26 Ekim 2022 Çarşamba

Seneler Sonra Gelen İşte O “İlk Mağaram” Yazısı!!!


Merhaba!

Kendimle ilgili özet geçeyim, ben İpek. 2014’te sevgili eşim Bahadır Seçen ile katıldığımız HÜMAK topluluğunda şuan 8.yılımızı dolduruyoruz. İpek Atak olarak başladığım kariyerime, İpek Atak Seçen olarak evli ve iki köpekli olarak devam etmekteyim 😊  İlk mağarama 2021 yılında girdim ve işte bu yazı da bununla ilgili!

Ama maalesef yazıyı 1 sene sonra gönderebildim, olsundu, canım sağolsundu L

Hiçbir zaman bir mağaracıyım demedim ama hep HÜMAK’lıyım dedim. HÜMAK her zaman ailem gibi bildiğim, yanlarında hep mutlu hissettiğim, “düğününüzde halaybaşı, cenazenizde gözyaşı” olan, her bir bireyini sevdiğim, hepsi benim canım olan bir insan topluluğu çünkü.

Biz öğrenciyken ben Hacettepeli olmadığım ve de diş hekimliği okuduğum için, okuyanlar ağladı bile, hiç aktif olamadığım mağaracılık macerasında, üstüne tuz biber olarak alerjik astımım ve bir de klostrofobim vardı. Hem vakit bulamadığımdan, bölük pörçük katıldığım eğitimlerden, hem de korktuğumdan mağaraya girmeye seneler boyu hiç cesaret edemedim. Canım arkadaşlarım da sağolsun hiç bunun lafını etmedi. Edenler de oldu tabiki, ama zaman içinde seslerini duyamaz oldum. Bahadır zaten aktif bir üyeydi, yakın arkadaşlarımın hepsi HÜMAK’lıydı derken zaten zamanla kimse bu konuyu gündeme getirmez oldu. Bahadır da o hevesini kaybetti, sormayı bıraktı. Ben sadece gelebildiğim sayılı faaliyetlerde ateş başında içen ve bolca kusan bir üye oldum J

Derken 2021 yazında, Bahadır’la öğrenciliğimizin üstünden bir miktar zaman geçmişken, üstüne pandemide evlenip onar kilo kadar uzun ilişki kilosu almışken, minimal kondisyon içererek Saklıkent Kanyonu’na gittik ve çok büyük olmasa da tüm kanyonu dipledik. Benim cidden çok hoşuma gitti, Bahadır da içten içe sevinerek “ya işte mağara da böyle ya, üstü kapalı bir tek hehehe” falan dedi. Bu hoşuma gitmişlik dururken yılın ilk faaliyeti yine canımız ciğerimiz biricik Devrekani’ye oldu ve ben de dedim ki yıllarca beklemişim neden mağara bekaretimi canımız ciğerimiz biricik Devrekani’ye vermeyeyim?

Bu fikri Bahadır’a hiç söylemedim, Utku’ya söyledim. Ekipler belirlendi falan derken gideceğimiz zaman söyledim. Ve ben mağaraya girene kadar “emin misin?” dedi, o yüzden kararımdan emin oldum, kesinlikle ilk mağarama Bahadır’la girmeyecektim. Zaten böyledir, neler olabileceğini bildiğimizde en çok sevdiklerimiz için endişeleniriz ama hep başımıza gelir. Bizde “tanıdık komplikasyonu” diye bir şey var, yakın birine bir tedavi yaptığınız an, en düşünmediğiniz şeyler bile olur. O yüzden yapmamak en iyisi 😊

Neyse yola çıktık, yine bir sürü macera, kavga gürültü derken vardık kamp alanına. Hava güzeldi diyemeyeceğim, yine yerler buz, çadırlarımızı kurduk. Tüm faaliyet boyunca Utkucuğum Bahadır’a sürekli “evlenmeyecektin oğlum” diyerek söylendi, Bahadır tabii normalde taşta da yatar, beraber gidince şişme yatak getirmiştik, bence tam tersi iyi ki evlenmiş demeliyiz 😊









