31 Mart 2010 Çarşamba

Eskişehir-Mayıslar Kamp Fotoğrafları

12-14 Mart 2010 tarihli Eskişehir-Mayıslar Mağarasına yapılan etkinliğin kamp fotoğraflarına aşağıdaki bağlantı aracılığıyla ulaşabilirsiniz.. (eğlenceliktir)


http://www.facebook.com/photos.php?id=579061950#!/album.php?aid=164351&id=579061950



29 Mart 2010 Pazartesi

yeniden... faaliyet...

Yazar: Elvan Tımbıl
Tarih: 29 Mart 2010
12-14 Mart Eskişehir - Mayıslar Mağarası Kampı

Yazıdan önce gelen not: Bu yazı yazılalı bir haftayı geçmiştir, yazan şahıs olan benim güzel bölümümün sınav haftası olması ve de laptopumun bozuk olması dolayısıyla bir türlü eklenememiştir.

Güneşli bir akşamüzeri saat 18.00 sularında başladı faaliyet. Geniş ekibimizle düştük yollara. Yolculuk başlar başlamaz yeni üyelerle tanışma, uzun zamandır görüşemediklerimle hasret giderme derken kendimi Halk Ozanının yanında buldum. Ozan ve Serra'yla bir süre muhabbete dalıp memleketi ve dünyayı kurtardıktan sonra "ama benim adım elvandalton" nidalarıyla göbekler atıldı, kurtlar ortaya saçıldı, ben de kendimi o hengamede uyur buldum. Kamp alanına gelindi, çadırlar kuruldu. Ateş başında üç beş bir şey yedikten sonra yattık uyuduk.
Benim alarmını kapatmayı unuttuğum telefon saat 07.00 da çalınca maalesef çadır arkadaşlarım Cem ve Serra da uyandı, kendilerine burdan özürü bir borç bilirim. Alarmı kapattıktan sonra kuşların cıvıldaşmasından bir süre uyuyamadım mutlu mutlu kuş seslerini dinledim. Kuş seslerine Eşref'in horlamaları katılınca tekrar uyumaya karar verdim.Uykuyu seven bir insan olduğumdan ben kalktığımda aşağı yukarı bütün kamp ayaklanmıştı. 3 çeşit peynir, 5 çeşit zeytin, 7 çeşit domatesle krallara layık bir kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra Cem, Ferdi ve Serra ile Şİfalısuya doğru yürüyüş yapalım dedik. Yol boyunca vadi manzarasına hayran ola ola ilerledik, bol bol fotoğraf çektik. Ferdi yer yer durup adını şimdi hatırlamadığım bir taşı aradı, sonunda da buldu. Renkli uçan bir böceği sanat çalışması adına fotoğraflamaya uğraştık ( Serra size cinsini familyasını falan söyler, benim için sadece renkli uçan bir böcek). Uzunca bir süre mutlu mesut yolumuza devam ettik ta ki ayımsı, kurtumsu, domuzumsu bir şey bize ağaçların, otların arasından "HRRRRRRR" layana kadar. Önce Ferdi hrrrrr layan şeyin domuz olduğunu söylerken, Cem kuş olduğunu iddia etti ki bence ayı bile olabilirdi, hepimizi yese doymayabilirdi. Serra ve ben elimize kayalar alıp yolu gersin geri koşmaya çalışırken, Cem ile Ferdi o yaratığın kuş olduğu konusunda hemfikir oldular, bizim korkmamıza da yarılmak suretiyle güldüler. Yolumuz yaratıklar tarafından kesildiği için de şifamızı bulamadan geri döndük. Ne idüğü belirsiz yaratıktan yeterince uzaklaşınca da odun falan topladık, kampa döndük.
Öğle yemeği vaktine doğru yemek hazırlıklarına giriştik. Cansu, Çağıl, Barış, Serra ve Özge'yle birlikte kiminin tuz kiminin su kattığı ortaya karışık yemekler yaptık ki tadından yenmedi.
Akşamüzeri kimileri bir yerlere yürüyüşe çıktı, kimileri çadırlarına çekildi, ateş başında Ahmet C., Serra ve ben kaptanımız Sinan Abiyle sohbet etme fırsatı bulduk. Orjinal kaptan tarihimize muhabbeti bu kadar iyi olan ilk kaptan olarak geçen Sinan Abi, Lokman Abi'nin gönüllerdeki yerini ekarte ederek bir numaraya yükseldi. Sinan Abi'nin anlattıklarına o kadar çok güldük ki uyuyanlar uyandı. Muhabbet iyice sarınca da abimiz bize çekirdek getirdi, çekirdek çıtlamalarına kahkahalarımız karıştı. Söner gibi olan ateşi Sinan Abi ne olduğunu hatırlamadığım bir gaz ile alevlendirdi, bizlerden alkış aldı.
Ekipler geldi gitti, çorbalar kaynadı, Aslıhan ile Ozan fizik çalıştı. Sorumluluk sahibi faaliyet sorumluları Emrah ile Anıl takdir topladı.
Derken akşam oldu. Ateş başı kalabalıklaştı. Bize hrrrrrr layan yaratığın kuş olmadığı Ahmet S. nin de aynı sesi başka yerde duyması ve "en aşağı tilkiydi" yorumuyla kesinleşti. İçmeye başlamak için son ekibin gelmesi beklendi. Gece 01.00 gibi onlar da gelince bizi tutan bir şey kalmadı. Eşref, Turgay ve Ahmet S. den oluşan saz-söz-dans ekibi beğeni topladı. Şaraplar döndü, votkalar döndü, biralar döndü, kafalar döndü, en sonunda dünya döndü sabah oldu. Sabah yatıldı, öğlen kalkıldı, hızlı bir şekilde kamp toplandı, yola çıkıldı.Araç çamurdan gidemeyince yürümeye başlandı. Yürürken, Ozan'la ben Aycan'ın kendine sardığı sigaraya ortak olduk, mutlu olduk. Çamurlar bitince tekrar arabaya doluştuk. Eskişehir'de süper bir yemek yedik, yolda da Ebru ve Şeref'le bol bol "ama benim adım elvandalton"u söyledik. Sesimi Ebru kadar iyi ayarlamayı denedim ama başaramadım. Saatler geçti, yollar aşıldı, okula gelindi. Sinan abi sırtımda çanta elimde koli işim zor olacağı için beni bloğumun önüne kadar bıraktı, giderken korna bile çaldı, mutlu oldum.
Güzel bir faaliyet oldu. Başta Sinan abi ve faaliyet sorumluları olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürler...

