7 Ocak 2019 Pazartesi

İlk Aşk Gibi İlk Mağara



21-23 Aralık Ballıca


Bir kamp çantası hazırlamanın vermiş olduğu hissi şu dünyada pek az şey verebiliyor insana, bence. Hele bir de ilk defa gidilecek bir lokasyon söz konusu ise durum daha heyecanlı bir hal alıyor. Aklında zilyon tane düşünce insanın; hava durumu nasıl, ne kadar kalın giyinsem, ay acaba aldıklarım yeter mi, çöp poşeti önemli onu sakın unutma, ne olur ne olmaz şunu da alayım ben (ve bu gerçekten absürd bir şey olabilir :) hayal gücünüzün sınırsızlığına bırakıyorum)... Alınan onca şeye rağmen o çanta hiçbir zaman hazır olmaz ama, yola çıkar çıkmaz "Aha! Kesin bişey unuttum ben." cümlesi gölge gibi ardı sıra geliyor insanın. Yüzsüz şey.

Bu cümle zihnimde, ilk faaliyetime gidiyor olmanın içimde uçurduğu kelebeklerle koyuldum okul yoluna. Canım Beytepe. Kamp çantası ile Beytepe yolları arşınlamak pek akıllıca değilmiş bunu yeni öğrendim. Pek çok şeyi yeni öğrendim aslında, onlara da sıra gelecek okumaya devam ediniz :) 1 saat bilmem kaç dakikanın sonunda okuldayıııım. Evden sırtımda çanta, outdoor kıyafetlerimle havalı havalı çıkmışken; okula saçım dağılmış, bir miktar terlemiş, çantama sıktıra sıktıra koyduğum matım kaymış bir vaziyette girmem tatsız oldu pek ala tabi...  Hala kelebeklerim içimde ama öyleyse sorun yok. Kulüp odasına vardım. İlk kez tanışık olduğum insanlar var bir miktar geri durmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ah bir de o gün kimya sınavım var ki, sormayın bende ki gerginliği. Eşyaları taşımaktı, sohbetti muhabbetti derken  şöyle böyle zaman geçti. Sınava girdim, çıktım veee tekrar canım kulüp odası. Az daha zaman sonra yola çıkmaya hazır hale geldik. Alışveriş zamanıııı, Bilkent Station ilk durağımız. Alınacaklar alındı, alsam mı acaba tereddütleri geride bırakıldı ve tekrar yola koyulduk. Yolculuk keyifliydi; sohbet, kahkaha, göz dinlendirmeler, şarkılar, uykular... Sonundaa vardık. Gece yolculuğu olduğu için "yol nasıldı, etrafta neler vardı, nasıl bir yere geldik" bunların hiçbirinin yanıtı yok. Eşyaları indirdik ve kamp alanına doğru taşımaya başladık. Herkes nasıldı bilmem ama ben epey temkinli adımlarla hareket ediyorum; zemin nemli yer yer çamur, bir yerlerde havuz varmış düşmek tehlikesi söz konusu ve gece... (tabi ki bu cümlede mübalağa söz konusu) Eşyalar taşındı, çadırlar kuruldu, malzemeler yerleştirildi, odunlar toplandı, uyuyan uyudu ve ilk ekip gitmeye hazır. Ekipte kimler vardı tam anımsayamamakla birlikte; ekibin öncüsü Hasan, artçısı Can Tarcan ve onlarla birlikte hattı kurmaya giden Erhan ve Nart'ı yolcu ettik mağaraya. Birkaç kişi ateş başında kaldık. Biraz sohbet, biraz ısınma çabası derken geçti vakit. Erhan ve Nart hattı kurup geri döneceklerdi normalde fakat Hasan'ın midesi rahatsızlandığı için ekibi Nart almış, Hasan ve Erhan geri döndü. Kaç kişiydik, kimler vardı tam anımsayamıyorum fakat en sonunda ateş başında Erhan, Hasan, ben kaldık (bir ara Raif'te göründü ortalıkta gerçi). Odun ateşinde mantar ve adaçayı ile :) günü doğurmak çok keyifliydi, böyle sabahlar için uykularımı her daim feda edebilirim. Günü doğurmak demişken, nasıl bir yere geldik sorusunun yanıtıyla tanışık olduk sonunda.



Yosun tutmuş kayaların maksimalist hali gibi geldi bana bu görüntü. Ve Turgut Uyar geldi aklıma, Bir Gün Sabah Sabah.  Ah bu arada mantarlar için Erhan'a kocamanak teşekkürler.