(Bahadır yatak şişirirken bir tarafından soluyor)

Benim ekipman eksiğim vardı tabiki, Bahadır’a dedim senin tulumunu alayım. Gözlerinde hayal kırıklığıyla “Nasıl yani benim Trophy’mle mi?” deyince ufaktan bir evliliğimi sorgulamadım değil 😊



(Trophy tulum, ben ve mutsuz Bahadır)

 

Bahadır sanırım ilk ekipteydi, ben son ekipteydim. Bir klasik olarak herkesi mahvedip donuna kadar ıslatarak getirdi. Herkes mutluydu, o ayrı. Sonra tekrar başkanlar ekibiyle girdi. Bizim ekip başkanlar ekibinden sonraydı. Ben Bahadır’dan tulum ve eldiven beklerken bir de Utku’yu bekliyorduk.





Başkanlar ekibi gerçekten ilginç oldu ve Devrekani yine özel bir ilkin yuvası oldu. Sevgili danışmanımız Turgay Baş ve sevgili eşi Tuğba’nın nikah töreni mağara içerisinde oldu, kampın detaylarını öğrenmek isteyenler Rümeysacığımın Canımız Devrekanimiz yazısına bakabilirler, ben kendimle ilgili kısımlardan bahsedeceğim J



 




Bizim ekibimiz ise öncümüz Zeynep, artçımız Kerem olmak üzere güzel bir ekipti.

 Mağara ile ilgili ilk korkum içeri girer girmez geçti. Düşündüğüm gibi kapalı, karanlık bir yer değildi; neredeyse büyüleyiciydi. Karanlık olması zaten imkansız oluyor, herkesin baretinin ışığı sayesinde. Sadece içimden sürekli eğitimlerde gördüğüm “mağara canlıları”ndan görmeyeyim diye dua ediyordum, zira böceklerden de korkarım.


Benim gibi biri bile mağaraya giriyorsa diyerek ibret almalık biriyim yani özetle.

Utkucuğum her zamanki gibi koruyup kolladı, ilaçlarımı yanına aldı. Sürekli iyi olup olmadığımı, kötü olursam söylememi, hemen çıkabileceğimizi söyledi. Sonra artık dedi ki, “İpek bir buçuk saat oldu, artık sormuyorum.” Dedim ki, “Nasıl yani???”

Gerçekten de zaman mefhumu denen şey, mağarada kayboluyormuş. Bana 15 dakika gibi gelen süre bir buçuk saat kadar olmuş.

Mutlak karanlık için durduğumuzda hissettiklerimi HÜMAK’taki her bir birey hissettiği için devam ettiğini düşünüyorum. Dünyanın en özgürleştirici hissi olabilir. Modern dünyanın çarklarına takılıp devam ettiğimiz hayatımızda doğanın kalbinde, kendimle başbaşa hissettim. Suya girmemiz bile korkutup üzmedi beni, ki ilk başta çekindiğim şeylerden biri de buydu. Biraz tabiki boy avantajımın da olduğunu düşünüyorum, çünkü Melike önümdeydi ve bir ara onu kaybettim suyun içinde. Çıkarken sulu kola girmek isteyenler o taraftan gitti, Melike çizmelerini Devrekani’ye bağışladı.

O soğuk ve adrenalinin verdiği hissi seviyoruz bence. Çünkü en ilkel içgüdülerimize hitap ediyor, “bunlara rağmen hayattayım ve başardım.” diyebiliyoruz. Soğuğa toleransım değişti tabi o günden sonra, artık daha az üşüyorum. Zaman zaman mağara oluşumlarını görmek için durduğumuzda yıllar boyu arkadaşlarımdan duyduğum şeyler aklımdan geçti. Gerçekten büyüleyici yerler olduğunu düşünüyorum ve devam eden herkese inanılmaz bir saygı duyuyorum.