24 Mart 2010 Çarşamba

şeref ve eşreften direk dansı..

23 MART - Beytepe

emrah dimdik'in olmamasına rağmen kendisinin doğum günü vesilesiyle bir araya gelindiğinde, madem ortamda direk ve şeref vardı, madem bir önceki şovun videoları uzayın derinliklerinde kaybolmuştu, madem alkollüydük.. hayıııırrr.. yapmamalıydık









































































22 Mart 2010 Pazartesi

19 mart eşref in şaraba başlama tarihinin anıları

Yazar: Ferdi Uğurlu
Tarih: 22 Mart 2010


19 mart eşref'in şaraba başlama ve her 19 martta tüm klübe şarap alcam sözü verdiği günün anıları

...oysa sıradan bir gün gibiydi...malak malak yatarken şeydanın malzeme odasına gelin malzeme dağıltılcak yardım çağrısına süpermen gibi koşmuş,mağaradaşlarla ufak bi sigara muhabbettinden sonra malzeme dağıltılmış ve tam o sırada eşref, kaptan mağaradamı tipinde postundan çıkardığı şarapları bizimle paylaşmayı teklif etmişti.işte o arada kayış koptu ve en tenha çimenlik alan bulunarak çember kuruldu ve şarap açıldı..(turgay aycan eşref ferdi şeref ve ardından cansu serra ile elvan da bu çembere dahil oldu )

turgay'ın isteği üzerine uzun uzun hayyam arayan eşonun,hayyam bulamaması ve herkesi üzmesine rağmen kınalı bağ(kıllı bağ) ,arya ve dikmen şarapları da hayyamı aratmadı. dikmen 1.5 lt olmasına rağmen hemen biterken nedense diğer şaraplara pek rabet gösterilmemesinden olcak ki uzun süre elden ele dolaştı..

eşo nun ilk kez şarap içiyorum sözleri hernekadar bizleri inandırmasa da o gün ilk kez içtiği varsayılarak tarihe eşrefin şaraba başlama günü olarak geçildi..(sarhoş olup olmadığını tahmin edemediğim bi anda da bundan sonra herkese 19 martta kaliteli şaraplar alıcam sözü herkesce biline ve 19 martta eşonun yakasına yapışıla )

şaraplar içilirken bol geyikli bi muhabet arası eşrefle çimenlerde boğuşmaya başladım..güreşirken eşoyu tam altıma alıcekken bir tür ketenpereye geldim ve kendimi turgayın altında buldum..sıkıysa teke tek gelin nameleri eşliğinde şaraba ve geyiğe devam edildi..dip not : eşoo kalıbının adımı değildir.. :D

şarabın bitmesine ramak kala elmalı votka geldi..sıcak olmasına rağmen enfesti..tadından olacak ki hemen bitti..(teşşekür deniz..ve onu almaya giden serra ve ferdi )
şarap bitmiş olacak ki nasıl oldu neden niye oldu derken DİREK (evet doğru okudunuz direk ) etrafında yeniden çember oluşturulmuş şeref in striptiz şovunu izler olarak bulduk kendimizi...sanki eğitimini almış uzun yıllar antreman yapmış gibiydi..o kıvrımlar o salınımlar ..aman sabahlar olmasın..!!!:D

daha önce hiç strip yapmadığını iddaa etsede inanmadık..ve geceleri evden kaçarak pavyon pavyon, klüp klüp gezerek strip yaptığına eminiz şeref..bi gün izlemeye bile gelicez ..yeter ki adını söyle mekanın :D

şerefin strip şhowuna ardından eşo katıldı..mükemmel bir çiftlerdi...görmeniz lazım diyor ve görmek için alttaki videoyu izlemenizi tavsiye ediyorum..(o an anlatılmaz izlenir )
strip şhow da bittikten sonra aycanın annesinin arabasına tıklım tıklım bindik..eşo turgay ben şeref aycan cansu bide aycanın anne ve teyzesi yani 8 kişi o arabaya bindik..şaşırdım :D
beni köprüye bıraktıktan sonra onlar eğlenceye dewam ettiler umarım..

ferdi uğurlu'nun gözünden 19 mart


usb'min başına gelen talihsiz olay dolayısıyla videoları koyamadım..ama usb inin içindeki veriler kurtulur kurtulmaz o videoları görücekseniz :D