İkinci ekipten birkaç kişi uyandı, ateş başı devredildi ve artık ben bir uyuyayım... Kahvaltı kelimesinin geçtiği birkaç cümle ile uyandım daha doğrusu "Kahvaltı mııı? Fırla tulumundan Rumeysa!" şeklinde bir naraydı bu. Bendeniz kahvaltıya çok düşkün bir hanımefendi ^_^ Kahvaltı yapıldı ve haydi iş başına. Birkaç kişi bulaşıklara, birkaç kişi de daldık meşelerin arasına, epeyce bir odun topladığımızı sanıyorum.

Ve artık, sonunda, bizim ekibin mağaraya girme zamanıııı. Aslına bakarsanız zaten zamanımız gelmişti fakat içerdeki ekip henüz gelmemişti ve +1 saat beklemesi yaptık. O süre de geçtiğine göre artık bir gidip bakmalı... Gittik. Birtakım sorunlar olmuş bu yüzden bir miktar daha rötar yaptı girişimiz. Hasan ve Nart çıkmakta onlara yardımcı oldu ve ikinci ekip sağ salim çıktı. Biraz mağaradan da bahsedeyim, mağaranın halka açık yaklaşık 680 m uzunluğunda bir kısmı var, 8 salonu gezilebilir vaziyette. İkinci ekibi beklerken bu alanda bekledik ve onlar çıkar çıkmaz girdik içeri. Ellerim titriyor. Dürüst olcam daha hattın olduğu yere dahi gelmeden "Kesin ben burada bir yerde kayıp ölcem." diye düşünmedim değil. Şşşh duymamış olun :) Ah sahi ekipten bahsedeyim biraz; öncümüz Nart, artçımız Pınar, Suat, Ahmet, Oğuzhan, Aslı, Cemre ve been. Emniyetler alındı, mağara havası güzelce solundu, e artık inmek vakti. Nart biraz hattan, neler yapılacağından bahsetti ve o bir güzel indi aşağı. Şöyle ki, merdivenle iniş yapacağımız birkaç metrelik bir giriş var. Öncü aşağıdan, inecek kişiyi emniyete alıyor. Bulunduğumuz konumdan azıcık popomuz üstünde balkona  inip ipi karibine geçiriyoruz ve merdivenle iniyoruz. Gerçekten hayatımda ilk defa bir şeyden bu kadar korktum! Ama indiğimde anlayacağım üzre, yaşadığım en güzel deneyimdi bu! Hepimiz indik. Huh derin bir nefes. Biraz dinlenildi, bir şeyler yenildi. Ve enerjimiz yerine geldi daha da aşağılara inmeye hazırız. İki elimiz bir de popomuz her yere değe değe bir güzel indik aşağı. Belki herkes yaşamında turistik bir gezi olarak bir mağaraya girmiştir yahut bir belgeselde izlemiştir ama hiçbir gezi ya da belgesel bir mağarayı  bakir haliyle görmenin hazzını veremez. Tüm o sarkıtlar, dikitler, sütunlar, pipetler, popcornlar, perdeler :) hepsi muazzamdı. Beni bu görsel şölenden ziyade heyecanlandıran asıl şey mağarada bir orayı bir burayı, bir daralı, bir tepeyi hülasa bedeninin girebildiği tüm alanları keşfedebilmek. Bunu hayal ederek gelmiştim ve bu hayalimi elde ederek dönebildim Ankara'ya. Bir oraya bir buraya gidiyoruz derken bir yarık gördüm, aşağı doğru devam eden bir kolu var. İnip de bakmaya çekiniyorum eğilip bakmaya çalışıyorum en fazla ama yok yetmedi inmek lazım oraya :) Nart'a söyledim hemen bir "Bakalım." tepkisi. Önden o arkadan ben, daral olduğu için birer ikişer girelim diye kalan ekip arkadan çıkışımızı bekliyor. Bir kafamız önden, bir bacaklarımız, bir duvara paralel vücudumuz derken  gidebildiğimiz yere kadar gittik daha da gidilebilirdi fakat mağara oluşumlarına çok da zarar vermek istemiyoruz arkadaşlar yoksa bozduğumuz tüm o popcornlar rüyalarımıza girer :)

Artık dönelim derken Nart bir kol gördü girdi içine bir süre sonra ışığını göremez oldum sonra bir de duydum ki tee yarığı gördüğümüz yerden çıkmış. Ben edebimle geldiğimiz yerden çıktım tabi gözüm yemedi ordan çıkmayı.  Hayalini kurduğum şey işte tam olarak buydu. Bilmem anlatabildim mi :)

