mesaj atıyor, çadırdaki ve arabadaki insanları uyandırmaya başlıyoruz. Zor olsa da uyanıyorlar ve bir süre parkta muhabbet ettikten sonra eve gidip Ercan’ın ailesi ile tanışıyoruz, bizi çok güzel ağırlıyorlar. Kahvaltı için masaları kuruyor ve hazırlık yapıyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz, dolandırıldığımız kavunlardan birini kesiyor ve yiyoruz. Bolca muhabbet ettikten sonra masaları topluyoruz, vedalaşma ve el öpmelerden sonra hep beraber arabaların yanına gidiyoruz. Bu sırada HÜMAK’ın fahri üyelerinden olan Mamu (Ercan’ın kardeşi, Erhan) bize birkaç hediye veriyor ve vedalaşıyoruz. Denize girme planımız için çok geç olduğuna karar verip yolumuzun üstünde kalan Çatalhöyük’e gitmek için yola koyuluyoruz.


Çatalhöyük’e doğru bütün bu maceranın en sıkıcı yolculuğunu geçiriyoruz. Hava sıcak, boşluğun ve hiçliğin ortasında uzunca bir yolculuktan sonra kavun yemeye duruyoruz. Bolca sıvı tüketip kavun yedikten sonra arabalara tekrar biniyoruz, kısa bir süre sonra Çatalhöyük’e varıyoruz ve Ahmet bize uzun uzun Çatalhöyük’ü anlatıyor. Bolca kültürlendikten sonra ziyaretimizi sonlandırıyoruz. Dönüş yolunda Konya üzerinden gideceğimiz için yolda yemek yiyecek (etli ekmek denen saçma sapan şeyden başka) bir şey bulmakta güçlük çekiyoruz. Yarım saatlik bir yemek arayışından sonra haritalardan bulduğumuz bir lokantaya doğru çeviriyoruz arabaları. Gittiğimiz yer kapalı çıkıyor ve yanındaki kebapçıya gitmeye karar veriyoruz. Ortalamanın altında lezzetli ancak yüksek fiyatlı yemeğimizi yedikten sonra çok da memnun olmayarak dönüş yoluna geçiyoruz.


(Ekip, Çatalhöyük)


Yorgunluğun yarattığı sessizlikle birlikte Ankara’ya doğru gitmek üzere hiçliğe tekrar dalıyoruz. Konya ovası sw…


Şarkılar dinleyip bolca uyuyarak yolda buraya yazmaya değecek hiçbir şey yapmayarak yolculuğu geçiriyoruz. Saat 20.47 itibariyle Ankara’dayız. Birkaç gün sonra dernek evinde buluşup birkaç cümlelik faaliyet toplantımızı yapıyoruz :D 

Ardından adeta Morca’ya inmişiz hissiyatı verecek kadar kirli durumda olan ekipmanımızı temizliyor ve faaliyeti bitiriyoruz.




danke schön liebling


-Enes GÜLER


29 Mayıs 2023 Pazartesi

Kuyluculardan Dağlı

 


En son gidildiği 2018 tarihinden bu yana her sene gidilmek istenen ve birçok defa gidilmesi planlanan ancak gidilemeyen mağara; Dağlı Kuylucu.



Ağız genişliği yaklaşık 50m. Dikey uzunluğu, iki büyük şaftı ve tünel koluyla toplam 190m. Küre dağlarının yüksek kesimlerinde yeni yeni oluşmaya başlamış akarsuların yeraltına dalarak oluşturduğu bu mağaranın tavanının zamanla çökmesi sebebiyle obruk halini aldığı düşünülüyor. Kamp alanının yakınlarındaki üç ayrı koldan beslenen akarsu mağaraya yakın bir yerde yeraltına dalıyor ve mağaranın uzun duvarlarından birini delerek dibinden 100m yükseklikteki büyük bir balkona dökülüyor. Düştüğü yerde bir dev kazanı oluşturan şelale bu balkondan da aşağı kıvrılarak akıyor ve mağaranın dibine dökülüyor.



Kastamonu’nun Şenpazar ilçesine bağlı dağlı köyünün yakınlarındaki Dağlı Kuylucu (Kuyluç: Derelerin derin yerleri, çukur, kuyu) Küre Dağları Milli Parkı’nın kuzeye bakan yüzünde, büyük tepelerin arasındaki bir sırtta küçük tepelerle çevrili bir çukurun ortasında oluşmuş bir obruk.

Yakınlardaki birkaç küçük akarsu Dağlı Kuylucu’ya döküldüğü için bu mağaraya “suyun kaybolduğu yer” denmiştir. Yerel efsanelerden en bilineni “kuyluç kızı” efsanesidir. Efsaneye göre mağaranın dibinde bir kız yaşarmış, güzel sesiyle yakından geçen erkekleri büyüleyip mağaraya çekermiş. Bizi mağaraya çeken kuyluç kızı değilse de en az onun kadar güzel sesi ve görüntüsüyle kuylucun ta kendisi.