Hümak'ı ve Kampı Özlemişim Faaliyeti

Yazar: Başak Şentürk
Tarih: 22 Mart 2010


Hah kıyafetler tamam. tabak,çatal da tamam. O da, bu da. Yahu çok ekstra bişey de almadım ki niye kocaman oldu bu çanta? Hahahhah yemek var yahu içinde bir sürü. Neyse ki dönüşe bile kalmadan birkaç saat içinde yarısından çoğu tükenecek muhtemelen. Küçülür çantam. ''Ne var senin çantanda o kadar çok ya?''''Yarısı yiyecek.''Ferdi ve Aycan: ''Ay ben de yavaştan acıkıyorum sanki. Yım yım yım.''Hahahah! Evet tahminlerimde yanılmamışım ama yok, arabaya saklanacak bu yemekler. Ferdi, kaç kişi gidiyomuşuz abi? Anıl ya, kaç kişi gidiyoruz biliyo musun? Şeyda, kaç kişi olcakmışız? Servise bi yüklendik ki, üüüh 25 kişi gidiyormuşuz. Belki birkaç koltuk boş kalabilir diyorduk ama ayakta kalan bile oldu otobüste. Ayakta kalan kişi Turgay olunca, zekice bi iş yaparak matı araya serip uyuma fikriyle beni benden aldı. Ay dur Ferdi'yle yer değiştirdi şimdi. Cansu'yla diyoruz ki bi şenlendirsek şu otobüsü, herkes kendi halinde. Ozan'a laf atıyoruz gazete okumasını bölerek. Ordan oraya bi dalga yayılıyor ve otobüsteki mırıltılar artıyor. Şeref'in Ferdi'nin üstünden atlayıp orasına burasına basarak gezmediği yer kalmıyor. Eşref de buralarda. Hatta ortalarda ve de göbekler atıyor. O yetmezse bir de güzel kalça kıvırıyor. Kekler, poğaçalar yeniyor. Uyuyo, uyandırmayalım diye Aycan'ı biz es geçmişken o uyandığında gırlıyor AÇIM diye. Çağıl'ın çükütay hikayeleri çalınıyor kulaklara. Bir süre sonra benim gözler kapanıp kapanıp açılıyor. Molalardan birinde bir benzinlik yanında gördüğümüz bir markete giriyoruz 'içki alışverişiiiiii!' diye. Şeyda, kamp için yiyecek alışverişi yapmışken biz hınzır hınzır, tekel kısmına gidiyoruz. Araca geri dönükten bir süre sonra benim gözler kapanıp kapanıp açılıyor. Beş saatlik yolculuğun ardından gelindiği ve inilmesi gerektiğiyle ilgili seslenişler ve dürtükler sonucunda uyanıyorum. Ya burası mutlu ve sıcaktı ne güzel. Uyku sersemi iniyorum aşağı ki offf o ne yahu! Gece güzel, hava temiz, ağaçlar, çayır çimen... Evet evet güzel bir haftasonu olacak.Çadırlar kuruluyor, bilmeyenlere gösteriliyor. Herkes çadırlarına yönlendiriliyor. Bir ateş yaksak da bişeyler yesek, sesleri duyuluyor. 'Bu saatte yemek mi yenir be?' diyen olsa da herkes üç beş lokma yiyor bir şeyler gecenin 1'inde. Ateş başındaki insanlar teker teker azalıyor. İyi geceler diyip de ayrılan ayrılana... Ben de çadıra girdiğimde en son, birinin Cansu'yla konuştuğunu duyuyorum: Cansu sen kalıyor musun burda? Uyumuşum.Pek uzun sürmedi uykum. Vıcır vıcır! cıpcıbırı cıbırı! Çipili çip çip çüp çüp!! Aay bu ne? çipürü çipürü! Gözümün önünde birsürü kuş canlanıyor. çüpültürülü! Çok merak ediyorum, çıldırıcam meraktan. Ama tulumdan çıkıp baksam dışarı, bir daha giremem biliyorum. Uyu boşver, uyu. ÇIPIRIPIRPRIIRIRP! Tamam tatlı bela, kalkıyorum. Bakıcam sana. Dürbünü alıp çıkıyorum dışarı. Muhtemelen şu an mağaraya girmek için hazırlanıyor olan Emrah, Turgay, Aycan, Ahmet ve Cem, yaptığım şeyi saçma bulacak ama gerçekten bunu düşünecek durumda değilim. Hay nesin sen sesini yediğim? Bak sağa bak. Bak sola bak. Evet, çok vakit geçmeden Turgay laf atıyor; ''Bakma boşuna. Biliyorum ben, tepeli pırpır o.'' Baya bi uğraştırdılar ama öğrendim en azından ne olduklarını. İspinozlar. Her yerde, yüzlerce ispinoz! Neyse madem kalktım, yardım edeyim. Dört tane srt takımı hazırladık, gidecekler yemeklerini yedi, Şeyda'dan koordinatlar alındı. Hadi görüşürüz, kolay gelsin. Çadırlardan üç beş kafa çıktı dışarı. Aslıhan, insanlar kalksın da kahvaltı yapalım diye oturup oturup kalkıyor. Ateş hadi büyüdü büyüyecek diyene kadar ben yorulmadım ama Aslıhan benim adıma ümidi kesti bile ateşin onu ısıtmasından. Yine şanslısın Aslıhan, kalktı insanlar. Ay peynirler de güzelmiş, ooh hem de üç çeşitmiş. iyi de, bu ses neymiş? Hahahha! Burdan dolmuş da geçiyomuş olum. Bilseydik dolmuşla gelirdik ehere ühere. Bi dakka, durdu lan bu. İnsanların sırtında kamp çantası var, farkındasınız dimi? Ay yok canım; Cansu diyo ki araçtan inenlerden biri Anadosk'tan Tolga'ymış. Hani şu Olimpos'ta Kocain'e giderken tanıştığımız çocuk. Hatta görünüşe bakılırsa, ekibin kendisi bizatihi Anadosk. Bizim kampın arka tarafına doğru geçiyorlar, oraya kamp atacaklar anlaşılan. Şeyda konuşmuş; onların da amacı hem Mayıslar'da dikey mağara eğitimi hem de temel kampçılık eğitimiymiş. Çağıl'ın kurabiyeleri de lezzetliymiş. Ama bu kurabiyeler şimdi mi lezzetliymiş yoksa dün akşam ateş başında lezzetliymiş de tadı hala damağımda mıymış ondan emin olamadım. Kalkıp az bi odun toplayalım. Gezelim bakınalım neler var etrafta. Ferdiler geliyo, hattı kurmuşlar heralde. Biz Cansu'yla yürüycez biraz, var mı gelen? Hah tamam, Özge de geliyo. Ay ay durun, dürbünümü de alıyım. Yırtıcı görmek istiyorum, çok istiyorum. Öf hayır be çarpıtmayın; yırtıcı kuş görmek istiyorum. Bu