Çıktığımızda mağaranın girişinde koskocaman bir ateş yanıyordu. Bahadır koğuş ekibi ile beraber çevredeki tüm çöpleri toplayarak tüm izcilerin kabusu gibi bir ateş yakmıştı.

Koşarak Bahadır’a sarıldım, baya da ıslaktık, dışarısı da çok soğuktu; üzerimizden tüten dumanları hatırlıyorum.

Ve Utku’nun “yıllardır mağaraya gireriz, bi benim için böyle ateş yakmadın be!” sitemini J

Çıktık, soyunduk, giyindik, ısındık, içtik, eğlendik.

Benim için dünyanın en güzel faaliyetiydi.









Ve hiçbir zaman “keşke daha önce girseydim” demedim. Benim için bu zaman, bu mağara, bu insanlar doğruymuş ve kararımdan çok memnunum.

Bu da benim ilk mağara anım. Teşekkürler HÜMAK.

İpek 

20 Mayıs 2022 Cuma

Topmeydanı : Kayıp Ejder (coming soon)


Topmeydanı faaliyetine gitmek için hazırlıklar günler öncesinden, kayıtlar haftalar öncesinden başlamıştı.  Yazışmalar, izinler, malzemeler derken geriye tek kalan faaliyet alışverişini de yol üstünde duracağımız alışveriş merkezine bıraktık. Herkes odaya toplandıktan, biraz sohbet muhabbet ile geçen zamandan sonra vakit yaklaşınca eşyaları aracın geleceği yere taşımaya başladık. Son kontroller, son şarzlar, son eşyalar derken odayı boşaltıp aracı yüklemeye koyulduk.  Yüzlerimizde güzel geçeceğinden emin olduğumuz faaliyetin heyecanıyla gülümsemeler, kıpır kıpırız. Bense bir yandan sabırsızlıkla yola çıkmayı istiyordum bir yandan da hala bu düzene alışamamış olmanın verdiği hisle korkuyordum. Son saniyeye kadar 100 kere kendimi gazlamış 99 kere ise vazgeçmiştim. Ama her şeye rağmen buna değeceğini biliyordum.

  Korku güzeldir, insana yaşadığını hissettirir. Hayatımızda hiç risk almasak, korkmasak yaşamanın ne manası kalır ki? Damarlarımızda adrenalin aktığında, ellerimiz titrerken tutunmaya devam ettiğimizde, ayaklarımız yerden kesildiğinde asıl anlıyoruz yaşadığımızı. Yaşıyormuşum, diyorsunuz. Meğer yaşıyormuşum.

  Arabayı yükleyip herkes bir yerlere yerleştikten sonra yola çıktık. Şehirden çıkmadan önce alışveriş merkezinde durup hem bireysel ihtiyaçlarımızı hem faaliyet için gereken bazı şeyleri aldık, tekrar yola koyulduk. Kendi aramızda biraz ondan biraz bundan biraz havadan biraz sudan sohbet ederken çoktan şehirden ayrılmış, Kastamonu’nun bizi bekleyen dağlarına yaklaşıyorduk. Yol üstünde Safranbolu’da eksik olan üyemiz Burhan’ı da aldık. Artık herkes tamam olmuştu.  Yemek molası vermek üzere ilerlerken karanlıkta bile beni hayran bırakan Safranbolu evleri’nin ordan geçmiştik. Bu güzel doğanın ve mimarilerin keyfine ise dönüş yolunda varacaktım.

  Herkesin acıkmış olduğuna emin olduğumuzda, biraz da tuvalete gitmemiz gerekiyordu, tüm dükkanların kapalı olduğu o sokaktaki tek açık olan çorbacıya girdik. Sanırım beklentilerimizi karşılayamamış olan bu çorbacıdan biraz kırık ayrıldık. Belki bizim beklentilerimiz yüksekti. Belki de çorbalar gerçekten kötüydü.  Zevkler ve mercimek çorbaları tartışmaya kapalıdır. O yüzden daha fazla yorumda bulunmayacağım.  Yola devam etmeden dışarıda çay içip biraz da orda muhabbet ettik. Son sigaralar da içilince devam vakti gelmişti artık.

