21 Kasım 2023 Salı

Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı

                                    Sarı Veliler / Enter the Void Faaliyeti Anı Yazısı


Yola çıkmamızdan birkaç gün önce alınan bir ihbarın, bu ihbar uğruna hiçliğin ortasına dalan 8 mağaracının ve bir miktar briketin hikayesidir bu.


İhbar, 12 Eylül günü Karaman’ın güneybatısındaki Sarıveliler ilçesinden Mağara Araştırma Derneği’ne geliyor. (sonradan öğreniyoruz ki mağara Başyayla ilçesine bağlı Başköy’de bulunuyor) Kontağımız Ali Hoca bize mağaranın küçük bir girişten büyük bir galeriye çıktığını ve devamında 10 metre civarında bir iniş olduğunu bildiriyor. Bunun yanı sıra mağaranın içerisinde aktif su olduğunu öğreniyor ve yola çıkış için planlamaları yapmaya başlıyoruz.


(batmobile karaman öncesi sanayide)


Öncesinde 5 kişilik bir ekiple planlamaya başlıyoruz ve tek çadırda kalmaya çalışsak öncelikle çadırın sağlığını sonrasında kendi sağlığımızı tehlikeye atmış olur muyuz diye düşünürken, bir şey olmaz diyoruz ve tek çadır fikrinde karar kılıyoruz. Sonrasında Ahmet’in vize alamamasından ötürü ekip 4 kişiye düşüyor ancak kısa sürede çözüp tekrar ekibe dahil oluyor. Bu noktadan sonra ekibe 3 kişi daha katılıyor ve 8 kişi oluyoruz. Malzeme hazırlandıktan ve herkes günlük işlerini hallettikten sonra akşam Rudis’te buluşmaya ve sonrasında Mağara Araştırma Derneği önünden yola çıkmaya karar veriyoruz. Aybüke ve Arda sonradan dahil oluyor ve Rudis’ten derneğe doğru yola çıkıyoruz. Arabalardan bütün malzemeleri indirip eşit şekilde paylaştırarak (Ahmet bu noktada gömleğini çitlere astı) araçlarımızı ve çok da rahat olmayacak bu yolculuk için kendimizi hazırlıyoruz. Bir arabada Ahmet, Vişne, Ezgi ve Arda diğer arabada Mete, Ercan, Enes ve Aybüke olmak üzere arabadaki muhabbetin seviyesinin ve diğer kişilerin akıl sağlığının korunması için araba başına 1 kadın koyup 2 ekip yapıyoruz.


23.00 itibariyle yola çıkıyoruz, müzik ve muhabbet eşliğinde sakin geçen 2 saat sonrasında yolculuğun stabilitesini Vişne “Abi çorba!” diyerek bozuyor, ancak istediğini hemen alamıyor. Yolda bir miktar “Bamyacı” mı yoksa düz çorbacı mı diye konuşuyoruz ve sonrasında “bamyacı” nın halihazırda kapalı olmasından ötürü yolun sağ tarafında gördüğümüz “Baraka” isimli bir yerde durarak çorba içmeye karar veriyoruz.


(Baraka)



Küçük bir “Arabaşı nedir?” tartışmasından sonra çorbalarımızı bitiriyor, hesabı Meteye ödetiyor ve kalkıyoruz. Kesene bereket Mete.


Yolculuğun buradan sonraki kısmı hiçliğin ortasında akıl sağlıklarımızı korumaya odaklanarak geçiyor, Konyalı insanların alışkanlıkları, sevdikleri aktiviteler ve bir takım psikanaliz muhabbetlerinden sonra Konya’nın uçsuz bucaksız düzlüklerine küfrederken mağarada yiyecek hiçbir şey almadığımızı fark edip Taşkent’ten alırız diyerek bu derdi de geçiştiriyoruz. Bulunduğumuz konum itibariyle bol bol Issızlığın Ortasında dinleyerek yolculuğumuza devam ediyor ve saat 03.20 de küçük bir mola veriyoruz.


Ercan bir anda bu tarz yolculukların en önemli noktasının kavun olduğunu söylüyor ve yol kenarında gördüğümüz ilk kavuncuda duruyoruz. Soğuktan titreyerek kavunları kesiyor ve kirlenmeye aldırış etmeksizin yiyoruz. Afiyet olsun.



                                                                  (Kavunlar ve mağaracılar)


2 saat daha gittikten sonra saat 05.20 civarında Taşkent’e varıyoruz. Arabaları uygun bir yere çekip sabaha kadar dinlenmeye karar veriyoruz. Ahmet ve ben (Enes) arabadan çıkıp gökyüzünü fotoğraflıyoruz ve birer sigara içtikten sonra Ahmet bir takım gaz işleri için uzaklaşıyor. Bu sırada ben arabaya gidiyor ve uyumak için yerleşiyorum.