daha da fena oldu sanki. Hani şahin, doğan falan :) Tamam oldu bu. Tıpıdık tıpıdık. Dur bakıyım, karşıda bi dere gibi bişey mi var? Aaaa hadi o tarafa doğru yürüyelim. Duyuyo musunuz sesi; nası gürül gürül. Biraz daha yukarı çıkalım. Arada bi durup göklere bakalım. Bakıp bir kaya başında gök doğan bulalım. Uçuşan kelebekleri izleyelim. Akan suyun sesini dinleyelim. Ha evet yürüyorum tamam :) Cansu yoldan içeri doğru giren bi yer buldu. Biz de onun peşinden. Cansu dereyi görüyomuş. Geliyoruz biz de. Hahahahha bu mu yahu o gürül gürül sesi gelen? Minicik bişey. Ama berrak. Hatta tertemiz. Su bidonu alıp geri mi gelsek napsak? Neyse uzak burası kampa baya, çok gerekirse geliriz. Devrilmiş bi ağaç bulduk, güzel bi fotoğraf objesi olur bundan. Hatta oldu bile :) Zaman geçti baya, merak etmesinler. Geri dönelim. Siz yürüyün abi, ben bi çiçek toplayıp geliyorum. ''Başak!! Yırtıcı!!!!'' Neeee? Hay ski... üfff yok küfür müfür. Topla eşofmanı, koş koş koş. Hani nerde? ''Önümüzden geçti. Burnumuzun dibinden. Kocamandı. Ama uzaklaşıp gitti.'' Şansıma tüküreyim ben bence. Onun yerine kamp yolunda gördüğümüz bi tavus kelebeğiyle (İnachis io) avunuyorum. Oh yavrum, bebeğim. Çok güzelsin. Hey millet, Ferdi falan vardı burda az önce. Nereye gittiler? Bulamamışlar mı mağarayı? Nası ya? Yazık yavrum, geziyolar üç saattir. Ha iyi bari, bilen biriyle gitmişler bu sefer. Su ve ekmek eksiğimiz varmış. Otobüsle köye giderken eşlik ederim ben Anıl'a. Yolda sohbet de ederiz Sinan abiyle. Ne güzel görünüyo burdan Sakarya Nehri, tarlalar. Tablo gibi. Eşref pek niyetli Anıl'ın totemini kültablası yapmakta. Bak diyorum, Eşref diyorum, yapma diyorum, çocukcağız üzülür diyorum, hatta pek kızamaz ama az bi atarlanır diyorum. Ama Eşref, bana mısın demiyor. Sana mısın ya da ona mısın da demiyor. Başlıyor çalışmalara. Odunlarla çukurlar oluşturmaya çalışıyor. Sivri odunlarla çukurlar oluşturmaya çalışıyor. Ucunu yaktığı sivri odunlarla çukurlar oluşturmaya başlıyor. Eline geçirdiği alet çantasındaki nerdeyse her türlü aleti deniyor ve en sonunda karpit taşları ve Şeref'in tükürüğü ile (tükürük neden olum???) minik bir ateş yakıp onunla çukur oluşturmaya çalışıyor. O artık, kültablası olması umutları bağlanmış karpit yanıklı nispeten göçük bir totem.
Bu sırada mağaraya hat kurmak ve ilk ekip olarak girmek için insanlar gidip gidip geliyor. Ben bu dönemki eksik srt eğitimim yüzünden kendime güvenemeyip ve insanları zorda bırakmamak için mağaraya girmemişken biraz da eksik hissediyorum. Manolya'lar yürüyüşe gidiyorlarmış; yukarda bir yerlerden çok güzel manzara görünüyor demiş Esmad'dan birileri. Öyleyse istikameeeeet: yukarda bi yerlerde manzarası güzel olan bi yerler! Biraz ilerledikten sonra bi tane kaya buluyoruz genişçe. Sayın Eşref Kaya, orayı gözüne kestiriyor fotoğraf için. Manolya, Cansu, Aslıhan, Ozan, Eşref ve benim hoppidik bombidik on bin tane, manzaranın da bir tane fotoğrafı ile ve bir tomar odunla kampa geri dönüyoruz. Biz kızlar + Eşref olarak pek eğlendik, fotoğraflardan memnunuz. Ama onu bi de Ozan'a sormak lazım =)
Hava yavaştan kararıyor.'Şifalı su' nun ne menem bişey olduğunu görmeye giden bir grup meraklı yeni mağaracı, meraklarına küfredip bacaklarını ovarak kampa dönüyor. Didemler, sistematik botanik ödevi için bitki toplama gezintisinden dönüyor. Yapılmış makarnayı alıyoruz tabağımıza mutlu mutlu. Minik yoğurtçuk varmış, ondan da ekleyelim biraz ki daha mutlu olsun diyoruz. Açılan yoğurtçuklardan birini yemyeşil görünce tarihinin bi parça geçmiş olduğu görüyoruz ama hala beyaz olan yoğurtçuklarla yine de mutlu olan makarnalarmızı yiyoruz. O saatten sonra ateş başında, son ekip çıkıp gelene kadar bütün gece bişeyler pişmeye devam ediyor. Kamp ateşi etrafında, getirdiğimiz davet üzerine bi kırk kişi falan varız heralde. Hümak, Anadosk ve Esmad. Diğer iki ekipten sürekli olarak çılgın ikramlar geliyor. Ateşte tutulmuş marşmelov (o şey pişirilir mi bilemedim), bir çıbığa dizilmiş sucuk parçaları, közden alınıp soyulmuş ve ketçapla mayonez(!) eklenip kumpir yapılmış patates falan. Biz de eksik kalmıyoruz, hepsininin tadına bakıyoruz şimdi yalan yok. Ama yok diyoruz; biz sadece tuzlanmış közde patatesimiz, makarna ve konservelerimizle mutluyuz. Mağaranın girmek için hazır olması uzayınca ekiplerin giriş saatleri de sarkıyor. Hesaplara göre, son grup gece yarısından sonra kampa dönecek. Bunun farkında olan ikinci ekip mızmızlanarak kalkmışlardı ateş başından ama şimdi dönüyorlar bile. Onların gelmesiyle başlayacak içki faslını uyuyarak geçirmeyi tercih edenler çadırlardan kafalarını uzatıyor teker teker. Yarın eğitim yapacak ve mağaraya girecek olan Anadosk'luların çoğu uyudu bu saatte. Gelenlere Manolya'nın bütün gece bıkıp usanmadan sevgisini kattığı çorbadan veriyoruz. Ateş başında sıcak bir yer veriyoruz. Kısa süre önce oluşmuş 'olum su bitmiş lan!' krizi, Esmad'dan Ferit abinin motoruna atlayıp köyden su getirmesiyle çözülmüşken hiç karizmamızı çizdirmeden sularını içiriyoruz. Biralar, şaraplar ortaya çıkmaya başlıyor. Sonrası şenlik. Yüzlerdeki gülümsemeler artmaya başlıyor. Şarkılar, türküler gırla gidiyor. Arada bir düşen yüzler de oluyor ama ''hşşş! o hıçkırıkların nedeni gökyüzündeki kötü niyetli bi yıldızmış, biliyor musunuz? Onun gökyüzünde parladığı kamp akşamlarında insanlar üzülebiliyormuş. Ama sonra güneş doğunca geçip gidiyormuş o yıldızın etkisi.''