21-23 Aralık Ballıca
Bir kamp çantası hazırlamanın vermiş olduğu hissi şu dünyada
pek az şey verebiliyor insana, bence. Hele bir de ilk defa gidilecek bir
lokasyon söz konusu ise durum daha heyecanlı bir hal alıyor. Aklında zilyon
tane düşünce insanın; hava durumu nasıl, ne kadar kalın giyinsem, ay acaba
aldıklarım yeter mi, çöp poşeti önemli onu sakın unutma, ne olur ne olmaz şunu
da alayım ben (ve bu gerçekten absürd bir şey olabilir :) hayal gücünüzün
sınırsızlığına bırakıyorum)... Alınan onca şeye rağmen o çanta hiçbir zaman
hazır olmaz ama, yola çıkar çıkmaz "Aha! Kesin bişey unuttum ben."
cümlesi gölge gibi ardı sıra geliyor insanın. Yüzsüz şey.
Bu cümle zihnimde, ilk faaliyetime gidiyor
olmanın içimde uçurduğu kelebeklerle koyuldum okul yoluna. Canım Beytepe. Kamp
çantası ile Beytepe yolları arşınlamak pek akıllıca değilmiş bunu yeni
öğrendim. Pek çok şeyi yeni öğrendim aslında, onlara da sıra gelecek okumaya
devam ediniz :) 1 saat bilmem kaç dakikanın sonunda okuldayıııım. Evden
sırtımda çanta, outdoor kıyafetlerimle havalı havalı çıkmışken; okula saçım
dağılmış, bir miktar terlemiş, çantama sıktıra sıktıra koyduğum matım kaymış
bir vaziyette girmem tatsız oldu pek ala tabi... Hala kelebeklerim içimde ama öyleyse sorun
yok. Kulüp odasına vardım. İlk kez tanışık olduğum insanlar var bir miktar geri
durmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ah bir de o gün kimya sınavım var ki,
sormayın bende ki gerginliği. Eşyaları taşımaktı, sohbetti muhabbetti derken şöyle böyle zaman geçti. Sınava girdim,
çıktım veee tekrar canım kulüp odası. Az daha zaman sonra yola çıkmaya hazır
hale geldik. Alışveriş zamanıııı, Bilkent Station ilk durağımız. Alınacaklar
alındı, alsam mı acaba tereddütleri geride bırakıldı ve tekrar yola koyulduk.
Yolculuk keyifliydi; sohbet, kahkaha, göz dinlendirmeler, şarkılar, uykular...
Sonundaa vardık. Gece yolculuğu olduğu için "yol nasıldı, etrafta neler
vardı, nasıl bir yere geldik" bunların hiçbirinin yanıtı yok. Eşyaları
indirdik ve kamp alanına doğru taşımaya başladık. Herkes nasıldı bilmem ama ben
epey temkinli adımlarla hareket ediyorum; zemin nemli yer yer çamur, bir
yerlerde havuz varmış düşmek tehlikesi söz konusu ve gece... (tabi ki bu
cümlede mübalağa söz konusu) Eşyalar taşındı, çadırlar kuruldu, malzemeler yerleştirildi,
odunlar toplandı, uyuyan uyudu ve ilk ekip gitmeye hazır. Ekipte kimler vardı
tam anımsayamamakla birlikte; ekibin öncüsü Hasan, artçısı Can Tarcan ve
onlarla birlikte hattı kurmaya giden Erhan ve Nart'ı yolcu ettik mağaraya.
Birkaç kişi ateş başında kaldık. Biraz sohbet, biraz ısınma çabası derken geçti
vakit. Erhan ve Nart hattı kurup geri döneceklerdi normalde fakat Hasan'ın
midesi rahatsızlandığı için ekibi Nart almış, Hasan ve Erhan geri döndü. Kaç
kişiydik, kimler vardı tam anımsayamıyorum fakat en sonunda ateş başında Erhan,
Hasan, ben kaldık (bir ara Raif'te göründü ortalıkta gerçi). Odun ateşinde
mantar ve adaçayı ile :) günü doğurmak çok keyifliydi, böyle sabahlar için
uykularımı her daim feda edebilirim. Günü doğurmak demişken, nasıl bir yere
geldik sorusunun yanıtıyla tanışık olduk sonunda.