Sabah saat 7.30 gibi Ercan, Ahmet, Mete uyanıyor ve yöresel ürünler satan bir esnaf ile muhabbet etmeye başlıyorlar, sonrasında ben uyanıyorum ve esnaf abimizin türlü hikayelerini dinliyoruz. 



(Vişne) 



Saat 9.20 de kahvaltıya oturuyoruz. En küçüğü belirleyip (Aybüke) çay almaya gönderiyoruz. Kendisi biraz ağlıyor ve devam ediyor. Yaklaşık 5 dakika sonra 5 ekmeği tüketiyoruz ve Aybüke’yi ekmek almaya gönderiyoruz. Yine ağlıyor. Seni seviyoruz Aybüke. Gelen 2 ekmeği de gömdükten sonra kahvaltımız bitiyor ve esnafın ikramları karşılığında teşekkür için karpuz ve kavun almaya gidiyoruz ancak işler planlandığı gibi gitmiyor biraz pahalıya mal oluyor, esnaf abimiz bizi fazladan birer karpuz ve kavunla gönderiyor. 2 kavun 2 karpuzumuz oluyor. Canı sağ olsun.



(Soldan sağa Metehan, Arda, Aybüke, Enes, Ercan, Vişne, Ezgi)



Taşkent’in güneyine doğru, görkemli Toros dağlarının arasından yola çıkıyoruz. Yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra kontağımızın verdiği buluşma noktasına varıyoruz. Barçın camiinin önünde gözlerimizi güneye çevirip kontağımızı beklemeye başlıyoruz. Yol kenarındaki bir dükkana ait bir arkadaşımız geliyor, hepimize kendini sevdiriyor ve sonrasında dükkana geri dönüyor. Birkaçımız cami duvarına yatıp dinlenirken birkaçımız yol kenarında volta atıyor, uzunca bir bekleme sonrasında kontağımız Ali hoca ailesi ile beraber geliyor, tanışıldıktan sonra Ahmet ve Mete arabaları alıp patikayı takip ediyor, araçların yükünün hafiflemesi adına biz patikayı yürüyerek çıkıyoruz. Patikanın ucundaki birkaç hanelik yerleşkeye vardığımızda Ramazan dayı bize sesleniyor, Ali hoca ile beraber oraya doğru gidiyoruz, Ramazan dayı ve hanımı bize soğuk bir şeyler ikram ediyor, kendisi de bir yörük olan Ramazan dayı bize 2 güzel şiir okuyor ve sonrasında mağarayı bulmak üzere Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben yola çıkıyoruz. Bu sırada döşeme ekibinin geri kalanı (Ahmet, Vişne, Aybüke) hazırlanmak üzere kampa gidiyor. Evden 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında epey dar yatay bir giriş göze çarpıyor, mağaranın girişi burası.


Mağaranın girişinde Ali hoca, Ramazan dayı, Ercan ve ben biraz etrafa bakınıyoruz. İkili bize bölgedeki mağaralara tek bir el feneriyle girdiklerini, bir şey olmadığını anlatıyorlar. Biz de mağaraya ekipmansız, eğitimsiz girilmemesi gerektiğini, yaptıklarının kötü sonuçlar doğurabileceğini tatlı sert bir dille anlatıyoruz. Mağaralardaki kurtarma operasyonlarının ne denli zor ve uzun süreçler olduğundan bahsediyoruz. Pek işe yaramışa benzemiyor olsa da gözlerinin korkmuş olmasını ümit ediyor ve devam ediyoruz. Yakınlarda birkaç küçük mağara olduğundan bahsediyorlar. Ercan onlarla bu konuşmalara devam ederken ben de kampa doğru hazırlanmaya gidiyorum.


Kampa vardıktan 20 dakika sonra hazırlığımızı tamamlıyor, ağırlıklarımızı yüklenip kayalıklarda yuvarlanmamaya çalışarak mağaraya doğru yola çıkıyoruz. Yolda araziye ufaktan küfrediyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra mağaraya varıyor ve son hazırlıklar için mağara önünde mola veriyoruz. Bu sırada Ercan ve kontağımız geliyor, bize katılıyor. Hazırlandıktan ve çıkış/rescue saatlerini belirledikten sonra mağaraya girmek üzere harekete geçiyoruz.