. Zulalardaki içkiler bitmek bilmiyor. Sürekli yeni çerezler türüyor. Stand up - yaratıcı drama eğitimini yarıda bırakmış modern folk üçlüsü tadındaki ekibimiz bütün gece izleyenlerini eğlendirmek için bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji sarf ediyor. Karınlara, gülmekten ağrılar giriyor. Teeee Manolya'nın çorbaya sevgisini kattığı zamandan beri elindeki beş litrelik su bidonu içinde özenle bloody mary hazırlayan Eşref, en sonunda onu servise sunuyor.( Bloody Mary ve Turgay üzerinden bir bahis döndürme çabaları oldu ama sonrasından pek emin değilim) Birkaç dönüşün ardından, bloody mary yi acı bulanlar ellerini çekiyor. Bu durum da, benim gibi devam eden ufak bir grubun işine geliyor. Ha bu aradaa, zaman baya hızlı geçiyor. Baya bi yatıp uyumaya giden oluyor. Hava aydınlanmaya başlayıp da yatmaya karar vermişken elde fotoğraf makinesiyle gecenin son fotoğrafını çekiyorum: Eşref ve Sücüllü, Esmad'dan Doğa'yı aralarına almış şekilde ayakta duruyolar. Ahmet, Doğa'nın boğazına kırmızı saplı testereyi dayamış. Ve herkes gülümsüyor.
Pazar sabahına, dün gecenin ardından yağmaya devam eden yağmurla uyanıyoruz. Daha doğrusu, saat 10.00 gibi sağolsun faaliyet sorumlumuz Emrah tarafından uyandırılıyoruz. Kalkmamız ise başka bir hikaye. Önceki gecenin pislikleri yağmurla çamur olmuş halde daha da bir pislik olmuşken onları temizleyip hızla kampı toparlıyoruz. Erken kalkanlar, buldukları elma, portakal, üç beş parça kahvaltılık yeme şansını yakalıyor. Etrafta bulabildiğimiz en ufak izmarit parçasına kadar da temizledikten sonra araca doluşuyoruz. Kısa bir süre ilerledikten sonra 'Araba kayıyor!' sesleriyle araçtan inip tabana kuvvet diyoruz. Tüm gece yağmur yağmış, yerler çamur değil nerdeyse balçıkken kocaman servis yan yan gitmeye başlıyor bizim inmemize rağmen. Bir önceki gün ateşe atmak için topladığımız kocaman ağaç, çalı, çırpıyı bu sefer, aracın altına sağlam bir zemin hazırlamak için topluyoruz. Yaklaşık bir yüz metrelik ağaçtan yol yapıyoruz. (Benim barışı temsilen attığım baş parmak büyüklüğündeki servi dalcığının ve Ebru'nun buna karnını tuta uta gülüşünün hiç lafını etmiyorum tabi =) Aracın, bizim yardımımız olmadan ilerleyebilmeye başladığı yerde doluşuyoruz tekrar. Yine ucuz atlatıyoruz. Çok çok acıkmış olan karınları, Eskişehir'e üç kilometre mesafede Köşem Lokantası'nda doyuruyoruz. Servisini, yemeklerini(işkembe çorbası da olumlu not aldı) , fiyatını beğenerek, ''aklımızda bulunsun da daha sonra yine gelebiliriz'' yerlerine bir yenisini daha ekliyoruz. Porsiyonlar biraz minik ama olsun (hocam, salata isteyince iki domatesle bi parça da yeşil bişey getirilmez ki. olsun olsun geri kalanı güzeldi). İçerde çaylar içilirken bir grup da dışarda, nerden çıktığından emin olmadığım bir vanilyalı puroyu deniyoruz. Puroyla anı fotoğrafları çekiyoruz. Ordan ayrıldıktan sonra bir iki kez daha duruyoruz. Bir çay molasında şans oyunu tadındaki bi oyun kutusundan 1 liraya parliament sigara kazanışı gürültülerle kutlanıyor. İki tabakta katmer ikramı geliyor. İlk defa katmer yiyip seviyorum, ikram olunca daha da bi seviyorum. Dönüşte, arka tarafta oturanlar koltuklara sığamıyorlar. Kendileri yerleşse, ruhları taşıyor. Yer değişe değişe farklı kombinasyonlarla, yerde matların ve uyku tulumlarının üstüne yerleşiyoruz. Dün geceden tadı damakta kalmış şarkı türkülere devam ediyoruz. Bir ara önden Manolya'yı transfer edip onun da katkısıyla baya bi eğleniyoruz. Sonra heralde ayakta durmaktan yoruluyor ve biraz da uykusu geliyor ki öndeki yerine geri dönüyor. Biz de otobüsün arka kısmı olarak Ankara'ya varana kadar otobüsü bizi dinlemeye mecbur bırakıyoruz.
Yavaş yavaş Ankara'nın o kendine özgü ışıkları görünür oluyor. Üzerimizde bir 'kamp bitti galiba ya' havasıyla şehre giriş yapıyoruz. Beytepe'ye gelince kulüp malzemelerini odaya bırakıyoruz. Kalan yiyecekleri yurtlarda kalanlara dağıtıyoruz. Gidenlerle vedalaşıp, ufak çaplı bir şehiriçi taşıma yapacak olacak araca geri doluşuyoruz. Yolda, Turgay'ın anı yazısı yazma teklifleri duyuluyor. Ulaş'ın Turgay'la, mağaracılığa devam etmeye karar vermesi üzerine ne kadar bi sürede malzeme edinmesi gerektiği üzerine yaptığı konuşmayı dinliyorum. Birileri keyif almış galiba. Beytepe köprüsünde, Balgat yurdunda, Milli kütüphanede inenler derken biz de Ozan'la Kızılay'da iniyoruz araçtan.
Ve geri dönülen şehir.

