Özgürlük belki de bir yağmur damlasında saklıydı. Bir çiçek tohumunda belki ya da bir atın sağrısında gizli. Korkularımızın arkasına saklanmış ve bizimle ağır ağır gelirdi. Ömür boyu yanı başımızda sessiz sakin bir çığlık gibi yarenlik ederdi. Çaydan aldığın yudumdaydı o ve bir çocuğun gülümseyişinde. Bir annenin merhameti, bir babanın güveniydi. Sağlam dururdu ve kırılmazdı ama eğilir, bükülürdü.
Ellerin, kolların bağlanmış olsa bile o fiziksel değildi. Zamana ve mekana indirgenemezdi. Ölüm bir son olsa bile onun için bir başlangıçtı. Yerin metrelerce altında bir mağara duvarıydı, mutlak karanlıktı. Aydınlığı her zaman göremezsin ama karanlık hep senin yanındadır. Bundandır galiba ta en küçüğümüzden en büyüğümüze karanlıktan korkmamız ve bu yüzdendir ki korkularımız kadar özgür olmamız... Sarıp sarmalayınca bizleri o en kuytuda kalmış korkumuz, işte tam da o anda özgürüzdür. Doğana karşı bir direniştir, üstünde tonlarca kaya olmasına rağmen nefes almaya devam etmektir. Bir düşüşte yüzlerce kez çıkmaktır. Bir geçiştir o an insan için çünkü böyle anlarda evrende küçücük bir parça olduğunu anlar. Yeryüzüne çıktığında ise tekrar girmek isteyişi bu sebeptendir. O tek bir "an" a dönmek ister. Özgürlüğü yudumlamıştır ve onun için artık eskiye dönüş yoktur. Eskisi kadar korkutamaz ölüm onu çünkü bilir ki en fazlası odur. En fazlasına kadar özgür olmak ister insan en temel içgüdüsüne, hayatta kalmaya inat. Ve bu inattır ki bir mağaracıyı yaşatan. Ve bu inattır ki beni, seni ve onu tekrar ve tekrar o karanlık deliğe sokmak isteyen. Hayatta her siyaha, bir beyaz geliyorsa eğer benim siyahım şehir, mağaraysa beyazımdır. Çünkü mutlak karanlıktan, özgürlükten sonra gördüğün tek renk, o küçücük anda saklanmış beyazdır...
~romajibastardo~ Aytaç Zaimoğlu
Fotoğraf: Egemen Kılıçoğlu
0 yorum:
Yorum Gönder