                                                  (Mağara ekibi; Vişne, Aybüke, Ahmet, Enes)



Önden ben gidiyorum, mağaranın ağzı dar olduğu için hurçlarımızla geçmek zor oluyor, elden ele hurçları geçirdikten sonra hem kontağın verdiği bilginin tam aksine çıkan mağara hem de definecilerin azimle kazdığı 3 metrelik çukur (tuzak resmen) bizi ufak bir dumura uğratıyor ve sözde kocaman olan küçük galerideki kolları incelemeye başlıyoruz, tam karşıda kalan 2 kol var, bir tanesi birkaç metre gidip kapanıyor, diğeri ise neredeyse başlamadan bitiyor. Vardır bi bildikleri, belki burası değildir diyip üçüncü kola doğru hareket ediyoruz. Bu kol da daral başlıyor, hurç ritüelini tekrarlayıp aşağı doğru giden darala dalıyoruz. Birkaç metre sonra kol genişliyor ve ıslanıyor. Geniş bir menderes halini alan kolda yürümek mümkün olduğu için rahatça ilerliyoruz ve dikine daralan bir noktada köylünün bahsettiği “10 metre civarı iniş” karşımıza çıkıyor. Uygun bir noktadan aşağıya bakıyoruz ve bir de ne görelim, insanların burayı inmek için kullandığı, üstünde basamak olarak işlev görmüş paslı kalın çiviler olan çürük bir kalas. En fazla 4 metre olan inişin bacalanarak inilemeyeceğine ve orada duran koca kalasın da bacalanmaya çalışılırsa tehlike yaratacağına karar verip kuşanıyor ve döşemeye başlıyoruz. Ahmet ve Vişne döşemeyi planlarken ben inişe yakın bir noktada baca yaparak mağara tavanından doğal emniyet alıyorum ve hattımızı kurmuş oluyoruz. Backup için bir bolt çakıyoruz, backupı alıyoruz ve inişe sırayla başlıyoruz (bu olaylar esnasında Vişne fantezilerinden bahsedip bütün menderesi takıl-geç istasyonları ile döşemek istediğini söylüyor, keşke yapsaydık) . Önden Vişne ve ben inip kalası daha uygun bir pozisyona çektikten sonra Ahmet ve Aybükenin inişi için bekliyoruz, onlar da indikten sonra şöyle bi arkamıza bakıp 17 metrelik ipi sadece çamura bulamak için mağaraya sokmuşuz gibi hissedip devam ediyoruz. Yanımızdaki gereksiz malzemeyi kalasa asıp yola koyuluyoruz. Mağara daralarak ilerliyor, küçük bir gölet -diz boyu ve en fazla 1 metre çapında- geçtikten sonra ileride aşağıya doğru giden bir daral görüyoruz. Aramızdaki en küçük insan olan Aybüke’yi önden gönderip daral devam ediyor mu etmiyor mu bakmasını istiyor ve beklemeye koyuluyoruz. Çok geçmeden Aybüke devam ettiğini ancak sığılamayacağını söylüyor, arkasından Vişne gidiyor, uzunca bir süre daralı geçmeye çalışıyor. Bu sırada aşağıdaki darala iyice girmiş olan Aybüke mağaranın devam etmediğini ve tıkandığını söylüyor. Vişne tam daralda tıpa olduğu sırada gelen bu bilgi yüreklere su serpiyor. Bunlar olurken ben ve Ahmet mağaranın bize sunduğu güzellikleri şekillendiriyor, birbirimize fırlatıyor ve muhabbet ediyoruz. Vişne daralı benim de denemem gerektiğini ve çok keyifli olduğunu söylüyor ancak pek oralı olmuyorum. Aybüke de çıktıktan sonra mağaranın ilerisi hakkında konuşup devam etmediğine karar veriyoruz. Dönüş yolunda mağaranın yarattığı hayal kırıklığını çok umursamayıp kendimize eğlenceler yaratarak devam ediyoruz. Bir yandan da haritalama için aldığımız verileri kontrol ediyoruz. Hem döşemeyi hem haritalamayı yaptığımız için toplama ekibinin girdiği zahmete değmeyeceğini düşünerek mağarayı toplayıp çıkmaya karar veriyoruz. Bu sırada “10 metrelik iniş” kısmına geldiğimizde kuşamlarımızı kontrol ediyor ve yukarı çıkıyoruz. Yukarı çıkıp hattı topladıktan sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Bir noktada durup mutlak karanlık isimli mağaracı ritüelini gerçekleştiriyor ve mağaradan çıkmak üzere tekrar yola koyuluyoruz. Geldiğimiz yolu aynı şekilde geri döndükten sonra mağara önünde oturup biraz dinleniyor, barbunya pilakilerimizi yiyor ve kampa doğru yola çıkıyoruz.