(bikaç günde yazdım ve yayınlamadan önce imlayı falan kontrol etmedim. bi ara tekrar bakıp düzeltene kadar saçmalığından ötürü özür)

16 Mart 2010 Salı

"Olum desandör kaymıyo lan" Faaliyeti

Yazar: Aycan İrican
Tarih: 16 Mart 2010

Faaliyetin adını "Olum desandör kaymıyo lan" koydum ben. Çünkü sıkıldığınızda üzerine konuşabileceğiniz yegane olay buydu mağarada. Lan böyle saçma mağara görmedim ben, mağaranın girişini aramaya Gacani Tepe'nin güneyine gittiğimizde (ki mağaranın girişi Tepe'nin güneyindeymiş) bile daha çok oluşum gördük ayıp be. O perde oluşumlar, kaviteler, sanmayın mağaranın içinde!


Baştan söyliyim benim hafızam feci kötüdür, biçok şeyi atlamışımdır kesin, ve çoğu da aslında anlattığım sırayla olmamıştır, bi daha kurgularım, öyle kabul ederim canımı sıkmam.


Çantayı topladım, anneme dedim beni okula bırakırmısın, kampüs yolunda Totem Anıl'ın çantasıyla antrenman yaptığını görünce lan manyak mısın diyip onu da aldık arabaya ve beycafe'nin önüne geldik. Sigara molası, Mert'in şiddet gösterileri (olum bu adamın nesi var lan, bana da amca diyip durdu biton anlamadım), yemekti, faaliyete gelmeyenlere nispet derken gittik malzeme odasından eşyaları taşıdık bölümün (yerbilimleri binası) önüne, bekleşmeye başladık. İlk dikkatimi çeken şeyler portatif tabure ve mat kılıfı oldu. Bunlara bizim söyleyebileceğimiz tek şey "totoş mağaracılık" olacaktı ve ben de öyle tepki gösterdim açıkcası sahiplerine. Bu tür şeylerin zararlarından hiç bahsetmedim, zaten bu taburelerden biri Eşrefin götüne katlandı kampta, yanılmadım. Malzemelerin üzerine yatıp biraz muhabbet derken uygun bir zamanda yola çıktık (lakin ben saat kullanmıyorum). Herkesi oturtup kendime çantadan mattan bi mekan yapıp kuruldum arkaya. Olum ne güzel yere oturmuşum lan. Vur patlasın çal oynasın, dansöz var, sarkıcı var, eğlence var. Eskişehir'e zırt diye geldik lan. Kuzey'e Hekimdağ'a doğru giderken hafiften uykular geldi, Ozan'la Ahmet'in bilgisayar muhabbetine karışık Serra'nın çapraz muhabbetiydi derken Mayıslar Köyü, toprak yol hoop kamp yeri. Çadırlar kuruldu, ateşiydi, yemeğiydi derken döşeme yapmak için Emrah, Turgay ve ben anlaştık. Şeyda'nın beli ağrıyomuş (olum sanki senin belin sağlam da). Turgay "Aycan sabah 7?", Aycan "Tamam" cumburop yattık olum 3 kişi tavuk gibi. Yatmadan Joseph'e (Ferdi, kendisi topraam olur) tembih ettim, sabah 7'de beni kaldır diye, adam ben uyanamam diyor, ben kaldırmazsan olacakları sen düşün diye tehdit ediyorum.


13 Mart Sabah 7, adam beni kaldırdı iyi mi. Hemen toparlanıp bi ateş yaktım, Emrah kalktı, Turgay'ı da dürttüm, Başak dürbünle kuş gözlüyodu, bişeyler yedik, çocuklar malzemeleri hazırladı. Ben hazne istedim, lakin herkes pilli mağaracılıktan yanaymış, ben hazneli mağaracılıktan yanaydım. Karpit kırmak için Anıl totemiyle birkaç denemeden başarısız çıkınca giydim eldivenleri, bir kayayla verdim coşkuyu karpite. Lakin Petzl haznelerde sünger yoktu, olsaydı onlar daha hafif olacaktı ama ben metal haznelere epey alışığım. Hazneyi sağolsunlar bana hazırladılar, ellerinize sağlık hacılar, çok güzel çalıştı. Derken Cem, Turgay, Emrah, Ahmet ve ben yüklendik malzemeleri mağaranın girişini aramaya çıktık. İlk üç saat Gacani Tepe'nin güney'inde arama yaptık. Cem lan, senle araziye çıksak ya gene. İyiki de yapmışız, tepenin bu tarafı mağara oluşumları açısından Mayıslar Mağarası'ndan daha zengin dersem buna sadece 5 kişi inanır eminim. Ama bundan sonra malzemeyle mağara aramaya gitmesek daha iyi, yoksa salak olduğuma kesin inanıcam. Arazi biraz yordu bizi, zaten birkaç kavite, perde oluşumları gibi şeyler dışında birşey bulamadık. Derken Emrah verilen koordinatların ilk iki rakamının eksik olduğunu farkedip formülü çözünce kamp'a döndük. Bu arada bir diğer kulüp (ANADOSK) bizim kampın yakınına kamp atmış, 15 dakikalık bir mola verdik, bu ekipten Alper mağaranın girişini bize gösterebileceğini söyledi ve Emrah'a mağaranın haritası üzerinde bir takım bilgiler vermeye başladı. Açıkcası izleyeceğim bir filmi birinin önceden anlatmasına benzettim ve ben pek yanaşmadım. Sanırım Turgay'da benimle aynı şeyi hissetmiştir. Tekrar toparlandık ve Alper önde biz arkada mağara'nın girişine doğru yürüdük. 10 dakika falan sürmedi yolda babalar kurarak mağara'ya geldik. Mağaranın yatay girişinde Alper'le biraz havadan sudan konuştuk. Pek frekansı tutturamadık derken asıl bomba Turgay'dan geldi. "Olum baret lan" diyo bana ben bakıyorum, Turgay gülüyo :) Bareti unuttuk lan diyo bak anlatırken bile gülüyorum ya :) Alper'e de çaktırmak istemiyoz gülüoz mallığımıza :) Neyse Anıl'la Ahmet baret getirecek gidiş gelişte yolu da iyi öğrenirler diyoruz olumlu tarafından bakıyoruz. Bu sırada Gacani Tepe'nin kuzeyi Sakarya'yı görüyor, ben şöyle Sakarya'ya, manzaralı bir çiçek topladım.