  Yolun devamında artık daha ara yollara girmiş, köyün yolunu bulmaya uğraşıyorduk. Çoğu kişi uyumuş, arabanın ışıkları kapanmışken benimle beraber Kuzu, Ahmet ( artık onbaşı), raportör Ozan, Seher ve tabiî ki şoförümüz Yalçın abi son ayakta kalanlardık. Bir yandan farklı telefonlardan haritaya bakıyorduk bir yandan da daha önce bu yollardan geçmiş Yalçın Abi’nin tecrübelerine güveniyorduk. Şahsen çok saygı duyulacak bir iş yaptığını düşünüyorum Yalçın Abi’nin.  Ben karanlıkta evimin yolunu bile bulamazken o dağ yollarını ezbere biliyor. Beni karanlıkta ormana koyarsanız size kaybolacağımı temin edebilirim ki maalesef bu tescilli bir durum. Gecenin karanlığında tüm ağaçlar siyah ve birbirinin aynısıyken geçtiğin yoldan bir kez daha, bir kez daha geçmek kaçınılmaz bir durum. En azından benim için.

  Artık tamamen asfalttan uzaklaşmış kendimizi doğa ananın ellerine bırakmak üzere ilerlerken ben ve Kuzu da keyfine göre çeken telefonumdan Kapaklı Mağarası’nın videosunu izliyor, ben anlamasam da döşeme planları yapıyorduk. Kendimi videoyu çeken adamın yerine koyuyor, kendimce mağara simülasyonu yaşıyordum. Nerden bilebilirdim ki videoda herhangi bir kayada gibi duran istasyonun 30 metre yükseklikte olduğunu ve oradan boşluğa doğru oturmam gerekeceğini… Sanırsam kafa kamerasıyla mağarada video çekerken biraz da etrafa bakmak izleyenler açısından da yararlı olacaktır. Yoksa kendilerini bir şelalenin yanında ipte sallanırken bulabilirler.

  Çeşmeleri saya saya ilerlediğimiz yolun sonunda kamp alanına vardığımızda herkes çoktan uyanmış, zifiri karanlık yerini maviliğe bırakmaya başlamıştı. Arabadan indiğimiz an, işte o an anlamıştım her şeyden uzak ama huzura yakın olduğumuzu.  Yüzlerce kuş Karadeniz’in göğe uzanan ağaçlarına saklanmış kendi aralarında ötüşüyordu. Gözlerinizi kapatsanız o koro öyle güzel geliyor ki kulağa…Ruhumun ihtiyacı olan şey tam olarak buydu. Biraz daha kamp alanına yaklaşınca fark ettim ki buranın bir de orkestra şefi vardı, su sesi.  Ah o müthiş harmoni.  Ciğerlerinize dolan çam kokusu, kulağınızı dolduran kuş cıvıltıları, gözlerinize şenlik uçsuz bucaksız orman…


 

  Aracı boşaltıp kamp alanını hazırlarken havanın daha da aydınlanması ile çevremin güzelliğinin daha da farkına vardım. Silüet olarak gördüğümde sadece kayadan ibaret olduğunu sandığım dağ yemyeşildi. Herkes kendine bir çadır yarı seçmiş ve el birlik her şeyi kurduktan sonra ateş başında toplanmıştık. Orkun ve Mete uzak olduğunu tahmin ettiğimiz Ejder mağarasını aramak için gitmeye karar verdiler. Asla gidemeyecek olduğumuz o mağarayı. Biz de yemek çadırından almış olduklarımızla kahvaltı yaptık. Odun ateşinde ısınmış poğaça ve domates, başka bir mekanda para verip dahi ulaşamayacağımız bir lezzet. O poğaçayla beraber o domates kamp alanında güne başlamak için en güzel ikili bence. Çevrede vakit geçirirken Burhan’ın ayı kapanı bulmasıyla hepimizin dikkatini bir anda. Dağ başında olduğumuz için çevre köylerden birilerinin koymuş olabileceğini düşündük. ‘’Eski duruyor ama çalışabilir’’ Burhan içine ayağını sokarak hepimizi büyük bir dertten kurtarmış oldu.  Çalışabilirdi sonuçta.