Yosun tutmuş kayaların maksimalist hali gibi geldi bana bu
görüntü. Ve Turgut Uyar geldi aklıma, Bir Gün Sabah Sabah. Ah bu arada mantarlar için Erhan'a kocamanak
teşekkürler.
İkinci ekipten birkaç kişi uyandı, ateş başı devredildi ve
artık ben bir uyuyayım... Kahvaltı kelimesinin geçtiği birkaç cümle ile uyandım
daha doğrusu "Kahvaltı mııı? Fırla tulumundan Rumeysa!" şeklinde bir
naraydı bu. Bendeniz kahvaltıya çok düşkün bir hanımefendi ^_^ Kahvaltı yapıldı
ve haydi iş başına. Birkaç kişi bulaşıklara, birkaç kişi de daldık meşelerin
arasına, epeyce bir odun topladığımızı sanıyorum.
Ve artık, sonunda,
bizim ekibin mağaraya girme zamanıııı. Aslına bakarsanız zaten zamanımız
gelmişti fakat içerdeki ekip henüz gelmemişti ve +1 saat beklemesi yaptık. O
süre de geçtiğine göre artık bir gidip bakmalı... Gittik. Birtakım sorunlar
olmuş bu yüzden bir miktar daha rötar yaptı girişimiz. Hasan ve Nart çıkmakta
onlara yardımcı oldu ve ikinci ekip sağ salim çıktı. Biraz mağaradan da
bahsedeyim, mağaranın halka açık yaklaşık 680 m uzunluğunda bir kısmı var, 8 salonu
gezilebilir vaziyette. İkinci ekibi beklerken bu alanda bekledik ve
onlar çıkar çıkmaz girdik içeri. Ellerim titriyor. Dürüst olcam daha hattın olduğu
yere dahi gelmeden "Kesin ben burada bir yerde kayıp ölcem." diye
düşünmedim değil. Şşşh duymamış olun :) Ah sahi ekipten bahsedeyim biraz;
öncümüz Nart, artçımız Pınar, Suat, Ahmet, Oğuzhan, Aslı, Cemre ve been.
Emniyetler alındı, mağara havası güzelce solundu, e artık inmek vakti. Nart
biraz hattan, neler yapılacağından bahsetti ve o bir güzel indi aşağı. Şöyle
ki, merdivenle iniş yapacağımız birkaç metrelik bir giriş var. Öncü aşağıdan,
inecek kişiyi emniyete alıyor. Bulunduğumuz konumdan azıcık popomuz üstünde
balkona inip ipi karibine geçiriyoruz ve
merdivenle iniyoruz. Gerçekten hayatımda ilk defa bir şeyden bu kadar korktum! Ama
indiğimde anlayacağım üzre, yaşadığım en güzel deneyimdi bu! Hepimiz indik. Huh
derin bir nefes. Biraz dinlenildi, bir şeyler yenildi. Ve enerjimiz yerine
geldi daha da aşağılara inmeye hazırız. İki elimiz bir de popomuz her yere değe
değe bir güzel indik aşağı. Belki herkes yaşamında turistik bir gezi olarak bir
mağaraya girmiştir yahut bir belgeselde izlemiştir ama hiçbir gezi ya da
belgesel bir mağarayı bakir haliyle
görmenin hazzını veremez. Tüm o sarkıtlar, dikitler, sütunlar, pipetler,
popcornlar, perdeler :) hepsi muazzamdı. Beni bu görsel şölenden ziyade
heyecanlandıran asıl şey mağarada bir orayı bir burayı, bir daralı, bir tepeyi
hülasa bedeninin girebildiği tüm alanları keşfedebilmek. Bunu hayal ederek
gelmiştim ve bu hayalimi elde ederek dönebildim Ankara'ya. Bir oraya bir buraya
gidiyoruz derken bir yarık gördüm, aşağı doğru devam eden bir kolu var. İnip de
bakmaya çekiniyorum eğilip bakmaya çalışıyorum en fazla ama yok yetmedi inmek
lazım oraya :) Nart'a söyledim hemen bir "Bakalım." tepkisi. Önden o
arkadan ben, daral olduğu için birer ikişer girelim diye kalan ekip arkadan
çıkışımızı bekliyor. Bir kafamız önden, bir bacaklarımız, bir duvara paralel
vücudumuz derken gidebildiğimiz yere
kadar gittik daha da gidilebilirdi fakat mağara oluşumlarına çok da zarar
vermek istemiyoruz arkadaşlar yoksa bozduğumuz tüm o popcornlar rüyalarımıza
girer :)
Artık dönelim derken Nart bir kol gördü girdi içine bir süre
sonra ışığını göremez oldum sonra bir de duydum ki tee yarığı gördüğümüz yerden
çıkmış. Ben edebimle geldiğimiz yerden çıktım tabi gözüm yemedi ordan çıkmayı. Hayalini kurduğum şey işte tam olarak buydu.