Baret gelince Turgay arkamızdan gelecek dedik ve Emrah'la girdik içeri. Mağara oldukça geniş, Emrah'la başladık kuşanmaya. Ben hazneyi çıkardım, pilli mağaracılığı denemeye karar verdim. Emrah ilk döşemesi olduğunu söyleyince ilk düğümleri atma şerefini bana verdi. Çakıcıların sapındaki anahtar diş atıyordu arada bi, bundan sonraki döşemelerde açık ağız anahtar da almak iyi olur. İlk istasyonu yaptık ve Emrah'ı gönderdim istasyondan. Emrah bir iki istasyon daha yapana kadar Turgay'da bareti alıp geldi. Alper'in kırmızı-sarı alarmına gülüştük, o ne olum lan, şimdi düşünüyorum da acaba adam kurtarma çalışmalarını uygulamak için ortam mı yapıyordu anlayamadım. İlk inişe Emrah ip koruması taktı. Turgay ip korumasını geçince "sana ip korumasıyla güzel dakikalar diliyorum" gibi bir laf söyledi, malum elimdeki eldivenleri görmüş olacak. Hacı şu hattı ip koruması kullanmadan yapalım bi daha çok lüzumsuz bi hadise. Döşeme boyunca ipin desandörden kaymadığı muhabbetini çok yaptık. Aslında mağara'yı beğenmedik de günah keçisi olarak ipe mi yükleniyorduk orasından emin değilim. Ha bide Alper'in ısrarla anlattığı takıl-geç'leri aradık. Turgay'ın girişten bu yana öngörüleri oldukça başarılıydı, tahminimizden ufak bir mağaraydı bu. Döşeme boyunca Emrah'ın sekizliler'e laf attık biraz, eşek kulağı gibi uzuyordu, ama bunun dışında çok iyi iş çıkardı, en büyük özveriyi o gösterdi. Ben kondisyon eksikliğim nedeniyle dönüşte biraz ekibi yavaşlattım diye düşünüyorum. Biraz ardımda güven hissetmek için dönüşte öne geçtim. Özellikle çıkışa yaklaşınca oldukça yorulduğumu hissettim.


Lan git olum bu ne lüzumsuz mağara. İçeride görülmeye değer bir güzellik yok. Altı üstü üç tane dikey iniş var, dibinde de bol bol toz, iki de dikit var elim kadar. Ha bide Kum Şelalesi dedikleri yerde de "ANADOSK 2009" yazısı var ama bu doğal bir oluşum değil.


Mağaradan çıktık, hani benim biram diye arızaya bağladım hafiften. Umarım mesaj alınmıştır. Şeyda bana bi ceket verdi sağolsun, baya üşüyodum pek enerjim kalmamıştı. Hacı ben daha giremem yoruldum diyip görevi Emrah'ın sırtına yükledim. Derken kampa doğru yol aldık. Kampa geldiğimizde ortam baya kalabalıktı. Diğer kulüple bizimkiler hep beraber oturuyorlardı.
Üzerime kuru bişeyler giyip yemek için ateş başına geldim. Biraz katil doğanlarla muhabbet, Cansu'yla Ahmet'in yemeğime yardımcı olması, Eşref'in masajı ve ateşin dansı sayesinde kendime geldim. Sonra sahne sahne Odun kestik Eşref'le. Gelecek ekip için yemek yapılıyordu. Manolya'ya, Aslıhan'a, Serra ve Elvan'a ben gurme olduğum için çorba yapımının püf noktalarını öğrettim. Çağıl'ın çizgi film çağrışımlı muhabbetini dinledim. Eşref uyumaya gitti.


Derken hayatımda görmediğim şeyler gelişmeye başladı kampta. Diğer kulüp elemanları marşmalov'lar pişiriyo, sucuklar cızlıyo böyle şişlerde, anaaaa noluyo lan. Sadece filmlerde gördüm lan böyle şeyi ben. İkram ediyolar ama bünye alışık değil alamadım, elim gitmiyo. İkram ediyolar, "yok hacı başkası yesin" diyorum itiyorum. Bizim en büyük olayımız arta kalan sarımsaktı soğandı közleyip yemekti yahu. Patates bile saatler sürer lüks gelir (lakin hızlı pişirirsen ağzın yüzün is olur yerken), adamın biri kumpir yaptım diye gelmez mi!!! Kötü örnek oldu lan bunlar bize. Evet lan kötü oldu bu örnek.