Dönme zamanımız yaklaşıyor ama kimsenin çıkası yok. Bir oyana bir buyana adımlarımız sürüyor. Pınar'la bir odacığa girdik. Küçükcük, tatlı bir oluşum gördük ki içerde sarkıtlar cabası... Ama artık dönmek zamanı :( Yine içimde bir korku "Aha kayıp düşcem ve ölcem." diye diye. Dönüş yolunda Pınar pipet havuzu buldu ve tabiki kendimizi bir süre onun büyüsüne bırakıp güzel güzel deklanşöre bastık. (Konu fotoğraf çekmekse elbette ki hazırlıklıyız, Pınar led getirmiş.)

İlk indiğimiz yere çıktık. Merdivenle haşır neşir olcaz gene... Öncesinde mutlak karanlık. İçimde uyandırdığı hissin tarifi (ki yaşanmadan yine soyut kalır), hani uzay filmlerinde boşlukta asılı kalmış bir astronot vardır öylece süzülür, hah işte tam olarak öyle. İçimde bir güven var tabi, eğitimlerde güzel güzel çıkmışım e inerken de zorlanmadım, çıkarım yahu diyorum. Dediğim gibi olmadı tabiki... Bizden önceki ekip çıkarken küfreden olmuştu, ne kadar haklılarmış! Ve eğitimlere gelin arkadaşlar, eğitimler önemli, onlar kıymetlimiz :) Neyse ki çıktım, huh yine derin bir nefes. Ellerim titriyor bir miktar, muhtemelen orda Pınar beklemese kendimi bırakıp edebimle düşerdim. Dünya tatlısı artçıma yıldızlar kadar çok teşekkür ediyorum. Ve tabi gerek inerken gerek çıkarken gerek içerde tüm yönlendirmeleri için çok sevgili öncüme de.  Herkes çıktı, emniyetler çıkarıldı ve mağaradan çıkmaya hazırız. Birkaç kişi karşılama komitesi kurmuş bizi bekliyordu, hep beraber çıkışa doğru yola koyulduk ve çıkışa yaklaştıkça  yemek kokuları gelmeye başlıyor... Kaç kişi gelmiştik faaliyete bilmiyorum ama yüzde çoğunluğu tesisteydi, karşılama komitesi iki :) Öğrendik ki yemekleri tesisin mutfağını kullanarak yapmışlar, orda mı yesek kampta mı yesek derken kampta yiyelim dedik. E tabi üstümüz başımız çamur, yanaklarımızda yarasa kakası (ohh çok şifalı çook)...

Sonrası ateş başında enfes yemekler. Eli değen herkese yıldızlar kadar teşekkürler. Son ekip gelene kadar biraz uyumalı ama... Uyudum, uyandım ve sonundaa ateş başı muhabbeti anlarsınız ya :) Çok sohbetli, çok gülücüklü, huzur dolu bir gecenin daha ilk ışıklarına şahitlik ettik. Muhteşem bir kahvaltı yaptık; Pınar'a kaşarlı mantarları için, Nart'a  her şeyden bir parça menemeni için çok teşekkür ediyorum. Toparlanmaya başladık derken...

Vaktin nasıl geçtiğini anlamaksızın bir bakmışız yola koyulmuşuz. Uykuyla uyanıklık arası tatlı bir yolculuğun ardından Ankaramıza döndük.



Kim olduğumun ve yarın olmak istediğim kişinin parçalarından birkaçını buldum ben bu mağarada, bu insanların arasında. Bu insanlar ki sayamadığım kadar iyi ki dedirtti bana. Hülasa bir mağarada güzelleşir hayatlar ve bir kuş misali hızla çarpar kalpler...
R*
 

İletişim

Bu blogda yazar olarak yer almak ve katkıda bulunmak istiyorsanız, blog yöneticileri ile iletişime geçmeniz yeterli olacaktır.



Blog Yöneticileri

HAKKINDA

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu (HÜMAK) 1988 yılında kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde araştırma ve eğitim faaliyetlerine devam etmektedir.

AMAÇ

Hacettepe Üniversitesi Mağara Araştırma Topluluğu 'nun (HÜMAK) çok yazarlı resmi ve gayrıresmi paylaşım ortamıdır.

Kafasından bareti eksik etmeyen tüm mağaracıları aramızda görmekten keyif, zevk, haz ve gurur duyarız, hoşnut kalırız..