Bilmem anlatabildim mi :)
Dönme zamanımız
yaklaşıyor ama kimsenin çıkası yok. Bir oyana bir buyana adımlarımız sürüyor.
Pınar'la bir odacığa girdik. Küçükcük, tatlı bir oluşum gördük ki içerde
sarkıtlar cabası... Ama artık dönmek zamanı :( Yine içimde bir korku "Aha
kayıp düşcem ve ölcem." diye diye. Dönüş yolunda Pınar pipet havuzu buldu
ve tabiki kendimizi bir süre onun büyüsüne bırakıp güzel güzel deklanşöre
bastık. (Konu fotoğraf çekmekse elbette ki hazırlıklıyız, Pınar led getirmiş.)
İlk indiğimiz yere
çıktık. Merdivenle haşır neşir olcaz gene... Öncesinde mutlak karanlık. İçimde
uyandırdığı hissin tarifi (ki yaşanmadan yine soyut kalır), hani uzay
filmlerinde boşlukta asılı kalmış bir astronot vardır öylece süzülür, hah işte
tam olarak öyle. İçimde bir güven var tabi, eğitimlerde güzel güzel çıkmışım e
inerken de zorlanmadım, çıkarım yahu diyorum. Dediğim gibi olmadı tabiki...
Bizden önceki ekip çıkarken küfreden olmuştu, ne kadar haklılarmış! Ve
eğitimlere gelin arkadaşlar, eğitimler önemli, onlar kıymetlimiz :) Neyse ki
çıktım, huh yine derin bir nefes. Ellerim titriyor bir miktar, muhtemelen orda
Pınar beklemese kendimi bırakıp edebimle düşerdim. Dünya tatlısı artçıma
yıldızlar kadar çok teşekkür ediyorum. Ve tabi gerek inerken gerek çıkarken
gerek içerde tüm yönlendirmeleri için çok sevgili öncüme de. Herkes çıktı, emniyetler çıkarıldı ve
mağaradan çıkmaya hazırız. Birkaç kişi karşılama komitesi kurmuş bizi
bekliyordu, hep beraber çıkışa doğru yola koyulduk ve çıkışa yaklaştıkça yemek kokuları gelmeye başlıyor... Kaç kişi
gelmiştik faaliyete bilmiyorum ama yüzde çoğunluğu tesisteydi, karşılama
komitesi iki :) Öğrendik ki yemekleri tesisin mutfağını kullanarak yapmışlar,
orda mı yesek kampta mı yesek derken kampta yiyelim dedik. E tabi üstümüz
başımız çamur, yanaklarımızda yarasa kakası (ohh çok şifalı çook)...
Sonrası ateş başında enfes yemekler. Eli değen herkese
yıldızlar kadar teşekkürler. Son ekip gelene kadar biraz uyumalı ama... Uyudum,
uyandım ve sonundaa ateş başı muhabbeti anlarsınız ya :) Çok sohbetli, çok
gülücüklü, huzur dolu bir gecenin daha ilk ışıklarına şahitlik ettik. Muhteşem
bir kahvaltı yaptık; Pınar'a kaşarlı mantarları için, Nart'a her şeyden bir parça menemeni için çok
teşekkür ediyorum. Toparlanmaya başladık derken...
Vaktin nasıl geçtiğini anlamaksızın bir bakmışız yola
koyulmuşuz. Uykuyla uyanıklık arası tatlı bir yolculuğun ardından Ankaramıza
döndük.
Kim olduğumun ve yarın olmak istediğim kişinin parçalarından
birkaçını buldum ben bu mağarada, bu insanların arasında. Bu insanlar ki
sayamadığım kadar iyi ki dedirtti bana. Hülasa bir mağarada güzelleşir hayatlar
ve bir kuş misali hızla çarpar kalpler...
R*
1 yorum:
ukrayna üniversitesi yorumlar
ukrayna üniversitesi yorumlar
Yorum Gönder