(Mağara çıkışında Ahmet bir şeyler buluyor, arkada Aybüke)


Kamp yolunda kayalardan bir miktar fosil topluyor, yuvarlanıyor ve sonunda kampa varıyoruz. Vardığımızda toplama ekibi tulumlarına girmiş yatıyordu, bunu görüyoruz ve fırsattan istifade biz de biraz dinlenmek üzere oturuyoruz. Bir süre sonra ekip uyanıyor ve mağaranın girmeye değer olmadığını, döşemeyi, haritalamayı ve toplamayı yaptığımızı ancak girmek istiyorlar ise döşemenin hazır olduğunu söylüyoruz. Anlattığımız şeyleri göz önünde bulundurarak mağaraya girmemeye karar veriyorlar ve buradan sonra ne yapacağımıza karar vermek için toplanıyoruz. Kamp alanındaki briketler ve meyve ağaçlarının gübrelenmesi hakkında biraz muhabbet edip asıl konuya dönüyoruz. Bu sırada köylülerden bir çift yanımıza gelip bizimle sohbet ediyorlar, mağaradan çıkan ekibe gözleme ikram ediyorlar ve afiyetle yiyoruz. Konuşmamızdan sonra Silifke’ye, Ercan’ın memleketine doğru yola çıkmaya, sonrasında denize girmeye karar veriyoruz. 


Hızlıca toparlandıktan sonra arabalara atlayıp yola koyuluyoruz. Bu kısımda çok bir şey yaşanmıyor. Torosların tepesinde, virajlarla dolu bir yolculuk geçiriyoruz. Keban barajı sandığımız bir barajda 2 dakika durup Ermenek barajı olduğunu öğreniyoruz, barajın güvenlik görevlisi belli etmese de cehaletimizle dalga geçip gönderiyor bizi. Uzun bir yolculuk sonunda Silifke’ye varıyoruz. Ercan bize yengeç ısmarlamak istediğini söylüyor, yengeç yemeye hızlıca karar verip araçları uygun bir yere çektikten sonra yengeç bulabileceğimiz mekanları gezmeye başlıyoruz, ilk girdiğimiz ve tabelasında “YENGEÇ” yazan mekanda sanırım görünüşümüzü beğenmediklerinden dolayı yengeçlerinin kalmadıklarını söylüyorlar. Bu mekana güzel sözcükler ettikten sonra ikinci gittiğimiz yerde de aynı söylemle karşılaşıyoruz, ancak bu sefer gerçekten yengeç olmadığını düşünüyoruz. Bir miktar yürüdükten sonra Cancan Restoran isimli bir yere giriyoruz ve sonunda siparişlerimizi verip oturabiliyoruz. Ben ve Ercan hariç ekipteki kimse daha önce yengeç yemediği için biraz zorlanıyorlar, küçük bir yengeç yeme dersinden sonra Mete hariç herkes güzel bir arpa suyu eşlikçisi olduğunu düşünüyor ve yavaşça ziyaretimizi sonlandırıyoruz, hesapları ödedikten sonra araçlara doğru yola koyuluyoruz ve Ercan’ın evine doğru yola çıkıyoruz. 2 kişi arabada, 4 kişi evin önüne attığımız çadırda 2 kişi de evde şeklinde bir uyku planı yapıyoruz. Çadırı kurarken Arda’yı yeni gelin ilan ediyoruz, herkes uyku lokasyonlarına geçiyor ve geceyi sonlandırıyoruz.



Sabah oluyor.

Saat 7.32 civarı ben uyanıyorum, çadırdaki insanları zar zor aşıp çadırdan çıktıktan sonra her yerimin tutulmuş olduğunu fark edip kendimi parktaki kaydıraklardan birine atıyorum. Sonrasında Ercan ve Mete’nin yattığı balkondan bir gümbürtü (osuruk) geliyor. Uyandıklarını anlıyorum ve Ercan uyandığını gruba mesaj atıyor, çadırdaki ve arabadaki insanları uyandırmaya başlıyoruz. Zor olsa da uyanıyorlar ve bir süre parkta muhabbet ettikten sonra eve gidip Ercan’ın ailesi ile tanışıyoruz, bizi çok güzel ağırlıyorlar. Kahvaltı için masaları kuruyor ve hazırlık yapıyoruz. Güzel bir kahvaltı yapıyoruz, dolandırıldığımız kavunlardan birini kesiyor ve yiyoruz. Bolca muhabbet ettikten sonra masaları topluyoruz, vedalaşma ve el öpmelerden sonra hep beraber arabaların yanına gidiyoruz. Bu sırada HÜMAK’ın fahri üyelerinden olan Mamu (Ercan’ın kardeşi, Erhan) bize birkaç hediye veriyor ve vedalaşıyoruz. Denize girme planımız için çok geç olduğuna karar verip yolumuzun üstünde kalan Çatalhöyük’e gitmek için yola koyuluyoruz.