 Biraz daha vakit geçtiğinde gözlerimiz yola kaymaya başlamıştı, giden ekibin artık dönmesini ve bize mağaranın yolunu tarif etmesini bekliyorduk. Bekleyiş uzayınca döşeme ekibi dinlenmek üzere uyumaya karar verdi. Ben de biraz dinlenmenin iyi olacağını düşünüp çadıra girdim. Biz uyurken önceden rahatsızlanmış olan Enes ve beraberinde Büşra Yalçın Abi ile şehre geri dönmüştü. Orkunlar uzun saatler süren arama sonucunda mağara girişini bulamayarak geri döndüler. Söylediklerine göre yürüyerek 2 -3 saat sürecek bir mesafe vardı mağaraya. O andan itibaren tüm planlar değişmeye başlamıştı ve iki mağaraya girmek üzere geldiğimiz faaliyette yolumuza tek mağara ile devam edecektik. O yol öyle bulunmaz böyle bulunur diyen Ozan, Ahmet, Seher ve Deniz aynı istikamette tekrar bulamamak üzere mağarayı aramaya çıktılar. Sonrasında döşeme ekibinde Burhan, Ece, Ercan ve Kuzu bir de şarpa olarak yanlarında ben, Ezgi ve Orkun öğle saatlerinde mağaraya doğru yol aldık. Zaman sanki orada yavaş işliyormuş gibi, mayıs ayında kış mevsimini yaşayan Küre dağları ise diz boyu kar ile bizi karşıladı. İzmir’den ayrıldığımdan beri kış mevsiminden asla çıkamamıştım.

   

  Sanki mağaraya ben girecekmişim gibi bir heyecanla kuşanan ekibi izlerken bir yandan fotoğraflarda gördüğümden çok daha fazlası etrafımı sarmıştı. Bir şelaleye dönüşmek, hatta bir mağarayı oluşturmak üzere olduğundan habersiz küçük bir akarsu usul usul ilerliyordu. Karlar mağara ağzına kadar dayanmış kartpostallık bir görüntü oluşturuyordu. Derken ekip çoktan kuşanmış Ercan yaklaşma hattını kurup mağaraya ulaşmıştı bile. O işe koyulmuş boltları çakarken fotoğraf çekme hevesiyle peşinden mağara ağzına yaklaşan ben ise talihsiz bir kaza sonucu alüminyum battaniyemi düşürmüş, çaresizce şelaleyle beraber aşağı düşmesini izlemiştim. Sonrasında her giren ekiple o battaniyeyi konuştum, acım büyüktü desem yeri.  Mağara döşenmeye devam edilirken biz kamp alanına geri döndük. Yağmur da başlamıştı. Ağaçların altında biraz vakit geçirdikten sonra Ejder ekibi de dönmüştü. Birazımız ateş başında kalırken ben dahil birazımız da uyumaya geçtik.

  Uyandığımda yağmur hız kesmeden devam ediyordu. Daha çadırdan çıkmadan su yolu üstünde olduğumuzun bilinciyle sorun olabileceğini düşünürken dışarıdakiler kampı taşıma planları yapmaya başlamıştı bile. Yağmurun böyle devam ederse kamp alanını su altına alacağını düşünerek ani bir kararla her şeyi taşımaya başladık. Bir çabayla ben de yanan odunları sönmeden götürüyordum. Çadırlar, ateş, yiyecekler derken artık kamp alanımız biraz ilerdeki ağaçlık alanın altı olmuştu. Çok da güzel olmuştu bence.