 Bu mağara için bayram tatilini seçmek fazladan bir gün kazandırması açısından çok mantıklıydı ancak bayram için ailesini ziyarete gitmek isteyen mağaracıları ikilemde bırakması katılımın beklenenin altında kalmasına sebep oldu.

Faaliyet sorumluları Murat ve Gürhan başta olmak üzere birçok kişi hazırlık aşamasında emek verdi. Dilekçe işleri, araç, kumanya, malzeme, döşeme planı gibi konular el birliğiyle halledildi. Tabii ki bazıları daha fazla çalıştı. Yedek ipimiz yetmediği için Mete’den kendi ipini istedik, matkabın şarjını doldurduk, yemekhaneden kumanyayı aldık ve odada boş yapmaya başladık. Saat 17.00 gibi Ahmet Mete’nin ipini aldı ve geldi. Ahmet geldikten sonra Beytepe köyü taraflarına alışverişe gittik, 7 kişi. Saat 18’i biraz geçerken odaya geri geldik, kamp ve mağara malzemelerini hazırlamaya başladık.

Kullanılmış ve bir süre açıkta kalmış alüminyum battaniyenin bayat ekmek gibi dağılacağı üzerine bir tartışma yapıldıktan sonra yemekhaneye gittik. Saat 20.00’da gelmesi planlanan araç 40 dakika kadar geç kalarak hümak saatine yabancılık çekmeyeceğini gösterdi. Aracı yükledik ve saat dokuzu beş geçe 13,5 erkek 0,5 kadın yola çıktık. Faaliyete katılan tek kadın Çağla’yı Çağlar abi ilan ettik fakat Çağlar abi faaliyetteki erkekleri dişileştirebileceğini iddia etti. Olmadı…

Yol boyu şoför abi ile onlarca konuda derin sohbetler ettik, vatan kurtardık, piyasaları alaşağı ettik. Yolda çorbacı aradık ama bulamadık. Tuvalet ve sigara için durduğumuz benzinliklerden aldığımız atıştırmalıklar ve yemekhane poğaçasıyla idare ettik. Molalardan birinde Çağlar abi erkek tuvaletine girerek erkekliğini kanıtladı. Benzinliketeki kedi ve köpeklere mide yakan poğaça verdik, çok sevdile

Nihayet Şenpazar’ı da geçtik. Haritada gözüken asfalt yol heyelanlar sebebiyle çok fazla hasar görmüş. Başta, asfalt olması gerekip toprak olan yolun girişini kaçırdık, sonra geri dönüp küçük tereddütlerle ilerledik ve asıl toprak yola kadar geldik. Bu süreçte yağmur bir yağdı bir durdu.



Saat gece üç buçuğa doğru, aracın gidebileceği son noktaya vardık. Üç kişi, vahşi hayvanları kaçırmak için heyolayarak kampı kuracağımız alana kadar yaklaşık 300m yürüdük. Günlerdir azar azar yağan yağmurlardan dolayı yollar fazlasıyla çamurluydu. Kamp alanına varınca, su olmamasını umduğumuz açıklık alanda çadır kurmamızı engelleyecek kadar su birikintisi vardı. Çadır yerlerine, ateşin konumuna ve derenin debisine bakıp aracın yanına geri döndük. Bir yandan aracı boşalttık bir yandan da eşyaları kamp alanına taşıdık. Kamp alanına gelen bütün eşya iki (2) matın üzerine yığıldı ve tabii ki bazı eşyalar koca yığının üzerinden düşüp çamur oldu.



Ne yazık ki dere bulanık akıyordu. Ertesi gün şoför abinin yerel halktan duyup söylediğine göre yakın zamanda bir heyelan oluş ve su bu yüzden bulanıkmış.

Tüm eşyalar taşındı, yemek çadırı kuruldu (Malzeme çadırı olarak Ahmet’in çadırının bagajını kullandık), poğaçalar yendi. Üç kişi (Serkan, Murat ve ben (vişne)) mağaraya giden yola bakmaya gittik. Dönüşte telsizi düşürdük ve geri dönüp telsizi aradık. Çok yakın olduğu ve yollar çok dar olduğu için kolayca bulduk. Kampa dönünce yatıp uyuduk.

Mağaraya 3 ekip (döşeme, turist ve toplama) olarak girmeye karar verildi. Bu sayede döşeme ekibi öğlene kadar uyuyabildi. Saat 11 gibi yemek yendi 12 gibi döşeme ekibi kamptan ayrıldı. Döşeme ekibine sıcak su, fazladan bir telsiz ve diğer birkaç isteklerini götürmek için birkaç kişi mağara ağzına gittik. Mağara ağzında suyun sesinden birbirimizin söylediklerini anlamak çok zorlaştı.