Çatalhöyük’e doğru bütün bu maceranın en sıkıcı yolculuğunu geçiriyoruz. Hava sıcak, boşluğun ve hiçliğin ortasında uzunca bir yolculuktan sonra kavun yemeye duruyoruz. Bolca sıvı tüketip kavun yedikten sonra arabalara tekrar biniyoruz, kısa bir süre sonra Çatalhöyük’e varıyoruz ve Ahmet bize uzun uzun Çatalhöyük’ü anlatıyor. Bolca kültürlendikten sonra ziyaretimizi sonlandırıyoruz. Dönüş yolunda Konya üzerinden gideceğimiz için yolda yemek yiyecek (etli ekmek denen saçma sapan şeyden başka) bir şey bulmakta güçlük çekiyoruz. Yarım saatlik bir yemek arayışından sonra haritalardan bulduğumuz bir lokantaya doğru çeviriyoruz arabaları. Gittiğimiz yer kapalı çıkıyor ve yanındaki kebapçıya gitmeye karar veriyoruz. Ortalamanın altında lezzetli ancak yüksek fiyatlı yemeğimizi yedikten sonra çok da memnun olmayarak dönüş yoluna geçiyoruz.


(Ekip, Çatalhöyük)


Yorgunluğun yarattığı sessizlikle birlikte Ankara’ya doğru gitmek üzere hiçliğe tekrar dalıyoruz. Konya ovası sw…


Şarkılar dinleyip bolca uyuyarak yolda buraya yazmaya değecek hiçbir şey yapmayarak yolculuğu geçiriyoruz. Saat 20.47 itibariyle Ankara’dayız. Birkaç gün sonra dernek evinde buluşup birkaç cümlelik faaliyet toplantımızı yapıyoruz :D 

Ardından adeta Morca’ya inmişiz hissiyatı verecek kadar kirli durumda olan ekipmanımızı temizliyor ve faaliyeti bitiriyoruz.




danke schön liebling


-Enes GÜLER


29 Mayıs 2023 Pazartesi

Kuyluculardan Dağlı

 


En son gidildiği 2018 tarihinden bu yana her sene gidilmek istenen ve birçok defa gidilmesi planlanan ancak gidilemeyen mağara; Dağlı Kuylucu.



Ağız genişliği yaklaşık 50m. Dikey uzunluğu, iki büyük şaftı ve tünel koluyla toplam 190m. Küre dağlarının yüksek kesimlerinde yeni yeni oluşmaya başlamış akarsuların yeraltına dalarak oluşturduğu bu mağaranın tavanının zamanla çökmesi sebebiyle obruk halini aldığı düşünülüyor. Kamp alanının yakınlarındaki üç ayrı koldan beslenen akarsu mağaraya yakın bir yerde yeraltına dalıyor ve mağaranın uzun duvarlarından birini delerek dibinden 100m yükseklikteki büyük bir balkona dökülüyor. Düştüğü yerde bir dev kazanı oluşturan şelale bu balkondan da aşağı kıvrılarak akıyor ve mağaranın dibine dökülüyor.



Kastamonu’nun Şenpazar ilçesine bağlı dağlı köyünün yakınlarındaki Dağlı Kuylucu (Kuyluç: Derelerin derin yerleri, çukur, kuyu) Küre Dağları Milli Parkı’nın kuzeye bakan yüzünde, büyük tepelerin arasındaki bir sırtta küçük tepelerle çevrili bir çukurun ortasında oluşmuş bir obruk.

Yakınlardaki birkaç küçük akarsu Dağlı Kuylucu’ya döküldüğü için bu mağaraya “suyun kaybolduğu yer” denmiştir. Yerel efsanelerden en bilineni “kuyluç kızı” efsanesidir. Efsaneye göre mağaranın dibinde bir kız yaşarmış, güzel sesiyle yakından geçen erkekleri büyüleyip mağaraya çekermiş. Bizi mağaraya çeken kuyluç kızı değilse de en az onun kadar güzel sesi ve görüntüsüyle kuylucun ta kendisi.

 Bu mağara için bayram tatilini seçmek fazladan bir gün kazandırması açısından çok mantıklıydı ancak bayram için ailesini ziyarete gitmek isteyen mağaracıları ikilemde bırakması katılımın beklenenin altında kalmasına sebep oldu.