  Biz bunlarla uğraşırken hava kararmış, döşeme ekibinden Burhan ve Ece kamp alanına dönmüştü. Güzel haber ise alüminyum battaniyemi görmüş olmalarıydı. Uzun bekleyişleri ve ıslanmaları sonucu doğal olarak üşümüş ve yorgun düşmüşlerdi. Onlar ısınıp dinlenirken içimde bitirdiğimi sandığım muhasebeyi tekrar açmış, 100.kez vazgeçmiş ve 101.kez kendimi ikna etmiştim. Biliyordum, her şeye rağmen değecekti. Yaklaşık bir saat sonra da döşemeyi tamamlayan Ercan ve Kuzu da geri dönmüştü.  Çadıra girip uykuya dalana kadar düşündüğüm tek şey ise ertesi sabah gireceğim mağaraydı.


 Korku ve heyecan ayırt edemeyeceğim kadar birbirine karışmışken, ertesi sabahın güneş ışıkları kamp alanına ulaşmıştı ve bizim ekibimiz hazırlanıp yola çıkacaktı. Girls Power olarak adlandırdığımız ekibim ise çiçek gibiydi. Öncüm Seher, yanımda Ezgi. Kırmızı rujlarımızı da sürdüğümüzde her şey tamamdı.



  Mağaraya doğru yola çıktık. Attığım her bir adım kararsızlık dolu. Belki de ruhum çıkabilseydi vücudumdan geri geri gitmek isteyecekti. Geri, geri, geri, çadırın içine kadar.  Neyseki ruhum hala bedenimdeydi ve içimdeki devam etme arzusu baskın geldi de kendimi kuşanırken buldum.  Denize girdiğinizde ilk donarsınız, alışana kadar zordur ama alıştıktan sonra az önce ısınmak için çırpınan siz değilmişçesine dışarıdakilere ‘’su çok güzel, gelsene’’ dersiniz ya, o misal ben de gittikçe motive oluyordum ve beni geri çeken ruhum artık sıkı sıkı sarılıyordu bedenime. Önde Seher, arkasında ben ve arkamda Ezgi ile mağaraya gittik. Seher öncümüz olarak hem ilk kendisi iniyordu hem de bana ne yapmam gerektiğini anlatıyordu. Sıra bana gelip de o kayaya tırmandığımda ise gerçeklik ile bir kez daha yüzleştim. İlk freefall 30 metre, derken gerçekten de 30 metreyi kastediyorduk. İşte o an hızlanmaya başlayan kalbim, yaşadığımın göstergesi. Nefes alışverişlerim hızlanıyor, ara ara aşağı bakıyorum, çok yüksek. Ellerim titriyor ama tutunmaya devam ediyorum. Ve tamamen ipe oturuyorum, artık ayaklarım yere değmiyor. Yalnızım. Kayanın arkasına geçtiğimden kimseyi görmüyorum.  Spor salonunda alıştığım düzene gelince, ip üzerinde emniyette olunca, derin bi nefes veriyorum. Bir bebeğin ilk nefesi gibi. Yeniden doğmuşum gibi.  Anlıyorum orda vazgeçmeyerek ne kadar doğru bir karar verdiğimi. Sağıma baktığımda akan şelale beni çağırıyordu, ona yol arkadaşlığı yapmamı istiyordu. Ricasını kırmayıp ona eşlik ettim. Bir şelaleye yol arkadaşlığı yaptım, yerin derinliklerine indim.  Bir süre sonra güneş ışığını kaybettik ama su devam ediyordu biz de ettik. Bir noktada sular cadı kazanları oluşturmaya başlayınca üzülerek serüvenimizi sonlandırdık. Geriye dönüp yeryüzüne çıkacağımız zaman da bindirme ekip olarak giren Mete, Deniz ve Ozan ile karşılaştık. Ozan’ın ilk dikey mağarasıydı. Onun için de müthiş bir deneyim olduğuna eminim. Bir süre muhabbet ettikten sonra, biraz da üşüdükten, onlar devam edeceğini söyledi biz ise çıkışa geçtik.