Ekip gelince ateş başındakileri kaldırıp onları ateş başına oturtup yemeklerini yedirmeye çalıştım. Bu arada suyumuz bitmek üzereydi ve diğer kulüpten Ferit diye bir arkadaş (ki kendisi bundan böyle benim kardeşimdir, nedeni su getirmesi değildir) boş su şişelerini alıp su almaya gitti, böylece su problemi de tarih oldu. Derken ben de uyumaya karar verdim ve girdim tuluma. Oyyy ne güzel uyudum lan. Bi kalktım öğlen olmuş, eğlenceyi kaçırmışım. Emrah tüm kampı uyandırmaya çalışıyor, çadırları sallıyor. Hafif yağmur başlamış gece ıslanmış hertaraf. Kampı topladık. Bıçağımı Anıl'a verdim, yol boyunca taşıdığı sorumluluğa değer bir hediye olmuştur umarım. Temizlik yaptık ve yola koyulduk. İsmail'i Ferdi'ye verdim, adam sözünde durdu yapacak bişey yok. Yolda Başak ve Manolya'nın beraber ve solo şarkılarını dinledik baya duygulandım lan ben bazı şarkılarda. Derken bi baktım Cansu'nun gözler sulanmış hafiften. Şeref'de yanıma oturmuştu ona yaslanıp rahat rahat dinledim ha. Sonra bi ara gene ortam oyun havasına döndü birden ama benim gözler kapanıyodu zor tuttum. Olum bide bizim tombi'yi yuvarlak yapmışlar lan. Tombinin de resmini koymuşlar pakete haa. Bildiğin tombi lan, ama yuvarlak, çok acaip. Bide ne çok portakal gelmiş kampa, ne zaman bişey dönse bu portakal oluyodu diye hatırlıyorum. Bi çay içemedim olm, ama neskafe içtim.


Ben ilk faaliyetime 2002'de gitmiştim. Deneyimime dayanarak en iyi faaliyet bir sonraki faaliyettir diyorum. Büyük emeklerinden dolayı özellikle Emrah'a, Turgay'a, Anıl'a, Katil doğanlara, Ahmet'e ve Ahmet'e, Cem'e, Serra'ya, Cansu'ya, Elvan'a, Ozan'a, Şeyda'ya, Başak'a, Ferdi'ye, Eşref'e, Manolya'ya, sürücümüz Sinan Abi'ye ve dangozluğumdan ismini hatırlamadığım diğer herkese çok teşekkür ederim (öğretin olm isminizi siz de).

15 Mart 2010 Pazartesi

12-14 Mart - Eskişehir / Mayıslar Mağarası

biri misafir olmak üzere 25 kişi, eskişehire gittik geldik ve yine eğlendik sanırım.

faaliyetle ilgili bomba gibi yazılar, birbirinden şahane resimler ve son derece ilgi çekici kişisel yorumlar için bir kaç gün beklenilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.

yakında..

8 Mart 2010 Pazartesi

Deumak-İtümak ile ortak faaliyetimiz















01.01.2010 Hümak
Yazar: Emre Cem Emiroğlu
Bir kış günü, saat 15.00'da Ankarada yazdan kalma bir havada pamukkale tur ile uşağa doğru yola çıktık. Otobüs yolculuğu sıkıcı geçsede önmüzdeki Mert bebek eğlence kaynağımız oldu. 18:15de afyonda 15 dakika mola verdik.18:30da uşağa doğru yola çıktık. Biz uşağın girişinde bulunan banaz ilçesinde indik. İniş saati 19.30. Sabahtan beri bişey yemediğimiz için Boğaziçi restauranta yemek yedik. Saat 20:40'da kampın son günü içi içecek(içki) tedariki yapıyorken deumaklılar geldi.21:00 da izmirlile çorba içmek için döner dürüme oturdular, biz de bu sırada çaylarımızı yudumladık.21:30 kamp sandığımız köy evini barındıran Karacahisar köyüne doğru yola çıktık. 22:15de köye vardık. Bizi köyde çok iyi karşıladılar. İzmir grubu önceden tanıştığı için sohbetleri iyiydi köydekilerle. Bizi köy kahvesinde ağırladılar önce, orada da çayımız içtik. 23:15 de bizi köy evine yerleştirdiler. 00:15 de uyku moduna geçtik. Sabah saat 8:00da kalktık. Sabah kahvaltısı karşısında şaşkına döndük: izmir ekibi üçerli gruplarla yanlarında taşıdıkları kişisel tüpleriyle zengin menülü(sucuk ve sucuk kombinasyonları, sosisli börek, menemen...vb) bir kahvaltı yaptılar. Biz toplu bir şekilde kahvaltı yapmaya alışık olduğumuz için bu durumdan hiç hoşnut olmadık. Ayrıca banazdan içecek(alkol) fışında birşey almadığımızdan dolayı yanımızda olan bir tutku ve bir çiziyle kahvaltıya başladık. Bunu gören izmirlile bizi kahvaltıya davet etti. Ahmet ve Cem (=anıl gitmedi) onlarla kahvaltı yaptı.Anıl gurur yapıp yarım çiziyle yetindi. 9.30 itülüler köye teşrif etti. Selam sabah vermeden kahvaltılarını yapmaya eve geçtiler. Kaynaşma mağaraya hazırlanırken(üstümüzü değiştirirken) oluverdi. Hazırlık sırasında hazneler sıkıntı yarattı. Bir hazne anılın üstün teknik bilgilerine rağmen kontrol sırasında alev aldı ve boru yandı, mal olduğumuz için müdahaleyi biraz geç yaptık bu sebep ötürüyle borunun bir kısmı yandı. Petzl hazne de çalışmadığı için Anıl ve Cem mağaraya ledle, Ahmet hazneyle girdi.13:30da mağaraya girildi. Ahmet Deumaktan hüseyin ve idris ile yenilerle mağaraya girdi. Anıl ve Cem Deumaktan ersin ve İtümaktan özgün önderliğindeki diğer grupla girdi. Ahmetin bulunduğu grup 16:00da mağaradan çıktı. Anıl ve Cemin bulunduğu grup 18:15de mağaradan çıktı. Anılıersinle birlikte mağara yakınındaki bir mağarada bıraktık. Ersin çok ıslandığı için klubede ısındı Anıl da o yalnız kalmasın diye yanında kaldı. Mağaradan sonra akşam yemeği yenildi.Ardından nihayete erildi. Gece 3 sularında cemin contayı yakıp insanları kovması sonucu uykuya geçildi. Sabah 11:00da kalktık ve apar topar yola çıktık. Müthiş bir fırtınaya rağmen uşağa ulaştık ve oradan da ankara otobüsüne bindik.
 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..