Faaliyet sorumluları Murat ve Gürhan başta olmak üzere birçok kişi hazırlık aşamasında emek verdi. Dilekçe işleri, araç, kumanya, malzeme, döşeme planı gibi konular el birliğiyle halledildi. Tabii ki bazıları daha fazla çalıştı. Yedek ipimiz yetmediği için Mete’den kendi ipini istedik, matkabın şarjını doldurduk, yemekhaneden kumanyayı aldık ve odada boş yapmaya başladık. Saat 17.00 gibi Ahmet Mete’nin ipini aldı ve geldi. Ahmet geldikten sonra Beytepe köyü taraflarına alışverişe gittik, 7 kişi. Saat 18’i biraz geçerken odaya geri geldik, kamp ve mağara malzemelerini hazırlamaya başladık.

Kullanılmış ve bir süre açıkta kalmış alüminyum battaniyenin bayat ekmek gibi dağılacağı üzerine bir tartışma yapıldıktan sonra yemekhaneye gittik. Saat 20.00’da gelmesi planlanan araç 40 dakika kadar geç kalarak hümak saatine yabancılık çekmeyeceğini gösterdi. Aracı yükledik ve saat dokuzu beş geçe 13,5 erkek 0,5 kadın yola çıktık. Faaliyete katılan tek kadın Çağla’yı Çağlar abi ilan ettik fakat Çağlar abi faaliyetteki erkekleri dişileştirebileceğini iddia etti. Olmadı…

Yol boyu şoför abi ile onlarca konuda derin sohbetler ettik, vatan kurtardık, piyasaları alaşağı ettik. Yolda çorbacı aradık ama bulamadık. Tuvalet ve sigara için durduğumuz benzinliklerden aldığımız atıştırmalıklar ve yemekhane poğaçasıyla idare ettik. Molalardan birinde Çağlar abi erkek tuvaletine girerek erkekliğini kanıtladı. Benzinliketeki kedi ve köpeklere mide yakan poğaça verdik, çok sevdile

Nihayet Şenpazar’ı da geçtik. Haritada gözüken asfalt yol heyelanlar sebebiyle çok fazla hasar görmüş. Başta, asfalt olması gerekip toprak olan yolun girişini kaçırdık, sonra geri dönüp küçük tereddütlerle ilerledik ve asıl toprak yola kadar geldik. Bu süreçte yağmur bir yağdı bir durdu.



Saat gece üç buçuğa doğru, aracın gidebileceği son noktaya vardık. Üç kişi, vahşi hayvanları kaçırmak için heyolayarak kampı kuracağımız alana kadar yaklaşık 300m yürüdük. Günlerdir azar azar yağan yağmurlardan dolayı yollar fazlasıyla çamurluydu. Kamp alanına varınca, su olmamasını umduğumuz açıklık alanda çadır kurmamızı engelleyecek kadar su birikintisi vardı. Çadır yerlerine, ateşin konumuna ve derenin debisine bakıp aracın yanına geri döndük. Bir yandan aracı boşalttık bir yandan da eşyaları kamp alanına taşıdık. Kamp alanına gelen bütün eşya iki (2) matın üzerine yığıldı ve tabii ki bazı eşyalar koca yığının üzerinden düşüp çamur oldu.



Ne yazık ki dere bulanık akıyordu. Ertesi gün şoför abinin yerel halktan duyup söylediğine göre yakın zamanda bir heyelan oluş ve su bu yüzden bulanıkmış.

Tüm eşyalar taşındı, yemek çadırı kuruldu (Malzeme çadırı olarak Ahmet’in çadırının bagajını kullandık), poğaçalar yendi. Üç kişi (Serkan, Murat ve ben (vişne)) mağaraya giden yola bakmaya gittik. Dönüşte telsizi düşürdük ve geri dönüp telsizi aradık. Çok yakın olduğu ve yollar çok dar olduğu için kolayca bulduk. Kampa dönünce yatıp uyuduk.

Mağaraya 3 ekip (döşeme, turist ve toplama) olarak girmeye karar verildi. Bu sayede döşeme ekibi öğlene kadar uyuyabildi. Saat 11 gibi yemek yendi 12 gibi döşeme ekibi kamptan ayrıldı. Döşeme ekibine sıcak su, fazladan bir telsiz ve diğer birkaç isteklerini götürmek için birkaç kişi mağara ağzına gittik. Mağara ağzında suyun sesinden birbirimizin söylediklerini anlamak çok zorlaştı.