 Boltların sağlam olmasını beklediğimizden en fazla birkaç bolt çakmamız gerekeceğini düşündük. Boltlar düşündüğümüz gibi çıkmayınca hem çakılmış boltları arayarak hem delik deşik duvarda bolt çakacak yer arayarak hem de hattı kurarak çok fazla enerji harcayan döşeme ekibi mağaraya sırayla gir çık yaptı. Döşeme ekibi çay, helva, telefon ve meyve suyu istedi, götürüldü. Döşemeye telsizden müzik dinletildi ama Gürhan müziği biraz depresif buldu.

Döşeme devam ederken bir ekiple, o günü ve ertesi günün sabahını çıkaracak kadar odun topladık. Barış bu kadar odunun tüm kamp boyunca yeteceğini iddia etti, bizi tanımıyormuş gibi. Odunları kurutmak için ateşin etrafına dizdik. Bir yandan da Enes uygun bir ağaca hat açtı. Barış ve Enes bu hatta biraz çalıştı.



 

Öğleden sonra ateşin başına dizildiğimizde birkaçımız gidip uyumuştu bile. Enes artık uykusunun geldiğini, uyumadan ateş başına tenteyi açmak istediğini söyledi. “Zaten bu saatten sonra yağmur göstermiyor, tente açmaya gerek yok.” Dedim. Biraz daha ateşi seyrettim ve başım ağrıdığı için gidip uyudum. Bir süre sonra, daha tam uykuya dalamamışken yağmur sesleri eşliğinde uyandırıldım. Tente asmak için yardımcı ip istediler, verdim ve geri uyudum. Tedbiri elden bırakmamak gerekiyormuş.




Yatmadan önce ekip olarak (turist ekip) cumartesi sabah altıda uyanmaya karar vermiştik. Planladığımız gibi altıda uyandım ve çadırlarını bilmediğim ekibimin tamamını uyandırdım. Zaten deneyebileceğim 3 çadır vardı. Tam kahvaltı hazırlamaya başlamışken döşemenin daha bitmediğini, giriş saatimizin ertelendiğini öğrendim. Geri yattım.

Ben daha uyuyamadan Kuzu uyandı ve çadırdan geri çıktım. Ekipler ve döşeme planı hakkında konuşarak kahvaltı yaptık. Turist ekibin döşeme ekibine bindirme yapmasına karar verdik. Gürhan ve Kerem mağaraya tekrar girmemeye karar verdiler. Kuzu ve Ahmet 06.40’ta kamptan çıkış yaptı. 07.00’da Kuzu mağaraya giriş yaptı.

 Uzunca bir süre Barış’ı uyandırmaya uğraştık. Bir yandan kahvaltımızı yaptık bir yandan da tulum krizini çözmeye çalıştık. Gürhan ve Kerem mağaraya ikinci defa girmeyecekleri için onların tulumlarını aldık. Ekibin tamamına bu mağaraya girmeye uygun tulum ayarladıktan sonra yavaş da olsa hazırlanıp saat dokuz gibi biz de mağara ağzına ulaştık.


Mağara ağzında, kısa bir süre, döşeme ekibinin telsizden mağaraya girebilirsiniz demesini bekledik. Elimizde olan sebeplerden dolayı yavaş hazırlandığımız için mağara ağzında çok beklemedik. Döşeme ekibine bindirme yaptığımız için mağaraya altı kişi girmiş gibi olduk. Kendi ekibimde üçüncü, döşeme ekibiyle birlikte sayarsak beşinci olarak mağaraya girdim.

Ekibimden 2 kişinin ilk dikey mağarası olduğu için biraz yavaş ilerledik ve mağarayı seyredecek bolca vaktim oldu. Bana kalsa 3 saat daha durur izlerdim. İlk iki istasyondan aşağısı görünmüyor. Üçüncü istasyona geldiğimde şelalesiyle, yeşiliyle, yükselen sisiyle hafızamın “en güzeller” kısmına yeniden yerleşti. Heyelandan dolayı bulanık akan suyun gri rengine rağmen.



Mağaranın yüksekliği ilk girdiğim zamanki kadar etkileyici gelmedi, açıkçası yıllarca güzelliğini göklere çıkardığım için görsel açıdan da büyülendim diyemem. Belki de gözlerim iyice bozulmuştur. Ancak mağaralarda geçirdiğim onca zamandan sonra sanırım duygusal bağ kurmaya başladım.