  Srt eğitimi alırken sorsanız iniş çıkıştan daha kolay derdim. Şimdi sorun bir de, hayır değilmiş. Çok daha rahat bir şekilde jumarladıktan sonra her şeyin başladığı o kayaya ulaşmıştım bile. Saatler önceki korkuma dair kırıntı kalmamış hatta neredeyse bittiği için üzülüyordum. Kendimi bir şekilde kayanın üstüne attıktan sonra Ezgi’nin de çıkmasını bekleyip kamp alanına Girls Power mağaradan çıktı duyurusunu yaptık.  Güneşin de açmasıyla yol üstünde bir sürü fotoğraf çekinip yüzümüzdeki yorgunluğu ama başarmış olmanın verdiği mutluluğu sonsuza dek saklamış olduk.

Kamp alanına vardığımızda Utku, kardeşi Dersu ve mor polarlı kız da gelmişti. Her ne kadar mor polarlı üyeler arasında sosyalleşememiş olsa da diğer faaliyetlere de geleceğinden eminim. Seninle tanışmak güzeldi mor polarlı kız. ☺

 Ertesi gün ise yine sabah saatlerinde toplama ekibi Orkun, Ahmet, Burhan, Utku ve Kuzu mağaraya girdi. Benim için ilginç bir sabahtı. Hayatımda ilk defa ailemden uzak bayram geçirecek olmanın yanı sıra öyle herhangi bir yerde de değildim, Küre dağları milli parkındaydım. Sabah herkesle bayramlaştıktan sonra kahvaltı hazırlamaya koyulduk. Güzel bir menemen bayram sabahına yakışır olmuştu. Ardından hem mağara ekibini uğurlamaya hem de ailem ile bayramlaşmaya yola çıktım. Bir süre yürüdükten sonra dağa çıkıp telefonun çektiği bir yer buldum. Ailem her zamanki gibi babaannemlerde toplanmıştı. Kuzenimin yanında olmayışım ise biraz üzücüydü.

  Odun kırıp biraz da ağaç devirmeli geçen günün devamında yağmurlu günler sonrası hasret kaldığımız güneşin altında anın keyfini çıkardık. Güzel bir akşam yemeği de hazırladıktan sonra toplama ekibi de çıkmıştı zaten. Her şeyiyle güzel bir anı olarak kalan faaliyetin bitişi de güzel oldu. Hep beraber yemeklerimizi yiyip ateş başında vakit geçirdik. İlerleyen saatlerde içeceklerimiz eşliğinde şarkılar söyleyerek geceyi sonlandırdık. Geceye dair en kaliteli şey ise galeta çubuğuyla yediğimiz nutellaydı. Sonraki faaliyetlerde de kesinlikle yapılması gerek bence.


  Artık gitme vakti geldiğinde çoktan salı günü olmuş 4 günü devirmiştik. Ahmet’in onbaşı lakabını hak ettiği gün de o gündü. Buldukları kütüğü 1,5km boyunca dağın başına kendisi taşıdı. Kahvaltıdan sonra kampı bulduğumuz gibi bırakmak için toparladık ve temizledik. Yorgunluktan herkesin direk uykuya daldığı yolculuğu akşam saatlerinde Beytepe’de sonlandırdık. Çok fazla faaliyet deneyimim olmasa da bu şimdiye kadarki en iyisiydi. Mağara, kamp alanı, doğa… Bir kez daha Hümak’a katılarak ne kadar doğru bir karar vermiş olduğumu anladım. İlk faaliyetimde söylediğim gibi, yapmaktan mutlu olduğum şeyi yapıyorum.  A bir de alüminyum battaniyeyi güvenle mağaradan kurtardık. Teşekkürler ☺



  









 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..