 Boltların sağlam olmasını beklediğimizden en fazla birkaç bolt çakmamız gerekeceğini düşündük. Boltlar düşündüğümüz gibi çıkmayınca hem çakılmış boltları arayarak hem delik deşik duvarda bolt çakacak yer arayarak hem de hattı kurarak çok fazla enerji harcayan döşeme ekibi mağaraya sırayla gir çık yaptı. Döşeme ekibi çay, helva, telefon ve meyve suyu istedi, götürüldü. Döşemeye telsizden müzik dinletildi ama Gürhan müziği biraz depresif buldu.

Döşeme devam ederken bir ekiple, o günü ve ertesi günün sabahını çıkaracak kadar odun topladık. Barış bu kadar odunun tüm kamp boyunca yeteceğini iddia etti, bizi tanımıyormuş gibi. Odunları kurutmak için ateşin etrafına dizdik. Bir yandan da Enes uygun bir ağaca hat açtı. Barış ve Enes bu hatta biraz çalıştı.



 

Öğleden sonra ateşin başına dizildiğimizde birkaçımız gidip uyumuştu bile. Enes artık uykusunun geldiğini, uyumadan ateş başına tenteyi açmak istediğini söyledi. “Zaten bu saatten sonra yağmur göstermiyor, tente açmaya gerek yok.” Dedim. Biraz daha ateşi seyrettim ve başım ağrıdığı için gidip uyudum. Bir süre sonra, daha tam uykuya dalamamışken yağmur sesleri eşliğinde uyandırıldım. Tente asmak için yardımcı ip istediler, verdim ve geri uyudum. Tedbiri elden bırakmamak gerekiyormuş.




Yatmadan önce ekip olarak (turist ekip) cumartesi sabah altıda uyanmaya karar vermiştik. Planladığımız gibi altıda uyandım ve çadırlarını bilmediğim ekibimin tamamını uyandırdım. Zaten deneyebileceğim 3 çadır vardı. Tam kahvaltı hazırlamaya başlamışken döşemenin daha bitmediğini, giriş saatimizin ertelendiğini öğrendim. Geri yattım.

Ben daha uyuyamadan Kuzu uyandı ve çadırdan geri çıktım. Ekipler ve döşeme planı hakkında konuşarak kahvaltı yaptık. Turist ekibin döşeme ekibine bindirme yapmasına karar verdik. Gürhan ve Kerem mağaraya tekrar girmemeye karar verdiler. Kuzu ve Ahmet 06.40’ta kamptan çıkış yaptı. 07.00’da Kuzu mağaraya giriş yaptı.

 Uzunca bir süre Barış’ı uyandırmaya uğraştık. Bir yandan kahvaltımızı yaptık bir yandan da tulum krizini çözmeye çalıştık. Gürhan ve Kerem mağaraya ikinci defa girmeyecekleri için onların tulumlarını aldık. Ekibin tamamına bu mağaraya girmeye uygun tulum ayarladıktan sonra yavaş da olsa hazırlanıp saat dokuz gibi biz de mağara ağzına ulaştık.


Mağara ağzında, kısa bir süre, döşeme ekibinin telsizden mağaraya girebilirsiniz demesini bekledik. Elimizde olan sebeplerden dolayı yavaş hazırlandığımız için mağara ağzında çok beklemedik. Döşeme ekibine bindirme yaptığımız için mağaraya altı kişi girmiş gibi olduk. Kendi ekibimde üçüncü, döşeme ekibiyle birlikte sayarsak beşinci olarak mağaraya girdim.

Ekibimden 2 kişinin ilk dikey mağarası olduğu için biraz yavaş ilerledik ve mağarayı seyredecek bolca vaktim oldu. Bana kalsa 3 saat daha durur izlerdim. İlk iki istasyondan aşağısı görünmüyor. Üçüncü istasyona geldiğimde şelalesiyle, yeşiliyle, yükselen sisiyle hafızamın “en güzeller” kısmına yeniden yerleşti. Heyelandan dolayı bulanık akan suyun gri rengine rağmen.



Mağaranın yüksekliği ilk girdiğim zamanki kadar etkileyici gelmedi, açıkçası yıllarca güzelliğini göklere çıkardığım için görsel açıdan da büyülendim diyemem. Belki de gözlerim iyice bozulmuştur. Ancak mağaralarda geçirdiğim onca zamandan sonra sanırım duygusal bağ kurmaya başladım.

 

 

Bir tarafta mağaranın duvarının ortasından dökülen şelale, bir tarafta mağaranın tüm duvarları boyunca hobbit oyukları gibi oluşumlar, bir tarafta mağaranın ağzını bir taç gibi saran ağaçlar, aşağı sarkan sarmaşıklar. İpin duvardan uzaklaştığı yerlerde durup döne döne manzarayı izlemek…



Aşağı inip tünel (çatlak) kısmından da devam edince döşeme ekibiyle karşılaştık. Zaman sıkıntıları, boltların durumu ve ekibin yorgunluğundan dolayı ikinci şaftı döşemekten vazgeçtiklerini söylediler. Hep beraber kumanyalarımızı yedikten sonra döşeme ekibinden başlayarak çıkışa geçtik. İçine çöp doldurduğumuz fındık poşetini almayı unuttuğumuz için istemeden toplama ekibinin hayalleriyle oynadık. 