 

 

Bir tarafta mağaranın duvarının ortasından dökülen şelale, bir tarafta mağaranın tüm duvarları boyunca hobbit oyukları gibi oluşumlar, bir tarafta mağaranın ağzını bir taç gibi saran ağaçlar, aşağı sarkan sarmaşıklar. İpin duvardan uzaklaştığı yerlerde durup döne döne manzarayı izlemek…



Aşağı inip tünel (çatlak) kısmından da devam edince döşeme ekibiyle karşılaştık. Zaman sıkıntıları, boltların durumu ve ekibin yorgunluğundan dolayı ikinci şaftı döşemekten vazgeçtiklerini söylediler. Hep beraber kumanyalarımızı yedikten sonra döşeme ekibinden başlayarak çıkışa geçtik. İçine çöp doldurduğumuz fındık poşetini almayı unuttuğumuz için istemeden toplama ekibinin hayalleriyle oynadık. 

Biz mağaradan çıkarken mağara ağzında şoför abi dahil kalabalık bir ekip bizi karşılamaya gelmişti. Hatta Gürhan mağara ağzına bir Starbucks şubesi bile açmış.

Biz mağaradan çıktıktan hemen sonra toplama ekibi girdi. Kamp alanına dönüp üstümüzü değiştirdik, bir şeyler atıştırdık (mükemmel patates kızartması) ve tekrar oduna çıktık. Benim odun sevgimden dolayı biraz fazla odun topladık. Sonrasında üç kişi dolaşmaya ve telefonun çektiği bir yerden şehir sorumlusuna mesaj atmaya gittik. Dönüşte çok yorulduğumu fark ettim. Meğer hasta oluyormuşum.

Biraz ateş başında takıldıktan sonra bir grup yemek yapmaya girişti bir grup da mağara ağzına toplama ekibini karşılamaya gitti. Biz mağara ağzına vardıktan sonra çok geçmeden Murat ve Alper mağaradan çıktı. Deniz ve Enes, şaftın ortasında hurç aktarmak için yakın durmaları gerektiğinden ve benim mükemmel birleştirdiğim ipi sökmek için vakit harcadıklarından biraz geciktiler. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i beklerken biraz telaşlandık. Murat ilk birkaç istasyonu geçip bakmak istedi. Biraz inip seslendi, ses ve ışık bağlantısı kuruldu ama şelalenin sesinden söylenenler anlaşılamadı. Telsizlerimiz çeşitli sebeplerden dolayı çalışmıyor olmasaydı böyle bir iletişim sorunu yaşanmayacaktı. Biz yukarıda durumdan habersiz meraklanırken aşağıdakiler Murat’ın darlamalarına rağmen hat toplamaya uğraşıyorlardı.

Çok geçmeden herkes sağ salim mağaradan çıktı. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i bırakıp alabildiğimiz kadar yük aldık ve kamp alanına döndük. Yarım saat kadar sonra onlar da son malzemeleri toplayıp geldiler. Akşam yemeğinde makarna vardı, Gürhan ve ben makarnaya ton balığı ve yoğurdu karıştırıp yedik. Tüm ön yargılara rağmen çok güzeldi.



Yemekten sonra herkes sırayla konuşma yaptı. Konuşma aşamasını çok uzattığımızı birden saat gece 3 olunca fark ettik. Boğazım çok (gerçekten çok) kötü olduğu için arpa suyumu içemedim, onun yerine salep yapıp içtim. Kerem’in, fermante üzüm suyu şişesini matkapla açma projesini de izleyip çok da erken olmayan bir saatte uyudum.

Uyandığımda öğlen oluyordu. Kahvaltı ve toplanma derken yağmura yakalanmadan yola çıkabildik. 10 dakikayla kurtardık. Yolda yemeklik bir yer baktık ama bayramdan dolayı olsa gerek Kastamonu merkeze kadar çorbacı bulamadık. Bulabildiğimiz tek yer kuyu kebapçısıydı o da kişi başı 220 TL gibi bir fiyat verdi. Merkezde ilk gördüğümüz çorbacıya oturduk. Var dediği iki çorbası da bitti ve Enes zorla ezogelin içti. 40TL olarak anlaştığımız hesabı, ben dahil birkaç kişiden 50TL olarak aldı. Sonuç olarak Kastamonu merkezdeki Ahmet Karaman’ın yeri tavsiye edilmiyor.

Kampüse döndük eşyaları indirdik evlere dağıldık. Ertesi gün temizlikte çiğ köfte yapıldı. Temizlik salı günü de devam etti. Salı akşam saat sekizde, Atatepe yurdunun altındaki bir kafede (adını hatırlayamadım) faaliyet toplantısını başlattık. 12 kişi olmamıza rağmen toplantı üç buçuk saat sürdü. Temizlik bir gün daha devam etti ve faaliyet bitti.


Sol baştan ayakta olanlar;

 vişne, gürhan, arda, kerem, serkan, öztürk, deliktaş

Sol baştan oturanlar;

enes, barış m., alperen, çağla(r), kuzu, murat











 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..