Biz mağaradan çıkarken mağara ağzında şoför abi dahil kalabalık bir ekip bizi karşılamaya gelmişti. Hatta Gürhan mağara ağzına bir Starbucks şubesi bile açmış.

Biz mağaradan çıktıktan hemen sonra toplama ekibi girdi. Kamp alanına dönüp üstümüzü değiştirdik, bir şeyler atıştırdık (mükemmel patates kızartması) ve tekrar oduna çıktık. Benim odun sevgimden dolayı biraz fazla odun topladık. Sonrasında üç kişi dolaşmaya ve telefonun çektiği bir yerden şehir sorumlusuna mesaj atmaya gittik. Dönüşte çok yorulduğumu fark ettim. Meğer hasta oluyormuşum.

Biraz ateş başında takıldıktan sonra bir grup yemek yapmaya girişti bir grup da mağara ağzına toplama ekibini karşılamaya gitti. Biz mağara ağzına vardıktan sonra çok geçmeden Murat ve Alper mağaradan çıktı. Deniz ve Enes, şaftın ortasında hurç aktarmak için yakın durmaları gerektiğinden ve benim mükemmel birleştirdiğim ipi sökmek için vakit harcadıklarından biraz geciktiler. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i beklerken biraz telaşlandık. Murat ilk birkaç istasyonu geçip bakmak istedi. Biraz inip seslendi, ses ve ışık bağlantısı kuruldu ama şelalenin sesinden söylenenler anlaşılamadı. Telsizlerimiz çeşitli sebeplerden dolayı çalışmıyor olmasaydı böyle bir iletişim sorunu yaşanmayacaktı. Biz yukarıda durumdan habersiz meraklanırken aşağıdakiler Murat’ın darlamalarına rağmen hat toplamaya uğraşıyorlardı.

Çok geçmeden herkes sağ salim mağaradan çıktı. Mağara ağzında Deniz ve Enes’i bırakıp alabildiğimiz kadar yük aldık ve kamp alanına döndük. Yarım saat kadar sonra onlar da son malzemeleri toplayıp geldiler. Akşam yemeğinde makarna vardı, Gürhan ve ben makarnaya ton balığı ve yoğurdu karıştırıp yedik. Tüm ön yargılara rağmen çok güzeldi.



Yemekten sonra herkes sırayla konuşma yaptı. Konuşma aşamasını çok uzattığımızı birden saat gece 3 olunca fark ettik. Boğazım çok (gerçekten çok) kötü olduğu için arpa suyumu içemedim, onun yerine salep yapıp içtim. Kerem’in, fermante üzüm suyu şişesini matkapla açma projesini de izleyip çok da erken olmayan bir saatte uyudum.

Uyandığımda öğlen oluyordu. Kahvaltı ve toplanma derken yağmura yakalanmadan yola çıkabildik. 10 dakikayla kurtardık. Yolda yemeklik bir yer baktık ama bayramdan dolayı olsa gerek Kastamonu merkeze kadar çorbacı bulamadık. Bulabildiğimiz tek yer kuyu kebapçısıydı o da kişi başı 220 TL gibi bir fiyat verdi. Merkezde ilk gördüğümüz çorbacıya oturduk. Var dediği iki çorbası da bitti ve Enes zorla ezogelin içti. 40TL olarak anlaştığımız hesabı, ben dahil birkaç kişiden 50TL olarak aldı. Sonuç olarak Kastamonu merkezdeki Ahmet Karaman’ın yeri tavsiye edilmiyor.

Kampüse döndük eşyaları indirdik evlere dağıldık. Ertesi gün temizlikte çiğ köfte yapıldı. Temizlik salı günü de devam etti. Salı akşam saat sekizde, Atatepe yurdunun altındaki bir kafede (adını hatırlayamadım) faaliyet toplantısını başlattık. 12 kişi olmamıza rağmen toplantı üç buçuk saat sürdü. Temizlik bir gün daha devam etti ve faaliyet bitti.


Sol baştan ayakta olanlar;

 vişne, gürhan, arda, kerem, serkan, öztürk, deliktaş

Sol baştan oturanlar;

enes, barış m., alperen, çağla(r), kuzu, murat











 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..